UMUTSUZLAR PARKI
I
Biliyorsunuz parkların Sizi çağıran tarafları İnsanın gizli, karanlık köşeleriyle oranlı Orada saklanıyor onlar Çünkü her türlü saklanıyorlar orada Bir yağmur öncesinin loş sokaklarıyla Dağınık mavisiyle gözlerinin Sevgi vermez kadın uçlarıyla Korkuya, sadece korkuya sığınmış olarak Eskimiş, kurtlanmış ikonlarıyla kiliselerinin Yalvaran bakışlarıyla –nasıl da sevimsiz- En kötüsü, belki en kötüsü Bir duygu açlığıyla soluyarak Parklara yerleşiyorlar, parkların Onları çağıran köşelerine Bir karıncayı selamlıyorlar, besili, siyah Bacak aralarından Çömelmiş, öyle sakin Selamlıyorlar “Günaydın” diyorlar atılmış bir kâğıt parçasına Kuleler yapıyorlar ayak parmaklarından Birinci katta bir kibrit çöpü oturuyor Acılar alıp veriyor dünyadan Dillerini gösteriyorlar, diz kapaklarını Bir sıkıntı şiiri gibi Sıkıntı İşte Tam orada duruyorlar. II Bu kimin duruşu, bu sizin en gülmediğiniz saatlerde Her cümlede iki tek göz, bu kimin Ya da kim korkuttu bu kadar sizi Bu nasıl sevişmek, üstelik bu kadar hızlı Ya da tam tersine Boş vermek öperken, severken boş vermek sevmelere Sulardan ürpermek gibi dokununca, Ya da ben kimi sarmışım böyle kollarımla Kime söz vermişim, biraz da unutmak gibi Denir mi, ama hiç denir mi, iş edinmişim ben İş edinmişim öyle kimsesizliği Kendimi saymazsam - hem niye sayacakmışım kendimi - Çünkü herkese bağlı, çünkü bir yığın ölüden gelen kendimi Konuşmak? konuşuyorum, alışmak? evet alışıyorum da Süresiz, dıştan ve yaşamsız resimler gibi. Ne çıkar sanki sardıysam sizi kollarımla Unutmak, belki de unutmak olsun diye mi Onu da tatmak gibi Oysa ne bir evim oldu, ne de bir yerim var şimdi gidecek Ama gitmenin saati geldi Kirli bir gömleği çıkarıp asmak Yıkayıp kurutmak ister ellerimi Su içmek, saati kurmak ve sebepsiz dolaşmak biraz da Açınca camları - diyelim camları açtık ya sonra? - Sonrası şu: ben bir camı, bir perdeyi açmış adam değilim Bilirim ama çok bilirim kapadığımı Öyle iş olsun diye mi, hayır Bilirim içerde kendimi bulacağımı Dışarda görüldüysem inattan başka değil Evet, çünkü bu karanlık işime en geleni Kendimi saklıyorum ya, bir yığın ölüden gelen kendimi Oramı buramı dürtüyorum, bunu sahiden yapıyorum Ve açıyorum bütün muslukları Diyorum sular mı böyle, sular mı olmalı Ne geldiği, ne de gittiği yer belli Olmuyor, gene kendimi düşünüyorum Alıştım istemiyorum. III Binlerce, ama binlerce yıldır yaşıyorum Bunu göklerden anlıyorum, kendimden anlıyorum biraz İnsan, insan, insandan; ne iyi ne de kötü Kolumu sallıyorum yürürken, kötüysem yüzümü buruşturuyorum Çok eski bir yerimdeyim, çürüyen bir yerimden geliyorum Öldüklerimi sayıyorum, yeniden doğduklarımı Anlıyorum, ama yepyeni anlıyorum bıktığımı Evlerde, köşebaşlarında değişmek diyorlar buna Değişmek Biri mi öldü, bir mi sevindi, değişmek koyuyorlar adını Bana kızıyorlar sonra, ansızın bana Kimi ellerini sürüyor, kimi gözlerini kapıyor yaşadıklarıma Oysa ben düz insan, bazı insan, karanlık insan Ve geçilmiyor ki benim Duvarlar, evler, sokaklar gibi yapılmışlığımdan. Bilmezler, kızmıyorum, bunu onlardan anlıyorum biraz Erimek, bir olmak ve unutulmak içindeki onlardan Ya da bir başkaca şey: ben kendimi ayırıyorum O yapayalnız olmaktaki kendimi Böyleyken akıp gidiyorum bir nehir gerçeği gibi Sanki ben upuzun bir hikaye En okunmadık yerlerimle Yok artık sıkılıyorum. IV Biliyorsunuz, size geldim sadece Kapınızdan aldım, ballı çöreklerinizden