Kutlu doğum hhaftası DOĞUMLA BELİREN MUCİZELERDOĞUMLA BELİREN MUCİZELER Âmine Hatun’a, Yine mucizeler gösterildi!... Şöyle ki: ……Doğum anında. ………..Çevirdi etrafını, ……………Çevirdi nur halesi! ……………….O halenin içinde göründü, …………………Göründü Şam beldesi. …………………....O belde peygamberler bucağı, ………………………..Hem bucak hem kavşağı!…. Peygamber efendimiz Öyle âlicenap zattı ki! Cümle zaman ve mekân, Onunla şeref buldu. O doğduğu gece, Rabbim Meleklere şöyle dedi: --Göklerin ve Cennet’in, Bütün kapılarını açın! O gün doğan Güneş, Diğer günlerden, Daha nurlu, daha Ruşen. Rivayet odur ki; Muhammed doğduğu zaman, O çocuktan bir nur çıktı. Annesi o nur’un içinden, Kâbe’yi ve Basra şehrinin, Sarayını gördü!... O doğduğu zaman, Yedi kat gök ehli, O’nu görmeğe geldi. Cennetten gelen, İri ve güzel gözlü Huriler, Nurdan bir tabak içinde, Ona nur saçtılar. O bir nurdu! Gölgesi yoktu onun! Harem-i şerif ile, kapısına ayak basacağı iklim!.... İslâm selinin, havuzunu doldurup, bütün yer yüzüne, Kol kol, dağılacağı mekân! Ve, Veeeee!... Dört kıtaya yayılacağı merkez!.... Mekke de doğan ebedi sabah!.... Nur yumağı yavrunun, Göbeği Hilkatten kesilmiş, Ve de sünnet olmuş! Adem, Şit, İdris,.Nuh, Lut, Yusuf, Musa, Süleyman, Yahya, Ve de. Hud’dan sonra; Sırtına Nebilik mührü vurulan!... Gözleri sürmeli Hikmetli!... Alemlerin Efendisi! Muhammed Mustafa…… Üst Üste Görülen Harikalar: İran’da; Kisra’ların sarayında, Çöken on iki burç! Yerin dibine geçen, Taberiye gölü! Ateş perestlerin, asırlardır yanan ateşinin sönüşü! Bütün bunlar. O yavrunun dünyaya gelişindeki oluş!... ………Yine o dem, …………Kâbe de ki bütün putların, ……………………….Yüz üstü düşüşü!... Allah Resulünün amcalarından, Ebu Leheb! Nesep yönünden, Nur koluna bitişik, amma!.... O nur’a çektirdi el aman. …………Küfrün timsali! …………….O en büyük dâvaya! ……Onun dâvasına, en büyük düşman! Dipsiz küfür ummanı içinde, ……..Kaynayıp duran, lanetli insan!... Yüce Mevlâ buyurur. “Ölüleri yaratmak mı zordur? Yoksa gök yüzünü yaratmak mı? Onu ancak Allah inşa etmiştir. Biz, semanın (ayrı ayrı olan maddelerini,) Bir araya getirip, bina olarak yükselttik. Gecesini karanlık, Gündüzünü aydınlık yaptık. Semadan sonra, yer yüzünü yaydık. Yerden, pınarlar fışkırttık. Otları, bitkileri çıkarttık. Dağları, yerli yerine koyduk. Bütün bunları sizler ve Hayvanlarınız için yaptık.” ( Naziat 27-33 ) İşte bu dünya, Yokluk ve gizlilikler âleminden var oldu. Gök yüzü böylece vücut buldu. Nur-u Nebi, Arş üzerinde cevelân ediyordu. Yüce Rab Meleklere, Secde edin buyurdu. Melekler bu Nur’a, secdeye vardılar. Yaratan’a boyun kırdılar. Utandılar, utanarak sordular. -“Ey Rabbimiz: Huzuruna bizden yakın, Hizmetine bizden hazır, İbadetine bizden sadık, Başka kulların var mı?” Bir nida ulaştı Rab’den onlara: -“ Evet var! O, gördüğünüz Nurdur.Nur’u Muhammedidir.” Melekler: -“Amennâ! Ve