Refika Doğan' ın Gözünden Âşık Kazanoğlu (Gülce/Buluşma)Şiirin hikayesini görmek için tıklayın GÜLCE- Buluşma
********************************** 1-HECE-SERBEST Tartışma ve kavgalarına son veren bir şiir türüdür. 2-Hece vezni ile serbesti, bir şiir bünyesinde buluşturmaktadır. 3-Oluşumu şöyledir: ---------------------------- ---------------------------- ---------------------------- ---------------------------- (Dörtlük: hece vezniyle yazılmış) ............ ................................................ .............................. ............ ......................(Serbest mısralar-mısra sayısı şairin isteğine bağlıdır.) Yani; -(Hece vezniyle yazılmış dörtlük) -(Serbest mısralar) VEYA BUNUN TERSİ DE OLABİLİR -(Serbest mısralar) -(Hece veniyle yazılmış dörtlük) 4-Hece vezniyle yazılmış dörtlük’ ün kafiye yapısı, hece sayısı, kalıbı tamamen şairin isteğine bağlıdır. Şair dilerse Hece ile yazılacak bölümü dörtlük değil, beşlik, altılık mısralardan veya değişik hece türleri ile de oluşturabilir. Yeter ki, hece-serbest buluşmasını gerçekleştirsin. Adı gibi BULUŞMA olsun. 5-Şiirin uzunluk, kısalık durumları tamamen şairin isteğine bağlıdır. BULUŞMA ŞİİR TÜRÜ şairimiz Harun YİĞİT ve Mustafa CEYLAN tarafından önerilmiştir.
Saygıdeğer kardeşim, Âşık Kazanoğlu’ na sevgiyle, dostlukla...
Bir yanında kuzey batı Erzurum, Komşu Karadeniz, Çoruh Vadisi… Etrafı dağlıkken ortası bağlık, Küçük şirin Pazaryolu. Vermemiş Mevla bolluğu, Vermemiş malı davarı, Nimeti buğdayla darı… Buna rağmen, umudunu Yitirmiyor yoksul halkı. Çalışıp çabalayıp, der; "her şeyin başıdır sağlık!" Çalı çırpıyla orman gövermiyor ne var ki! Tükenir dizde derman, elvermiyor mecali... Dokuz ay sürer toprak ananın uykusu Kiraz ayı alıyla moruyla gelir. Sarar dört bir yanı kekik kokusu, Kınalı yapıncak, hanımelileri... Kadifeye döner buzdan dokusu. Petekte arı, Süzmedir balı… O ne muhteşem tablo, görülmeli! Orak zamanında toplanır uşak, Harmanda ayrılır sapından başak. Kimi serttir çecin, kimi yumuşak, Nimetten sayılır den, Kazanoğlu. Ağustos denince, hava sımsıcak! Arada esiyor meltem, Ilıcak... Koşan insanlar Koşturan hayat, Her şey bir lokmayla bir posta, ancak... İster otur ister yat, Aldığın kadardır hayat! Sarı saçlarını dökünce ilkgüz, Nemlenir gökyüzü, hüzünlüdür yüz. Tohumla toprağın karıldığı giz, Canlanır gözünde dün, Kazanoğlu. Usulca gelirken songüz el sallar, Yorgun mu yorgun mahir ortagüz. Kirpiği ıslak, Hayatsa kaypak… Neyi anlatır bakış? Hangi eşiğin ardında yükselir feryat? Şimdi Gelinlik giyinmiş karakış; Baktırır Buğulu camlar ardında. Dal etti dalını Dadaşlar yurdu, Sinesinde kehribarlar kavurdu. Al atlar kişnedi davullar vurdu, Hayat bu; aldırma sen, Kazanoğlu! Balı şerbeti, Petek petek arısı... Gülüşü sanırsın ipek! Esriyen toprak baharla çiçek çiçek... Selam durur Börtü böcek ve kelebek... Dinliyor Vadinin bir kıyısından, Pazaryolu; mest-i saz... Çoruh’ u, O eşsiz ruhu, Anadolu’ yu Ve altmış hanesiyle Süleymanbağı... Göç verdikçe gurbete Örülür bahtının ağı. Uzaklardan duyulur Nevder’ in iniltisi. Tatlı bir telaş Biraz vesvese... Dertli mi dertli, fakat Heybetli... Komutlar yağdırır Yusuf, Beş yavrunun babası! Tam da burada başlar, ama Nerede biter Kazanoğlu hikayesi!.. Sene bindokuzyüz ellibeş sonu, Can içinde yüzer can, Kazanoğlu. Nefesler tutulmuş bekliyor onu, Şavkıyla gülümser tan, Kazanoğlu. Bir yanında acı Ve sayısız vuruşlarla dinmeyen sancı. Öte yanda umutla beklenen minik Yabancı... Güne gebe ayın yirmi altısı, Sıfırın altında eksidir ısı. Sevgi, bir ananın ilk fısıltısı, Dua’ yla üflenen an, Kazanoğlu. Beklenen an gelirken nihayet sulu sepken, Bambaşka duyguların içinde herkes, derken; Ikınır tiz sesiyle ana can, çığlık atar, "Geliyor " der, sevinçli sesiyle köy ebesi! Görünür Nevder ananın sarı saçlı bebesi, Duygular katar katar... Kutsal karanlığın bittiği yerde, Renkli bir dünyaya açılır perde. Daha ilk çığlıkla aşk denen derde, Düşer; çıra