Üşüyorum ha
Üşüyorum ha
Sabah sabah gözlerini bir balıkçı köyünde açmak vardı şimdi. Uzaktan bir balıkçı motorunun sesi gelmeliydi. Kulakları tırmalayan canhıraş sessizliğin içinden. Yine ışıkları yanmış olmalıydı balıkçı kahvelerinin birer ikişer.. Bir terennüm kokusu yayılmalıydı havaya inceden inceye. O terennüm ki genzimi yakmalıydı, sabahtan geceye, doğumdan ölüme. Bir ürperti yayılmalıydı ensemden sırtıma doğru. Sen olmalıydı tüm evren ve sen evren olmalıydın o an. Öyle bir hayale sardı ki yalnızlığım beni şu anda, Üşüyorum, hem de ölümüne ha!.. Ve sen ey sevgili sen O en çok sevilen..! Nihavent makamında bir güfte olmalıydın aslında dilimde şimdi. Her nakaratta seni tekrarlamalıydım bıkmadan, usanmadan. Ama gerçek öyle mi ki? Tüm gerçekler aslında birer yalan. Her birimiz bilsekte sonunu bu hikayenin, Saklandık, sakladık birbirimizden. Yalanlara sığdırdık gerçeğe benzeyen her şeyi zamanla. Biz ayrı okyanuslara demir alan tek mürettebatlı iki gemi idik seninle. Ne ayrıldık, ne de birleşebildik bir limanda. Umudun bittiği son raddede tükenirmiş insanda..! İşte bak ben yine yalnızlığıma sarılıyorum amma, Üşüyorum, hem de ölümüne ha!.. Heidenheim, 29. Temmuz 2012 |