Peki bu sevinmek niye? Girdim ki içeriye yıllardır soyunuyordunuz Ve işte giyiniyordunuz yıllarca Bir Mısır, bir Roma, belki de bir Yunan elleriyle Eski bir insandınız merdiven gıcırdıyordu Her eski daha bir eskiyi uyarıyordu Otlar ve geyikler duruyordu tanımsız sadelikler içinde Sesler mi? acı sesler geliyordu erkeksiz, yanık Bir türlü bakıyor, gene bir türlü soluyordunuz işte Düşündüm, ama merdiven gıcırdıyordu Olmazdı sanki gıcırdamasın, ürpermesindi bir yerimiz Biliyorsunuz olmazdı Ağzımız koksun, ama koksun, biz iğrençliğe de varız Yatalım, leş gibi yatalım, öylesine alıştığımız ki bu Bir kumru bir kumruyu tamamlasın Bir yılan, bir fare bir deliği kapasın bu Sadece bu. Bak göreceksin nasıl da ayrılmak istiyoruz sonra Nasıl da kaçmak istiyoruz birbirimizden Yeniden yeniden yeniden Yeniden hazırlanıyoruz Sanki bir güzelliği ödüyoruz Belki bir güzelliği ödüyoruz. V Biz olmayan insanlarız, ya da çok kuşkuluyuz - böyle Nereden geldiniz, tam sizi soracaktım - böyle Biraz da soğuk almışım, biraz da içki, biraz da bahçe Yukarı çıkalım, hadi çıkalım, annem çay pişirir size Çünkü o bizim yukarda her zaman bir mavi olur Güneşler girer çıkar ellerinize Biriyle konuşuyorsunuz, olmayan biriyle, hadi sevinin Kim bilir, belki de buluşursunuz Söz verip sizi bekletenlerle Sonra da çıkarız - niye olmasın - bahçeye çıkarız birlikte Otlara basarız, dallara değeriz, bunları hep yaparız Biraz da susmalıyız. İnsan bir şeyler aramalı kendinde. Dedim ya, annem de var, ama çay pişirmez size Durur da durur işte yıllanmış heykeller gibi Bilmem ki, bilmiyorum da, belki de benim annem yok Belki de öyle beyaz ki, alışmış görünmezliğe. Nereye gidiyorsunuz ama nereye Sanki biz olmayan insanlarız biraz da kuşkuluyuz Ya da çok kuşkuluyuz - böyle. VI Yüzümü size çeviriyorum, siz misiniz? Elimi suya uzatıyorum, siz misiniz? Siz misiniz, belki de hiç konuşmuyorum Belki de kim diye sorsalar beni Güneşe, çarşıya, kadehe uzatacağım ellerimi Belki de alıp başımı gideceğim Biliyorsunuz ya bir ağrısı vardır gitmenin Nereye ama, nereye olursa gitmenin Hüzünle karışık bir ağrısı. İşte bir denizdeyim, dalgalar ortasında Kim olsa denizci der, denizden anlayan der bana Adımı bilmeden der, adımı bilmeden Şafaklar kadar güzel adımı O zaman bir kıvrılandır, bir kuruyandır dudaklarım Ve gittikçe sıkılmaktır ülkesi sıkıntının Sanki bir yokluğa, bir çaresizliğe bakar gibi Nice yüzler görürüm, nice değişik kıyılar İnsanı, o kayalar gibi sert insanı Bekledikleri kadar. Bir ağız, bir tütün, bir mızıka gerçeği gibi Varınca kıyıya birden Değilsin artık gemici. VII Bana bir şeyler söylediniz, anlamadım Bir cümle, iyi bir söz, gene anlamadım Doğrusu hiç anlamadım, siz ne demiştiniz? Ben ne demiştim, ve çekip gitmiştim sonra Öyle ya, niye hiç değişmedi bakışlarınız? BİTMEDİ, DİYORUM BİTMEDİ ŞAŞKINLIĞIMIZ. O gün bugündür işte – ben mesela Çok usta bir avcının gözleri karşısında Bir çocuk olarak taptaze oyuncakların Ve çok ölçülü saatlerinde ev kadınlarının Ki birdenbire açılan kucaklarında BİTMEDİ, AMA BİTMEDİ ŞAŞKINLIĞIMIZ. Bitmedi anlaşıp soyunduğumuz gün – o beyaz Bir taşı kaldırdığımda o akıl almayacak yaşayış Tanrıyı sorduğumda, olur ya, günün birinde tanrıyı Odama kapanıp saydığımda ayak parmaklarımı Kapımı çaldıklarında – bunu size söylüyorum anladınız Kaykılmış, büyümüş gözleriyle onların Kim der ki yalan, ve yalandır orda konuştuklarımız BİTMEDİ, DAHA BİTMEDİ ŞAŞKINLIĞIMIZ Üstelik bitecek gibi değil Biri kopmuş ayağından, biri kopmuş kimsesizliğinden Sımsıkı tuttuğu dönerken köşeyi Elinde bir bıçakla Ve öldürmek isterken – kimiyse kimi Gülünç, sebepsiz, bilinç altı Ama tutalım, koyvermeyelim Tutalım koyvermeyelim bırakın kibarlığı Yanılmak kolay, üstelik çok belli işte yanıldığımız BİTMEDİ, DİYORUM BİTMEDİ ŞAŞKINLIĞIMIZ. Paralar bozduruyoruz, gereksiz eşyalar alıyoruz bu yüzden İçtikçe içiyoruz o çocukluk günlerinin yüzüyle Birimi öldü ne, selviler, mezar taşları, kalabalık Ya da bir masal mı söyleniyordu, hiç mi bitmeyecek bir Masal Kimbilir n’olduydu gene İşte bir sevgilinin bırakıp gitmesi üzerine Apışıp kaldığımız, yatıverdiğimiz yemekten sonra Saatin kaç olduğu – üstelik sorulmaz ki Sabah kadar sabaha Uyuyup uyandığımız BİTMEDİ, DİYORUM BİTMEDİ ŞAŞKINLIĞIMIZ. Evlere sığamıyoruz, öylesine büyüdü ki vücutlarımız Ve konuşmalarımız, öyle büyüdüler ki peşi sıra Hani hep bir olup da eve taşıdıklarımız Kahveden, meydandan, sokak içlerinden Bulup da çıkardığımız Konuşmalar: - Biri geliyor sözü değiştirelim - Yürüsek açılırdık - Bu ne uzun bakmak kendinize - Ağzım mı kokuyor ne, yaa! ... çok kötü günümdeyim - Akşama bezik, evet, siz ne içerdiniz? - Annem mi, çok sevinecek.. - Belki de sinemaya gideriz.. - Bilirsin erken kalkmalı, yarın.. (gülüşler) yok canım! - Siz yarın deyince aklıma ölmek geliyor, katıla katıla ölmek - Bana kalırsa.. - Evet size kalırsa - Bana kalırsa şimdiden eğlenelim - Sus! - Biri geliyor - Biri geliyormuş sözü değiştirelim Yengemin başı ağrıyor, tek sebebi büyümek Masalar, tabaklar, hani şu kirazlar koyduğumuz Kalmadı adım atacak yer bu yüzden Oğuza söylemeli, bir daha çiçek getirmesin Lale de saçlarını kestirmeli Sonra gereksiz eşyalar var, bir gün oturup konuşalım Örneğin şu hasır koltuk neye yarıyor Bana kalırsa babamın mineli saati Tek başına bütün bir odayı dolduruyor Hele annemin güneş gözlükleri Yarından tezi yok, çakımı, kol saatimi, eldivenlerimi Aaaa! Kitaplarınız BİTMEDİ, DAHA BİTMEDİ ŞAŞKINLIĞIMIZ. Üstelik bitecek gibi değil Çok yaşlı bir kadın yün eğiriyor – düpedüz ilgisizlik Bisiklet yarışları, akşam gezintileri, insan ne güzel eğleniyor Bir hırsız giriyor ellerinize, polisler hırsızı kovalıyor Daha akşama çok var – olsun – biri sizi öpmeye hazırlanıyor Bense berbere uğrayacağım, şu saçlarıma bakın! Üstelik bilmiyorum bu şarapları nasıl içiyoruz Balıkları nereden geliyor soframızın hele Yıllardır ama, yıllardır neyi koysalar önümüze Alıştık, sadece bir türlü bakıyoruz. İşte biz böyle yapıyoruz. VIII İnsan doğduğu günleri iyi bilmeli Size çiçekler aldım, adımı yazdım üstüne, iyi bilmeli Korkunç bir Yahudi, korkunç bir pastayı bölüyordu ikiye Bir avlu taptaze bir çaydanlığı gösteriyordu giderek Oooo! Demek bütün insanlar çay içecek Bilmem, çok uzakta biri sevindi Sonra ben sevindim; acı mı, sevinç mi, ama bilmeden Belki de ilk olarak vardım ayakta durmanın tadına Sıktım ki sıktım bir ara dişlerimi Bir bakış, bir korku, yada gereksiz bir eşya Yani ne varsa atılması gereken sırtımda Önce yavaş yavaş, sonra hızlı hızlı Ve bir Ortodoks kabalığınca içten Soyundum, yıkandım, ki görülmemiştir böylesi Aklıma geldi derken; acı mı, sevinç mi gene aklıma Ben ki bir ölüyü beklemekle geçirdim geceyi Bir ölüyü ve ölünün bütün inceliklerini Size çiçekler aldım, adımı yazdım üstüne, biraz da bunun için Gözlerim görüyordu, öyle ki, benden ayrı görüyordu gözlerim