saddâknâ!.. İnandık ve iman ettik! Onun tek olduğunu bildik, Senin emrine baş eğdik! Yarattığı her şeyi, ‘OL’ emriyle buyurdu! Resulün pak ruhunu, ta ezelden duyurdu! Çöle inerken nuru, aydınlattı bu yurdu, Veren de O alan da , varlık Onun vesselâm… Onunla şeref buldu, aydınlandı kâinat, Akşamın karanlığı, zifir geceye inat. Işıl, ışıl donandı, bak semaya kat be kat! Yer Onun, gökler Onun, varlık Onun vesselâm. Gün guruba dolandı, ay geceye salındı, Gecenin karanlığı, yıldızlarla delindi, Faili meçhul değil, kim olduğu bilindi, Kudret de O, kuvvet de, varlık O’nun vesselâm. Yüce Allah hikmeti, rahmeti kalbe eker, Dileyince söyletir, dil onu dışa döker, Vakit tamam olunca, canı bedenden söker, Kimi refahtan ölür, kimi dertten vesselâm. İnsanın değer ölçüleri, Bakışı, tavrı ve düşüncesi, Ne olursa olsun, O Peygamberi anlatmaya yetmez. Zira O, Yer yüzünü yeniden dizayn etmek, Yeniden donatmak, İnsanlığa, yeni ufuklar açmak üzere gönderilen, Müstesnâ bir ruh! Müstesnâ bir kabiliyet….. Onu takdir’e, Onu övmeye kimin gücü yeter. Ancak Onun hali, Onun değeri, bizim sözümüzü güzelleştirir. Bizim ifadelerimizin, Ona kazandıracağı bir şey yoktur. Kim ne yazıyorsa yazsın, Aynı duygu ve düşünceler deryasında dolaşır, Ama farklı cümlelerde ifadesini bulur. Rüya ve hayallerimizi, Edebimizi ve ahlâkımızı, Onunla süslüyorsak! Onun nur cemâliyle aydınlanıyorsak! Turnayı gözünden vurduk demektir. Bu duygu ve düşüncelerle yola çıktım, Tüm Peygamberleri anlatmaya niyet ettim. Sevgi ateşini tutuşturdum. Hac yoluna düşen karınca misâli, Bu yola baş koydum, Allah utandırmasın!... Dünya ve ahiret dengesine Peygamberler açar kucak, Getirdikleri ölçülerle insan, Aşırılıktan kurtulup doğruyu bulacak. Demek ki, Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa, Yaratılışın evveli ve âhiri…. Süleyman Çelebi mevlidinde: “Hak Teâlâ çün yarattı Ademi, Kıldı Ademle müzeyyen âlemi. Mustafa nurunu alnında kodu, Bil, Habîbin nûrudur bu Nûr dedi. Erdi İbrahim-ü İsmail’e hem, Söz uzanır ger kalanın der isem. İş bu resm ile müselsel muttasıl, Tâ olunca Mustafa’ya müntekil. Geldi çün ol rahmeten lil âlemin, Vardı nur, anda karar etti hemin.” Bu durum, Hz. Âmine’nin ve, Hz.İbrahim’in tevhidini, Hz. Yusuf’un güzelliğini, Hz. Musa’nın mucizelerini, Ve de Hz. İsa’nın, hayat bahşeden nefesini taşıyan, Peygamberler serverine, hamile olduğunun delili idi!. Ne papazlar ne de ruhbanlar gibi, Dünyayı terk edip, manastırlara çekilecekler, Ne de her şeyleriyle dünyaya bağlanıp, ona kul köle olacaklar. Orta yolu bulup yaşamayı yeğleyecekler. Bu da ancak, vahyin aydınlık dünyasında, elde edilebilirdi. Yoksa akıl ve vicdanla, böyle bir denge kurulamazdı. Kur’an-ı Kerim, bu dengeyi şöyle anlatır. ”Allah’ın sana verdikleri ile, Ahiret yurdunun peşinde ol, Dünyadan da nasibini unutma! Allah’ın, sana ihsanda bulunduğu gibi, Sen de, ihsanda bulun. Yer yüzünde fesat peşinde olma, Şüphesiz ki Allah , Bozguncuları sevmez.” (Kasas 77) Bu İlâhi dengenin bir tarafında, Rabbin nimetlerini, Anlat da anlat, diyen ideal kefe, Diğer tarafta, Yemin olsun o gün, bütün nimetlerden sorulacaksınız. Diye ikaz dolu olan kefe…İşte muvazene, İşte aranan denge… Yüce Allah’ın İsa (a.s.) la Peygamberimiz Hakkında Konuşması; Yüce Allah, İsa Aleyhisselâm’a: Ey İSA! Senden sonra, öyle bir ümmet getireceğim ki; İlimleri, şefkâtleri olmadığı halde, Sevdiklerini gördükleri zaman onlar, Hallerine bakıp hep şükredecekler! Sevmedikleri olduğu zaman da, Hallerine hep sabredecekler. Ecirlerini de, benden bekleyecekler dedi. Ya Rab’bil alemin! --Onların ilmi şefkatleri olmazsa, nasıl böyle davranabilecekler? Ya İsa! --Onlara şefkatimden kendi ilmimden İhsan edeceğim diye buyurdu. Yüce Allah’ım!...Işığa hamile, Kapkaranlık dünyada… Umutla bir bekleyiş, âlemde… Müjde dolu akisler var ufukta… Tavsiyeler,Tavsiyeler dolaşıyor dillerde. Koşun,Koşun O’na, Zuhur eder etmez bütünleşin, Bütünleşin Onunla, Onun nuruyla… Yüce Allah buyurur: “İnkâr edenlerin işleri, Engin çöllerdeki serap gibidir. Susayan kimse onu, Su zanneder. Fakat oraya geldiğinde, Hiçbir şey bulamaz. Orada Allah’ı bulur, O da hesabını görüverir. Veya; Engin denizin, Karanlıklarına benzer, Onu üst üste dalgalar, Dalgaların üstünü de bulutlar örter. Karanlıklar üstünde karanlıklar, İnsan elini uzattığı zaman, Nerede ise onu bile göremez. Allah’ın nur vermediği kimsenin, Asla nuru olmaz.” (Nur 39-40) ŞEKİL VE ŞEMAİLİ Allah’ın son resulü, Muhammed Mustafa, Yaratılışça, ahlâkça, bütün insanların, En güzeli en mükemmeli!.. Allah onu övmüş yaratmış, Bütün uzuvlarını mütenasip kılmış, Endamı lâtif, cildi ipekten zarif idi. O, Allah sevgilisi, O, ufuk peygamber, O, gaye insan, O, Varlığın tacı…… Karşımızda insan oğlunun En güzeli var. Boyu, uzunla orta arası… Her uzvu arasında, göze görünmez, Bir terkip sırrı belirten endam… Kâinat’ın efendisinde, Şekil ifadelerinin, en tılsımlısı, ahengi bir birine denk. Baştan aşağı ahenk. Kirpikleri uzun, Gözleri kara, İki kaş arası açık, Buğday tenli, gül yanaklı, Mübarek yüzünde, nur parıl parıldı!... Dişleri inci, Gülünce güller açardı. Teninin kokusu misk-i amber saçardı….. Saçları ne tam düz, ne de kıvırcık, Omuzlarına kadar uzun idi. …Ne ipek, ……Ne çiçek, ………Hiç bir cinsin, ………..Esrarlı terkibinin, ………….Yetişemeyeceği , ……………….Bir cilt yapısı. …………………Hafif kırmızılık, ………………Pembelikle karışık beyaz! …..……………Tarif edilmez beyaz. …………………Yakıcı güneş’in, fazla kanın tesiriyle, ……….………….Hafif esmer ve kırmızıya çalan, …..Nurani bir beyazlık!.. Bu beyazlığı, ne fildişi, ne gümüş, Ne has ekmek ne de ak buğday anlatabilir… ..Ben beyaza hayranım, …..Beyaz temiz, beyaz saf, …..….Beyaz arı!... …….…..Bak nasıl da boyuyor, ………..