KİRLENMİŞ KAĞITLAR
Bilir misin bekleme salonlarını küçük istasyonların?
Akşam saatleri, uzak İstanbul’a, Ankara’ya, Dünya’ya birden iner karanlık. Ve üstüne sinmiş is kokusuyla, hep geç kalırsın artık. Uykusunu alamamış beden, acımış yağ ve tanımadığın bir koku ortalıkta. Belli ki çoktan gelip gitmiş posta. Ve ışık ışık geçen hızlı tren durmaz bu aralıkta. Geç geldin. Bir söylentiyle büyütülür herkes: "Gündönümü şenliklerin ateşleri sönmeden geri döner zemheri. Tipiye karışır erkenci çağla, çiğdem... Savrulur erik çiçekleri. "Boy atamayan ahlat yineler: "Geri döner zemheri..." Ve tadını kalın kabuklar ardına saklar... Kadınlar, ki yoklukları farkedilir olsa olsa. Kadınlar, bir yazma, bir renk, bir devinim... Karıncalar kadar olağan... Payları karıncalar kadar hayatta. Göçerler, trenleri tanımadan. Selvisiz ve söğütsüz bir ıssızda, katar katar gece taşları. Bekleme salonları. Ucuz tütün, mektup torbası ve bir öykü: cılız ışığıyla. Susuz ve ışıksız köylerin kapısı. Dünyayı bir durak sayanlara, örnek: "Budur payına düşen. Bekle..." Ve gökte gecikmiş bir turna katarı. Bilir misin bekleme salonlarını? II Gül desem gocunur musun, her gördüğüm çiçeğe. Her dikeni gül saysam... Böyle kıraçlar varmış, dinledim: Gül diye adlandırırmış her rengi, Ve gül kokarmış ortalık. Sonra sevdanın ulaşmadığı kuytularda, karasevda olmuş her tanışıklık. Ah, dilini anlamadığım kalabalık... Suçludur erken açan ve erken geçen çiçek Rüzgâra sinen koku. Yaban diye adlanır utangaçlık. Hırsızlık yasak ama yağma helâl. Kirletilmiş düşler, parçalanmış yürek... Gülün morardığında menekşe sayıldığı... Gülün tanınmadığı gerçek... Ah, sesime sağır yalnızlık... Güzle ballanacak dikenleri tanı. Dil buran meyvelerden sakın... Ağuludur terle, kanla sulanmayan ürün. Eldeğmemiş bahçe, görülmemiş düş hayretmez. Ey adım uydurduğum koşu... Yorulmaz aşk... Yetinmez aşkınlık. |