Dişlerim ağrıyordu, denir ki ayrıca ağrıyordu benden Bilmem çok uzakta biri sevindi Sonra ben sevindim, kadınlar sarışındı Ben biraz esmerdim, o kadar İşlerim kötü gitti Bilseydim katılırdım savaşlar oldu ötemde Yaşayanlar güzeldi İnsan doğduğu günleri iyi bilmeli. Geçen yıl korkulu bir çağda uyandım Sur dışlarına çıktım, sıcak havaları severdim Mezarları gördüm, müzeler daha güzeldi Annem sevinmek için boncuklar alıyordu çarşıdan Ben boncuğu sevmem, hele kırmızı hiç sevmem Demek çok uzaklarda biri sevindi Sonra ben sevindim, o ben ki işte bütün gün Bir ölüyü bekledim ve ölünün bütün inceliklerini Biri bir cinayetten dönüyordu, şan getiren bir cinayetten Biriyse bir köleydi, kâğıtlar kalemler içinde Akşamlara dek bir masa katılığınca gün Ama o gün bugündür ayrılmadım ben Ayrılmadım işte o Beklediğim ölüden. Pek yakınım olacak, karım, ya da kızkardeşim Belki hiçbiri değil, sadece bir kız Öyle ki, biralar, yaz günleri, onunla biraz güzeldir Ama çok iyi bir günde çıldırıverdi Yalnızlıktan İnsan doğduğu günleri iyi bilmeli Sonra temizce bir yemek yemiştim, hatırlıyorum Dövülmüş kısraklar gibi uyumuştum Bir şeyler ummuştum, umudu kesmek gibi Sonra da gürültüler yapmak için dışarı çıktım Kocaman bir adamdı dışardakiler Bilmem, böylece kaça çıktı bekledim ölüler İşte her bakımdan kendini arıyordu biri Şaşırmış arıyordu – ben miydim neydim – Yıkılmış, bunalmış, sürgün içinde Kendini arıyordu, aynı renk, aynı biçimdeki kendini İnsan doğduğu günleri iyi bilmeli. Koşup duruyorken, önce aşkların peşi sıra İyi günler, serin evler, baygın kokulardan gelen aşkların Bu sanki en azından tanrıyla işbirliği Ya da buluşmak gibi özüyle insanların Oysa bir sığıntıydım çok uzaktan bir gülmeye Yalvaran gözleriyle – açılmış açıldıkları kadar – Ya da bir tilki avında kim bilir kimin inceliği - Gözleri, ufukta bir yerdi işte gözleri – Belki de yer alıyordum korkuyla avuntu karşısında Belkide yitirilmiş, yok bakacak bir yeri Ya da bir ölüydük işte ve ölünün bütün incelikleri Size çiçekler aldım, adımı yazdım üstüne, iyi bilmeli Korkunç bir Yahudi, korkunç bir pastayı bölüyordu ikiye Bir avlu taptaze bir çaydanlığı gösteriyordu giderek Oooo! demek bütün insanlar çay içecek Hayır! Çok uzakta biri sevindi. IX Artık ne uyanmak için bu sabahlar Ne de bekliyoruz, beklemek için değil Üstelik ne de bir karanlıkta anlatıyoruz bu düşünceyi Ne açıp da ağzımızı tek kelime Yok, hayır, kaskatı durmuşuz sadece Durmuşuz; ölümü, acıyı, daha neleri durdurmak için Evet bir de cins tuzaklar kurmuşuz gözlerimize Tuzaklar, ve sanırım herkesin işi bizi anlamak Biz ki dört kişiyiz evde; ben, çocuklar ve karım Artık adını sürdüremiyoruz gizli kalmanın İçkiler içiyoruz, en çok da kötü içkiler – Hıh sığınmak! Bilmem ki ne demeli, böylesi içinden geliyor insanın Belki de alışıyoruz, soylu bir düşüncedir alışmak Diyoruz, belki de En önce İsa almıştır kendi söylevlerine Sonra da biz; ya durmak, ya da bir zincirle oynamak bütün gün Ya da pek olağan şey, katılmak bir döğüşe Korkmak, o kadar korkmak ki sonuca varmak için Sinmek, kalakalmak dört duvar arası bir yerde Bakınca duvarlara – üstelik böyle de bakmak kendimize Biz ki dört kişiyiz evde; ben, çocuklar ve karım Artık tadını sürdüremiyoruz gizli kalmanın. Karımı soruyordunuz, her zamanki gibi çok geveze Bir gün onu yaşarken görmüştüm – görmüştünüz Çiçek mi koparıyordu ne, elini tutmuştum tutmuştunuz Yani ben ne yaptıysam, o