KARDEŞİM AĞLARDI
Zaman, o zamandı.
Ne hayallerimiz, Ne umutlarımız vardı. Tek katlı, iki odalıydı evimiz. Avlusunu saymazsak, epeyce dardı. Bu yüzden, tuvaletimiz dışarıdaydı. Gün batınca ben susardım hep, Kardeşim ağlardı. Ne sarı saçlı bebeğimiz, Ne de kırmızı topumuz ardı. Çamurdan adamlar yapardık Adama benzemeyen... Çamurdan adamların camdan gözleri, Taştan yürekleri vardı! Çamurdan adamlar kirletirdi ellerimizi... Tam karşımızdaydı hamam, Elli kuruş veremediği için babam, Annem bizi kara eşiğe oturtur, Kara bir sabun ve pompalı gazocağında Isınan suyla ova ova yıkardı. Ben susardım hep, Kardeşim ağlardı. Yollar; patika, tozlu, dar... Yazın sıcak, kışın kar. Sık sık kanardı dizlerimiz. Bazen bir uçurtmanın üstünde, Bazen bir dalın ucundaydı yüreğimiz. Ne oyunlar icat ederdik, Ne oyunlar... Saklambaç, körebe, evcilik... En çok da film çevirirdik. Bir esas kız, bir de esas oğlan, Gerisi figüran... Yalandan döver, yalandan dövülürdük. Yalandan patlardı silahlar, Vurulur, yalandan ölürdük..! Çocuktuk çocuk olmasına ya, Fukaralık nedir bilirdik... Oysa yanı başımızdaydı Vakkas ağanın konağı. Atları, arabaları, Marabalarıyla Vakkas ağa dağları devirirdi! Kuvvetliydi ardı, Bahçesinde kocaman akasya ağaçları, Etrafında beton duvarlar vardı. Her akşam pamuk yüklü develer Orada konaklar, Her bayram sabahı, O develerin kanı, Akardı Toprağına Vakkas ağanın. Ben susardım, Kardeşim ağlardı. Konağın en küçük totabası, Garip Ali’nin kadersiz Fatma’sı. Üç günlük beslemeyken öldü, Üç saat tutulmadı yası... Hala durur bende totaba Fatma’nın Çimen kokulu kırık tokası. Biz o zaman çocuktuk. Ne aşktan, ne sevdadan haberimiz vardı. Adet dediler, töre dediler, Suna ablayı sevmediği birine zorla verdiler! Neydi törelerin Suna ablaya kastı? Daha senesine basmasan Suna abla kendini astı..! Karayağız bir yiğit, Yanık sesiyle türküler okur, Dondurmacı; "Veremli Kız"ı çalar, Annem uzaklara dalardı... Ben susardım, Kardeşim hep ağlardı. O zaman da kinle dolu yürekler, Öldürebilen eller vardı, gördüm! Bir kadını dövdüler, kısır diye... Bir adamı linç ettiler sokak ortasında! Bir çocuk uyuyamıyordu açlıktan... Gagasında yemle uçuyordu bir kuş... Destancı, acı satıyordu Boynuna astığı megafondan, Hediyesi beş kuruş! Siyah önlüğümüz, beyaz yakamız, Tafta kurdelamız vardı. Defter arasında saklardık mendilimizi... Öğretmen tırnaklarımıza bakardı. Yumardık parmaklarımızı, Tahta bir cetvel yakardı canımızı... Ben susardım hep, Kardeşim ağlardı! Gün; bugün, zaman; şimdi. Çocukluğumuz, karanlık gecelerde, Tahta çekmecelerde soldu... Değişen; birkaç isim, birkaç resim, Bir de, Önlüklerin rengi oldu. HÜLYA ŞENKUL |