Çankırı Hapishanesinden Mektuplar I
Saat dört,
yoksun. Saat beş, yok. Altı, yedi, ertesi gün, daha ertesi ve belki kim bilir... Hapisane avlusunda bir bahçemiz vardı. Sıcak bir duvar dibinde on beş adım kadardı. Gelirdin, yan yana otururduk, kırmızı ve kocaman muşamba torban dizlerinde... Kelleci Memed’i hatırlıyor musun? Sübyan koğuşundan. Başı dört köşe, bacakları kısa ve kalın ve elleri ayaklarından büyük. Kovanından bal çaldığı adamın taşla ezmiş kafasını. "Hanım abla" derdi sana. Bizim bahçemizden küçük bir bahçesi vardı, tepemizde, yukarda, güneşe yakın, bir konserve kutusunun içinde... Bir Cumartesi gününü, hapisane çeşmesiyle ıslanan bir ikindi vaktini hatırlıyor musun? Bir türkü söylediydi kalaycı Şaban Usta, aklında mı : "Beypazarı meskenimiz, ilimiz, kim bilir nerde kalır ölümüz...?" O kadar resmini yaptım senin bana birini bırakmadın. Bende yalnız bir fotoğrafın var : bir başka bahçede çok rahat çok bahtiyar yem verip tavuklara gülüyorsun. Hapisane bahçesinde tavuklar yoktu, fakat pek âlâ gülebildik ve bahtiyar olmadık değil. Nasıl haberler aldık en güzel hürriyete dair, nasıl dinledik ayak seslerini yaklaşan müjdelerin, ne güzel şeyler konuştuk hapisane bahçesinde... |