sizinde yaptığınızdı biraz Ben ki ne yapmıyordum, o sizin de yapmadığınızdı. Karımı sormuştunuz, nedense ölmüştür karım Sizinle yemeğe gitmek gibi kolay ölmüştür işte O kadar kolay ölmüştür ki, belki de anlatırım Ne süs, ne çiçek, ne de bir şölen Üstelik ne de bir şey eksiltti gülümsemesinden Konuşup duruyordu gene akşamlara dek Kumarsa kumar, içkiyse içki Yani bir kedi gelirdi arada bir Bir köpek siyaha koşardı ellerinden Bense o günlerde bir kürk tacirinin evinde Tırnakları kirli bir oğlanla Bir gemici durmadan bir sıkıntıyı anlatır Şişeleri devirir elinin tersiyle. Karımı sormuştunuz, nedense ölmüştür karım Sizinle yemeğe gitmek gibi kolay ölmüştür işte O kadar kolay ölmüştür ki, elbette anlatırım Bana gelince, günlerce kendimi yokladım ben Elimi kanattım, yüzümü kestim, kafamı vurdum bir yerlere Uyudum uyudum uyudum öylesine Ve şaşırdım böylece yemek saatlerini Ve sabahlara karşı yattım, aklıma çocukluğum geldi Sevdim ki sevdim o her zaman sevmediğim şeyleri Koynuma bir bıçak yerleştirdim, düşmeyecek gibi eğilirken Geceleri kapkalın adamlarla döğüştüm Birinde yaralandım üç dikiş vurdular göğsüme Bir gün de peşi sıra gittim bir adamın Siyah elbiseli, siyah şapkalı, eldivenli Adamsa ummadığım şey, bir bankaya girdi İstediğim kirli işlere karışmaktı, olmadı. Bir gün de bir lokantaya girdim, yanımda biri vardı İğrendim, ama susmayı seçtim sadece Böyleyken garsonun biri elini kesti Çıkardı mendilini, bir düğüm attı üstüne Masaya geldi derken usulcacık masaya Geldi: ne içersiniz? sahi biz ne içer mişiz? Şarap mı, konyak mı, ve ne dermişiz viskiye Çıkalım dedim o yanımdaki kız gibi herife Başını salladı, kim olsa böyle yapardı, çıktık Karanlık, uzakta surlar, ve kadınlar geliyordu üstümüze Bense şaşırmış gibi çıkalım diyordum durmadan Adamsa bakıyordu, şaşırmış bakıyordu kendimize Hep böyle diyordum işte, çıkalım çıkalım çıkalım Çıkalım diyordum, çıkalım diyorduk, hadi çıkalım Nereye, ama nereye? Belki de biliyoruz, doğrusu bilmiyorum, biliyor musunuz? Ben askerdim, yağmur mu yağıyordu, bir yere geldim Üçüncü sınıf bir otele indim, tırnaklarım kirliydi biraz Bir o kadar da kirliydi ayaklarım Burnum mu kanadıydı ne; ispirto, pamuk, sırtüstü yatmak Yattım öğleye kadar, otelci karısını dövdü aşağıda Üç çocuğu vardı otelcinin, bir horozun başındaydılar Sabahsa bir karışık şeydi, sanırım peynirler, salamlar kesiyordu Adamlar En ayıp yerlerini tıraş ediyordu biri Alıştım gitti Sonra yıkandım, tıraş oldum ben de, görmeliydiniz Sonra da bir bara gittim – neee! Bara mı gittiniz? Doğrusu müzelere gidecektim, biriyle buluşacaktım – sonra da Tam üç yıl oluyor özlediğim bir kadınla... Öldüyse, hayır ölmemiştir, nereden çıkardınız? Neyse ben bara gittim, çıkarken anladım gittiğimi Başım da ağrıyordu, üstelik alnımın üstünde koca bir yara Ya duvara çarptımdı, diyorum, ya da kestimdi bir bardakla Ya da kim bilir, bana sorarsanız tanrısal bir şey Elbette, kim ne der, inanmışım ben Bir keder, bir susuş, ve bütün bunların yüze vurmuşluğuna Otele döndüm sonra, oteller gidiyordu biraz Girmeler çıkmalar, uzanıp yatmalar büyüyordu odalarda Otelci duruyordu, karısı duruyordu, çocuklar durmuştular Birden aklıma geldi, dilimi çıkarttım onlara Dilimi çıkardım; sipsivri, kıpkızıl, ucunu oynatarak Onlar ki biraz şaşkın, acıyorlar gibi biraz da Sonra pek tuhaf oldu, ne yapsam, yalıyor gibi yaptım elimi Öyle ya, elimi kestimdi ben – ne yani, deli değilim