Şaban Oğlu Selim İle Kitabı
I
İSTANBUL’DA, BALIKPAZARI’NDA, BİR MEYHANEDE BİR HAPİSANE MUKAYYİDİ «- Yanarak, yanarak parmakları şerrârelerden insan yüreklerine dokundu bu elleri yirmi beş senedir yani bir rubu asır hapisane kaleminde mukayyit kulunuzun... İnsanoğlunun ömrü belki lüzumundan fazla kısa belki lüzumundan fazla uzun... Bir tek daha içelim... "Ağlamaktan, ağlamaktan yine zehroldu şarabım bu gece..."» Kalktı Bebek tramvayı Eminönü’nden. Zifiri karanlık Balıkpazarı. Meyhanenin camlarına yağmur yağıyor... «- Ruhum, "havâda yaprağa döndürdü rûzigâaar beni..." Muallim Naci merhum... Bu hâyı huy bu hâyı huy neden? Ve insanlar neden dolayı şu tabakta yatan uskumru gibi mahzun? Kıyamet günü bir suali var Ezraile hapisane kaleminde mukayyit kulunuzun... Bir tek daha içelim... Hiç adam asılırken gördünüz mü? Yarın bir tane asacağız, şafakla şafakla beraber... Abdülhamid atardı Tıbbiye talebesini Sarayburnu’ndan. Akıntı götürmüş çuvalları bulamadılar... Çok adam çok adam asıldı Hürriyette... Eskiden köprü başında asarlardı, bunu Sultanahmet’te... Yağmur dinmezse ıslanacak... Bir tek daha içelim... İstanbul şehrinin yoktur menendi. "Âdemin âdemin canlar katar âbuhavâsı cânına..." demiş, demiş şair Nedim Efendi...» II ŞABAN OĞLU SELİM Beykoz’un cam fabrikası moderen fabrikadır. Pencere camlarını biraz dalgalı çıkarır, biraz çarpıksa da su bardakları, kesme likör kadehleri harikadır... Ustabaşı değildi Selim büyük ustaların hünerini almıştı ama. Onun elinden çıkan cama gözlerin kapalı ayna dökebilirsin. Selim daima büyük bir sırrı çözmek bir şeyler anlamak ister gibi bakar adama. İnandıklarına katıksız inandı, sevdiklerini hilesiz sevdi Selim. Severdi pencere camlarını, severdi lamba şişelerini, karafakileri sever, likör kadehlerine düşmandı... III KUZGUNCUK Beykoz’da oturmalı Beykoz’da çalışan adam. Fakat Kuzguncuk şirin yerdir ve gayet nefis yapar gül reçelini pansiyoncu Madam ve kızı Raşel... Aynada bir kartpostal : bir manzara Nis şehrinden. İskemle, karyola, konsol... Denize nazırdı pencereleri... Güneşte tavana suların ışıltısı vurur, karanlık şilepler geçerdi geceleri insanı olduğu yerde eli böğründe bırakarak... Selim’in odası havadardı. Kırmızı yazmalar kururdu yandaki boş arsada. Sağda Cevdet Paşa yalısı. Yalıda bir tavus kuşu bir de Mebrure Hanım vardı. Mebrure Hanım tafta entariler giyerdi. Çok ihtiyardı ve mavi gözleri kördü. Tentene işlerdi Mebrure Hanım. Uyanır bir beyaz güle başlar, uyurken dağıtırdı gülünü... Merhum Cevdet Paşa yalısında Mebrure Hanımı unutmuşlardı... Beykoz’da oturmalı Beykoz’da çalışan adam. Fakat Kuzguncuk şirin yerdir Ve kırmızı yazmalar kuruyan boş arsadan dünyayı zapta gidecek olan pulsuz balıklar gibi çıplak çocukların her akşam dinlerdi çığlıklarını Selim... IV KİTAP «Kitap rüzgâr olmalı, perdeyi kaldırmalıdır, kitap, kanber tayı olmalı Şah İsmail’in seni sırtına alıp devlerin üstüne saldırmalıdır. Devler kale kapısında devler yedi başlı ve simsiyah dururlar... Onları mutlaka yeneceksin. Bir duvar yıkılacak bir bahçeye ineceksin...» Böyle bir kitap buldu Selim : Kara kara yazılar beyaz kâat üstünde. Büyücek bir el kadar kırk yapraklı bir kitap... V SON VAPUR Kalktı son vapur iskeleden. «64» numara, pul pul karışıp yıldızlara boş ve yorgun akıyor suyun üstünde... Gece seslerle dolu. Aynada : Raşel’in kolu Selim’in eli ve son vapurun yolu... «- Selim, ateş gibi elin...» Eli beyazdı, karanlık gözleri ve kırmızı saçları vardı Raşel’in... VI YİRMİ BİRİNCİ YAPRAK «Toprağın ismiyle başlarız söze. Sen ki topraksın seni sevmeyi bilmeli. Sendedir ekinimizin tohumu ve yapılarımızın temeli. Demirimiz ve kömürümüz sendedir. Sendedir rüzgârların gibi geçen ömrümüz, sendedir... Sen ki topraksın, durup dinlenmeden değişirsin. Sen su damlalarında halkeyledin bizi. Biz seni değiştirip değiştirmedeyiz kendi kendimizi...» Bu, yirmi birinci yapraktır. Selim kapattı kitabı. Hürriyetin ilk şarkısı anlamaktır. Ve Selim, ve Şaban oğlu Selim şarkı söylüyor... VII RAŞEL’İN RÜYASI «- Hasan Ustayı çıkarmışlar işinden. Çocukları var : şu kadar, şu kadar... Laz fırıncı dükkânını kapatmış, ve Doktor Moiz dün vurdu kendini... Seni dinledim dinleyeli, Selim, korkulu rüyalar görüyorum : Şişman adamlar, kolları alabildiğine uzun, tırnaklarında kan omuzlarında altın çuvalları rap, rap, yürüyorlar... Ne çok insan öldürüyorlar, Selim, ne çok insan öldürüyorlar...» «- Korkma günler bizimdir, bizimdir, Raşel’im...» VIII KIRKINCI YAPRAK «Gelirken dünyaya kanla, ateşle, çağırdılar yedi kat yerin altından mezarlarını kazacak olanları...» Bu kırkıncı yapraktır. Selim kapattı kitabı. Anladığını anlatmayan alçaktır... Ve Selim, ve Şaban oğlu Selim... IX İSTANBUL’DA, HAPİSANEDE HAPİSANE MUKAYYİDİ «- Bugün bir hayli yolcu aldık. Bu meyanda : gümrük ihtilâsı, eroin şebekesi ve Topkapı cinayeti geldiler. Mevcut : 727. Kadınlar hariç. Bugün de geçirdik vakti keraheti... Bir misafir daha var, onu da kaydedelim : 1328, 1328 doğumlu Şaban oğlu... Mirim, ben yazarken sen pencereden bir nazar et : böyle akşam ışığında durur durur taştan değil renkli camlardan yapılmış gibi Sultanahmet... ... 1328 1328 doğumlu Şaban oğlu Şaban oğlu Selim... Ayaklarının üstüne basamıyor ve sol gözü kan içinde... Esbabını bilirim... Mirim, bu hâyı huy, bu hâyı huy neden bu beldede? Ey Fuzuli nerdesin? Nerdesin Galip Dede? Ey Nedim... İstanbul şehrinin yoktur menendi. "Âdemin âdemin canlar katar âbuhavâsı cânına..." demiş, demiş şair Nedim Efendi...» |