….Baharda bozkırları!... Beyaz can, beyaz canan güler erik dalında, Karda kışta tozutur, söyler hasret türküsü, Şeref iffet namustur, destandır her alında, Beyaz dostluk çağrısı barıştırır her küsü. Beyaz bulutta serin, yağmurda karda arık, REnk cümbüşünde hoppa, birazcıkta şımarık. BaYram gününde sevinç, neşe bayram yerinde, ŞafAğında günaydın, günaydın göz ferinde, BeyaZ her zaman güzel, son evin mermerinde. ……Beyaz oyada sabır, kahkaha papatyada, ………Beyaz pamukta ılık, sedefte nurdan oda. …………Mahyalarda bir dua, mabette huzurdan iz. ……………Beyaz ana sütünde, Meryem’de daha temiz. Âlemlerin uğruna yaratıldığı, O yüce peygamber’in başları büyük, Bu muhteşem kafa! Fikir ve bütün insanlığın, Takip edeceği yola ait, Plânlarla dolu, belki çekilmez yük! Mukaddes muhafaza. .Hârikuladeler hârikuladesi… ………Bu başı çevreleyen, …..Kulak memelerine kadar uzayan, …………Zümrüt saçlar! ……………Ne tam kıvırcık, ne tam düz. Bu saçlardan çıkan râyiha, koku saçan ne varsa, Hepsinin rüyası…. …..Açık bir alın, bu alın yanında, Kartal yuvası, Serçe tüneği bile değil!... Hiçbir mabedin cephesi, Bu kadar heybetli olamaz. Kaşlar ince uzun, .Uçları hafif açık aralarında bir damar, Öfkelendikleri zaman, kabarır bu damar. Sakinleştiği zaman, kaybolur. Gözleri büyük ve siyah, Bir çift siyah incinin üstünde! Dünyaların kurtuluşuna kefil bir şule!…. …..Gözleri etrafında, hafif bir pembelik, ………....En güzel gözle, ……… Göz zeminini tamamlamış!... ……………...İlâhi esrar….. .En ileri haddine kadar gören gözler! ……….Gökler kadar dipsiz, ………….. Zıt tarafı da, görmeye mezun!... Ama’ların gözünü açan, İsa peygambere karşılık! Kör insanlığın kalp gözünü, Açmaya gelen son Resul…. Ve ona mahsus gözler!..... Hiç bir ağız ve diş, Bu kadar güzel olmadı! Kıvrımların en vezinlisi, Fevkalâde bir ağız! Hafif seyrek, Nurdan yontma, Pırıl pırıl dişler. Ölçülü, uzun bir boyun, Göğsünün tam ortasından, Göbeğine kadar, Tek çizgi halinde kıllar. …….Göğsünde başka kıl yok! ……….İşte bu çizgi, …………Allah resulüne ait, (Şakkı sadr) ……….Göğüs yarılmasının delili…. ……….Baldırlar çok zarif, ………….Belirleyici nispette ince, ……………..Arşa basan ayaklar büyükçe, …………………Eşsiz asaletini besteleyen, …………………….Parmakları zarifçe!…. Diyordu ki; “Kardeşim Yusuf benden beyazdı, Fakat ben ondan güzelim!” Allah ona dedi ki; “Sen büyük bir yaratılış üzerindesin” Nur yolunun fışkırır noktası, Derinlik ve incelik madeni… Hazreti Fatıma; Babası ve Allah’ın sevgilisi Muhammed için diyecektir ki: “Yusuf’u, Gördüklerinde, Ona hayranlık duyup, Ellerini kesmiş olanlar, Eğer gördüklerimi görselerdi, Göğüslerini parça parça ederlerdi.” Allah’ın sevgilisi, sevgili Peygamberimizi anlatmaya ne zaman yeter, ne de dil!..... Bunu burada keserek, Peygamberliğinin müjdesi olan ilk vahiyden birazcık söz edelim. Hıra Nur tepesinde Cebrail a.s. getirdiği vahiy şöyle diyordu. DEVAM EDECEK |