ya! Yukarı çıktım, bilseniz çığlıklar içindeydi odam Yataklar bir şeyleri kaydırıyordu soluk soluğa Bardaklar büyümüş – o gün bugündür anlatamam büyümeyi Çoraplar, gömlekler, kravatlar taşıyordu sokağa Bir kedi esniyordu – ben gördüm – üstünde şehirlerin Bir böcek – yetişir be – dünyayı yokluyordu bacaklarıyla Yığılmış kalmışım öyle, sonradan anlattılar İyi ki anlattılar, otelci karısını dövdü gene aşağıda Biliriz, üç çocuğu vardı işte otelcinin Ama bilmiyoruz, biz neydik ve ne olmağa. Kalktım bir bara gittim – neee! bara mı gittiniz? Doğrusu müzeleri gezecektim; biriyle buluşacaktım – sonra da Tam üç yıl oluyor özlediğim bir kadınla Kadın mı dediniz, dedim ya, ne olacak? Hiiiç! Alışmak, sadece alışmak. Ben o kadınla yattım mı, kör olayım bilmiyorum İnanın Yattımsa Ama bilmiyorum. X “Ya ne yapmalı “ diyor annem bu geçkin çizgileri “Yıllardır aynı evdeyiz” bunu ne yapmalı Babam: ve ne yapmalı diyor bu bir yığın geleneği İşte bir sahnedeyiz: ev, gelenek, duygulu kadın Bense ufacık taşlar üzerinde bir ufacık şey olmanın Bir pencere beyaz, bir karanlık mayhoş, ne iyi Sürüyle odalar, sürüyle gülüşler, sürüyle konuşmalar Ne yazık! vakit de yok kurtarmak için geleceği Düşünsek bile şimdiden – düşünemiyoruz ya Üstelik ne çıkar bundan, ve ne katardı yaşamımıza Hiçbir şey! çünkü ne varsa içimizde gelecek için Sanki bir öyküsü bu hayatı süslemenin Soframız, yatak odalarımız, lambalarımız Annemin tarih kitapları, babamın güneş gözlükleri Kuyular gibi işte, şişeler sarkıttığımız yaz akşamları Tavan arasındaki boşluk, gölgesi karşı duvarın Kırlangıç yuvaları, yüzümüzden cins kanatların geçtiği Kavunlar karpuzlar yardığımız, o yemekten ayrı düşündüklerimiz, o Bir şey mi kaybettik öyle, kim bilir bize neler eklediği Sonra bir bıçak gibi durduğu sarısı içe çökmüş lambaların Babamın kaşları çatık, annemse düşünceli Kim bilir n’olduydu gene, diyelim bir yoksulluk önceliği Belki de hiçbiri değil, canımız sıkılmaz istemiş o kadar Annem: ve ne yapmalı diyor bu geçkin çizgileri Böylece bir sahne daha: güneşler, alışmak ve biz Sanki bir tramvaya bindik, az sonra ineceğiz Aksilik bu ya, diyelim ansızın bozuldu tramvay İndik, ve yeniden beklemeye koyulduk hepimiz İşte bir sahne daha: bir sigara yaktıydı babam Annem saçlarını düzeltti, bir şeyler gösterdiydi eliyle Bizse kısa bir oyun tutturduk, hiç! yetinmek için sadece Öyle bir sahne ki bu: anladık, sevdik, ve unuttuk her şeyi Sonra bir tramvay daha geldi. XI Size baktığım yol uzamakta Kendime baktığım yol uzamakta Yoruldum, bunaldım, canım sıkılıyor Eve dönmeliyim, iyi bir yemek, uyumak istiyorum sonra Yok eğer uzayıp gidecekse bu iş Derim ki vakit erken, hava da güzel nasıl olsa Çocuklar görürüm, uzağa bakarım, saçlarımı tararım hiç değil Belki de biri seslenir, güneşler güneşler tutan uyruğunda Bir resim görürüm ya da – ortalık inceydi biraz Ya da resim gördüm; köşede, antikacıda Ve düşündüm diyelim yanında bizim şamdanların Bir uyuşma olacak annemin saçlarıyla da Ne zaman? elbette sabahları Sabaha baktığım yol uzamakta Uyumak, nasıl uyumak, daha bilmiyorum İki perde arası soğuk bir limonata Belki de çıkınca evden taşıtlar beklediğimiz Ve taşıtlar beklediğimiz durakta Birini gördüğümüz ya da, geveze, kaypak, sıkıcı Bitmesi bir olayın – ölüm mü geliyor aklınıza? Kim bilir, belki de ölüm Ama korkmayın, bütün iş korkusuzlukta Öyle ya, ha dibinde ölmek gümüş şamdanların Ha bir cellat