SONSUZ İNSANIN GİRİŞİMİ
(...)
ve işte evim ormanlar kokularıyla dolduruyorlar yine arabayla taşındığı bu yerden parçaladım yüreğimi ayna gibi geçip gitmek için içimden işte yüksek pencere ve ağaç bedenlerini düşüren balta olandan kalan kapılar rüzgar kalaslara astı belki derin ağırlığı kendisini unuttuğunda dans ediyordu gece ağlarında hıçkırarak uyanıyordu çocuk anlatmıyorum mutsuz sözcüklerle söylüyorum alacakaranlığı dilimliyor yine yapı iskeleleri ve camlar ardında yağdanlığın alevi bakmak içinde gökten yana gece düşüyordu cam taçyapraklar olarak fırtınaya götüren yolu izledin sen ne istiyordun ne koyuyordun ölürken sık sık sık sık bütün nesneler çıkıyor büyük bir sessizliğe doğru ve o güvertesinde eğilmiş umutsuzdu acılı bir çiçeği tutuyordun taçyaprakları arasında dönüyordu günler yenik pilot papatyalar yenik gölge terk etmiş karıştırıyordun son sınırların metalini orada bekliyordu saatin yine de şafak yükseldi toprağın kadranları üzerinde günler birdenbire tırmandılar yıllara işte yürüyen yüreğin bitkinsin olmayan mevsimi uğurlayan kuşları tutuyorsun yanında kabul ediyorum gğü bakıyorum en derinine düşünüyorum belirsizlikle oturmuş da bu kıyıya ey sular ve kağıtlarla dokunmuş gök kendi kendime konuşmaya başladım alçak sesle gitmemeye kararlı köklerimin terlemesiyle sürüklenerek kıpırtısız bu mavi dillere aç gemi gibi titriyordun balıklar izlemeye başladılar seni bu susuzluk anını büyüklükle şarkıya dökmekti isteğin şarkı söylemek istiyordun oturmuş odana şarkı söylemek istiyordun o gün ama bir çanda gibi soğuktu hava yüreğinde sayıklayan bir halat bozacaktı soğuğunu bacağım uyuştu bu pozisyonda şarkı söyleyerek konuştum onunla yüreğim bana ait gökyüzü sesli damlaydı ve büyük sessizliğe düşüyordu kulak kabartıyorum ve zaman okaliptüs gibi şarkı söylüyor kendinden geçmiş şurda burda ıslık çalan bir hırsızı barındırarak vadilerin sınırlarında durdurdum atımı ürkmüş kaygılı kıpırtısız işemeden o anda yemin ederim ey göğün zayıflığında capcanlı sepetin hoşnut balıkçı gibi gelen gece kimden satın aldım o gece benim olan yalnızlığı rüzgara ayağına çabuk olmayı emir veren tamamlanmamış yapraklar içinde soğuk çiçeğine fırtına diyorsan bana ve yankılanıyorsan uzaktan bir tren gibi ayaklarımın dibine düşmüş sana kan uyurgezeri diyen hüzünlü dalga gidiyordun bazen şafağı aramaya tanıyordum seni ama uzakta açıkta gözlerine eğilip yitik gemi demirini arıyorum işte senin tuttuğun sedef kollarında açmış bitirmek için daha ileriye gitmeyi bırakmak için övüyorum seni bunun için yüreğimi izleyen tersine kaldırarak gözleri seni geri dönüş belirtilerinde arıyorum ormanların sessizliğinde gibi uyuyan kuşlarla dolusun kırgın zambak ağır taçyaprak başka yerlere bakıyorsun seninle konuştuğumda acı benimsin kadınımsın öylesine uzak sıklaştır adımlarını sıklaştır ve yak ateşböceklerini (...) geri ver bana büyük gülü gittiğim şeyleri eşit düşündüğüm bu dünyaya taşınan susuzluğu gece önemli ve hüzünlü ve burada şikayetim uzun suların gemicisi birdenbire bir martı şakaklarında büyüdüğünde yüreğim daha bir güzelleşir gri ayağınla damganı vur bana uzaklıkla dolu acı okyanus kıyısındaki yolculuğun ya da bekle beni bir menekşe gibi uyanır sis sevgili gecede ağacına bir çocuk tırmanır meyvelerini çalmaya ve kertenkeleler fışkırır ağır yeleğinden o zaman gün atlar arısının üstünden ayaktayım ışıkta nasılsa öğle zamanı toprakta her şeyi sevecenlikle anlatmak istiyorum işte sen kötü mevsimlerin nöbetçisi kaygılı balıkçı bırak beni süsleyeyim örneğin meyvelerden tatlı bir kemerle hüznünü bekle beni gittiğim yerde ah iniyor gece yemek okyanusun gemici türküleri ve bekle beni sana ilerleyerek bir çığlık gibi geride kalarak bir iz gibi oh bekle beni bu son gölgeye oturmuş ya da yine ondan sonra |