KEDER
Ilea fenerindeki adam yanıp sönen fenerler altında uyuyor; göğün enginliğini
itip kakıyor deniz, artıyor yankılar kaçarken batıya, düşen çiylerin inşa edilen hangarına bakıyorum yukarıda. Bir kır bitkisi büyüyor elimde ve ben Mele?yi düşünüyorum, fener bekçisinin kızını, ne kadar severdim onu. Diyebilirim ki varlığını her seferinde yanımda bulurdum, bu kıyıda bulunan midye kabukları gibi. Yine burada gece, çukurların korkunçluğu, şafağın kuluçkasına yatmış ve bütün ağların balıkları. Gözlerinden ağzına kadarki uzaklık iki öpücüğün uzaklığı, sıkarken dudaklarını, fazla yaklaştırırken kırılgan porselen üzerine. Duvar saatlerinin solgunluğu vardı, o da, zavallı Mele, ve ay çıkardı ellerinden, sıcacık, bir an tutsak bir kuş gibi. Kara sular konuşuyor, yoklaşıyor ve yuvarlanıyor, uzaktaki duvarlar da üzülüyor karanlık konsere, güneyin geceleri acı veriyor uyanık nöbetçilere ve büyük mavi sıçramalarla deviniyor, karıştırıp duruyor göğün takılarını. Gözümde canlanıyor o, görüyorum; doğan günü parçalamamak için yalınayak gelirdi ve denizin kabarması unuturdu geri çekilmeyi gözlerinde. Kuşlar uzaklaştılar ölümünden uzaklaşır gibi kışlardan ve metallerden. |