elinde, gözleriniz kapalı Belki de yürüyorken iki taşıt arasında Belki de bir intihar; güzdü, çiçekler vardı Şişman bir adam kulaklarını tutuyordu dünyada Dünyaya baktığım yol uzamakta Ve biraz düşünsek mi, alıştık nasıl olsa Kim bilir neyi istiyorduk, neyi anmıştık az önce Dönsek mi dersiniz, gene dönsek mi oraya Oraya baktığım yol uzamakta Ya da bir bahçedeyiz – üstelik kadınlar vardı Ağzınız, çatallar, tarçınlı pasta Ya da bir toplulukta – iyi yaptınız! Bu çok hoştur! – size söylüyorum – yaramaz çocuk! Beni de sandınız! – evde mi? – hayır! Limonlukta Ve hemen kalktınız, bir yangın yeriydi orası Ya da aklınız olacak sizi bir yangın yerine bağladı Kızgın güneşte bir şişe ispirtoyu devirdiniz Kutsal bir iş yaptınız ve yerleşti sizde bu kanı Belki de bir din devirdiniz; anneniz, annenizin saçları Gümüş şamdanlar, sabah ışığı, vesaire Ve sanki her olay, her davranış ölümün bitişiğinde İşte evdesiniz, iyi bir yemek, uyumak istiyorsunuz sonra İstemek, neyi istemek, daha bilmiyorsunuz Açtınız radyoyu, ılıyan bir ses kanınızda AIO, İAO, AĞ UĞ AĞ Ve kahkahalar arasında kahkahalar Orada, aşağıda Tek umut, tek varış, tek kurtuluş gibi Ve kaskatı kesilmiş, beyaz Sallanıyorsunuz boşlukta. XII Bir kedi başını kaldırdı, ve adam esnedi – tak Bir yüzü vardı kocaman düşüverdi avuçlarına Bilmem ki gelir miydi? – saat üç buçuk – üstelik hava.. Sonra şu yağmur bulutu, boşandı boşanacak Bir kedi ürperdi, ve adam yeniden esnedi – tak Acaba? Yazıldı saatin üç buçuk olduğu havaya Boşandı, taptaze üçler halinde bir yağmur Kim bilir, bu saatte, onu anlıyorum Belki de unutmuşumdur. İşte düğmeler, iğneler, ibrişimler satılan bir dükkânda Herkesin akşamı onu buluyordu Bir adam sakallarını yokluyordu kasılarak Sizi bekliyorum – beni bekliyormuş – niye olmasın? Bir bakış, bir gülüş, ve yüzünü yüzüne tutuyordu ustaca Adamsa şunu yapıyordu: hiçbir şey, ama hiçbir şey Ne tuhaf! – Ben olsam! – ne çıkar ben olsam da Gelmedi, gelmeyecek ve otuz yıl önce yazlıkta Oturmuş bir köstebek yavrusunu bekliyor Çıkmadı, ama çıkacak – babası sesleniyor Bir sofra duruyor, gerilmiş çilek kokularıyla Tam çileğe geldi sıra, uzattı çatalını batıracak Hayır! bir tuhaftır bu, insan gecikmek ister biraz da Gecikmek: sanırız bizi bir şeyler bekliyordur olağanüstü İşte ansızın biri çıkacaktır karşınıza Hiç yoktan biri çağıracaktır sizi Ya da bir kadın bayılacak, bir memur çıldıracaktır önünüzde Bir kurşun, bir kurşun daha Yere serecektir bir serseriyi Gecikmek: bana kalırsa eve dönmeli en iyisi Bir küfür, bir patırtı ve babası çıkışıyor Annesi, annesi biliyor başına geleceği Bahçede bir kız çocuğu erik ağacını sallıyor boyuna Diyelim her olayda böylece bir şeyler bulunur Kalsın, daha çok zaman kalsın diye hatırda Bir gün, bir benzin deposu havaya uçmuştu biliyorum Bir alev, bir duman, usulca sokulmuştum Yanmış bir cep saatini aklımda tutmuştum yıllarca Gelmedi, ama gelecek, nedense alıştık zamansızlığa Bir kedi başını kaldırdı, ve adam esnedi bak Demek siz! – koca ihtiyar! – ıslandım işte! Saat üç buçuk, vallahi saat üç buçuktu gene Hey tanrım neye yaradı sanki unutulmak Kadın saçlarını tarıyor, ve usulca sokuluyordu adama Adamsa ayağa kalkıyor ve işte ayağa kalkıyordu ustaca Dışarı çıkıyor, içeri giriyor, üç aşağı beş yukarı Kadınsa domates doğruyor, yok mu ya bu yaz yağmurları Evet, sahiden, niye? Soruyor kadın: Bu yaz yağmurları.. XIII Şimdi her yerden bakıyorlar – demek uykusuzum – Kral birini çağırıyor uykusuz bitmiş olarak İşte Salı, akşama doğruyuz, Bay Kemik Taciri kestiriyor Vahalam’da, bilmem ki neresidir Vahalam Babamın, ak saçlı babamın açtığı yara Bir tarla konusu Oysa bre dolduran doldurana boşluğu Babamın akıttığı kan Bilmem ki neresiydi, neresidir Vahalam Babamı tanıyorum; oysa çorabı, tütünü, acılarıyla o adam Eksiği yok küfürden yana Onu buğdaylar öldürecek, sapsarı öldürecekler onu Belki de gelenek bu Al kılçıklarıyla ve hep birden – tamam! Bilmem ki neresiydi, neresidir Vahalam. Kral birini çağırıyor, basarak parmağını kağıda Bay Kemik Taciri çamurdan yüzünü üstümde tutarak Hırçık ve kadınsal bir sesle çıkışıyor Anlamak, sadece anlamak istiyor korktuğumu Bir adam sokağın alt yanını doldurdu Kırmızı elleriyle Masa camında bir çınar yaprağı derinleşiyor Evet, sizi anlıyorum Yani kendimi Saat beş, bu üçüncü çay, kalkınan bir yerimi öldürüyorum Ve işte bilmiyorum katil kim Bir burgu, gene bir burguyu oyuyor Ve karım otuzunu dolduruyor bu akşam Saat beş, diyelim erken dönmeli eve Kral birini çağırdı ve işte birini kovmak üzere Genel bir yanlışlık olacak, hadi kazandı Bay Kemik Taciri Beni bu kemikler öldürecek, yağlı, pis hayvan kemikleri Olanca aklığıyla, ve hep birden – tamam! Bilmem ki neresiydim, neresiydi Vahalam. Kral tacını çıkarıyor, başı ağrımış olacak Onu selamlıyorum, kapıyorum kapıyı ardından Saat beş, bakınca camdan onu görüyorum Camlarda iri gölge derinleşiyor, o Kralsa tavana bakıyor, bir kristal avize haklayabilir onu Bay Kemik Taciri karşıya geçiyor başarıyla Ben sadece paltomu giyiyorum Akşam Kral birini çağırdı; biraz et, biraz da şarap Oturmuş masaya Bay Kemik Taciri Karısı ve dört çocuğuyla Duvarda bir tüfek asılı, durmadan ona bakıyor Tavşanlar, keklikler, turnalar oluyor tüfeğin ucunda Başkaca bir şey olmuyor Ben kötü bir meyhaneye dalıyorum, ortalık küf kokuyor. Duvara alıştırıyorum gözlerimi – siz nesiniz duvarlar? Hiiiç! sadece duvarız biz Öyleyse bir yarım saat, karım da bekleyebilir Adamlar önce beyaz değil, sonra beyaz Bir şapka gene bir şapkaya asılı Bir palto gene bir paltoya Bir adam kendiyle döğüşüyor bir adamda Evet onu anlıyorum - Yani kendimi – Bir kadın bir sürahide biriyle sevişiyor Bir burgu gene bir burgu oyuyor ayrıca Bir adam dikilmiş ve dikilmiş içiyor durmadan Hey tanrım! omuzlu, güçlü kuvvetli Kocaman bir çocuk yüzü taşıyor yalnızlıktan. Gece, saat on, karım otuzunda olmalı diyorum Bir gidip bir geliyorum karanlıklarda Çiçekler alıyorum, bitmeden çiçeklerini gecikmelerin Ve dalıyorum içeri ışıksız bir kapıdan Aranmak, yenilmek, ve hayır! utanmaktı Vahalam Kral uyandı, karım iç çekiyor durmadan Bir sabah ışığı kendini yerden yere vuruyor Kızım uyuyor, ve uyuyan biri gibi konuşuyor karım Bir duvar resmi gibi konuşuyor Kral? Kral uyandı. Saat dokuzu on beş geçiyor, üşüyorum Güneşler mi vuruyor sırtıma ne, üşüyorum Ölgün ve değişmez adımlar atıyorum, üşüyorum Karanlık, pis adamlar çıkıyorlar mağaralarından Ne umut, ne hiçbir şey, sadece çıkıyorlar Bir gece, bir sabah, ve benim bakışlarımı taşıyorlar Karım ağlıyor, kızım uyuyor, karımsa gene ağlıyor Diyorum kim bilir belki de tamam! Orasıydı Vahalam. XIV İşte bu boşluk, durmadan bizi çağırıyor Kremler, pudralar, iç bunaltıcı kokular gibi Bir kır bekçisi köpeğini sevdi Bir çcuk delinmeş bir kovayı sürüdü – nereye? Bir kadın bağırdı bağırdı bağırdı Tam on yıl öncesine yarayacak bir sesle. |