gibi yan, Kazanoğlu! Ne bilsindi, anadan ayıran ince bağın Bahtının döneceği ilk gurbet olacağı!.. Kundağa belenen melek Masum mu masum bebek... Yarını bilinir mi? Hele bugünü görek, Belki de gülecektir ati’de ona felek! Ana yüreği işte! Yumulmuş gözleriyle yormamak gerek. Selahaddin koyar adını Yusuf, Ne de olsa baba yüreği kesif! İstedi ki oğul olmasın pasif, Damarına akan kan, Kazanoğlu. Zürriyet bağı, Gözünün yağı… Derdinin ortağı, Kıymeti ocağın, otağın oğul! Öyle derin bir duygu... Ah! Şu yokluk olmasa, Gözü kor ola! Bağlar elini kolunu… Ağlamakla gülmek arasında, gömülür Anasının ağ göğsüne, pembe dudaklı bala. Yoksulun mayını karakış, patlar, Boranı, tipisi bunu ispatlar! Gamzede, dudağın goncası çatlar, Nevder in döşüne ban, Kazanoğlu. Kardeşlerin sevdiceği, Körpecik… Biraz daha büyümüştür, incecik! Varlığını anlayacak Anlatacak yaşa gelmiş, Gelmiş gelmesine amma; Ha deyince çözülmez ki muamma! Toplanır gardaşlar tamam altıya, İçinin ayazı muhtaç paltoya. Üç öğünü iner tek kahvaltıya, Yavan aşı yağlı san, Kazanoğlu! Nihayet ilkokul çağına erişir. Binbir sıkıntı Binlerce umut... Hazırlar, elinden tutar babası, götürür okula. Yolda öğütler verir, Hedef çizer balasına; “Okul zamanı yel gibi güçlü es!” Der babası ona, çoğalır heves. “Kılavuzun olsun içindeki ses, Dolup boşaldıkça han, Kazanoğlu!” Çok sevmiştir okumayı, okulu. Bir öğretmeni var ki... Adı da Kazım Turan! Oğlu gibi sever onu, Örnektir Kazanoğlu. Ve başkan seçer… Yanık türküleriyle, müziktir kolu. Sesi güzeldi ya!.. Her sevilen gün gibi Çabuk geçer ilkokulu. Beşten ötesine imkânlar yetmez, Od, odun olmazsa duman da tütmez. Düş güneş gibidir, ufkunda, batmaz, Gurbete dönüktür yön, Kazanoğlu. Sıkça gurbete çıkan baba çaresiz, Ezik, geçim derdiyle. Yetmez, yetemez Oğulun dünyasına! Kaçınılmaz gurbet yutar Ufkunda Bin düşüyle... Sene altmış dokuz, çetin hayatı, Elde yok avuçta, yaşam çok katı. Dörtnala koşarken bahtının atı, Ham kelek misali bön, Kazanoğlu. Ne bilgi var ne deneyim, Savrulur yaprak misali, yaralı… Küçük bir köyden koca şehire. Oysa o çocuk! Narin bedenine tezat yüküyle, Anacığının özlemiyle… Şehr-i Sultan denen Yeditepeli, Bir yanıyla deli bir yanı Veli. İnlemeye başlar sazının teli, Yetmiş’ te uyanır tin, Kazanoğlu. Uzun bacakları, ince endamı. Ağırlığının üstünde çektiği yükü, Zorlar onu... Biliyordu kaçınılmaz, Biliyordu, gerçek şaka kaldırmaz! Birikti alın teri, Biriktirdi kederi… Verdi yevmiyeyi saza, Beledi dertlerini Yükledi sözden söze... Ergen yaşa gelmişti, bağlanmalıydı başı, Onun da pişmeliydi kendi ocağında aşı. Köyünden bir genç kızla Kuruluverir yuvası, İlmek atar yüreğine Anasıyla babası. Yetmiş beş, yuvanın ilk düğünüdür, Yetmiş altı, çifte bayram günüdür. Doksan’ da âşıklık onun ünüdür, Hak için halkına dön, Kazanoğlu! Nikâhın ardından vatani görev... Aklı geride kalmıştır velev, Mahcup, mahzun sevdasında. Hasret yakar kavurur Ve orada duyar ilk rüyasını, Biricik kızı Selvinaz’ ını! İlk göz ağrısıdır kızı Selvinaz, Doğarken ağladı, bilmedi ki naz! Bekledi sabırla, gelsin bahar yaz, Kardelen umudu ten, Kazanoğlu! Gözünde gönlünde sevdicekleri Tüter de tüter Ve sayılı günler çabucak biter. Döner askerden döner amma, Kader de kötü ağını örer! Aşk ı, sevdayı Sevgi saygıyı Yaşarken öğreten sevgili yok artık! Yıkık, perişan... Yanar özü Yanar gözenekleri... Kızının karagözleri Yıkar geçer içinde yıkılmayan kaleleri! İsyan etse ne gezer, Yazmışsa kader... Hani sevdiceği, nerdedir o yâr? Yıkılır hanesi, yağar başa kar. Yavrusu hatrına durmalı vakar, Tutunur hayata can, Kazanoğlu. Aradan geçer elem yüklü bir dokuz ay… Bükülü boynuyla direnmeli, Olmamalıydı teslim! Henüz ana kokusuna doymamış körpesi İçinin acı sesi, Omuzunda ağır yük… Kaderden gelen hüküm, Eli mahkûm… Yetmiş yedi, yeni yuvaya temel, Yetmiş dokuz, olur ona gurbet el. Seksen de sılası Antalya emel, Yalancı bahara kan, Kazanoğlu! Kimi dışından yanar, içinden kimi… Acıyı ve yokluğu, Yaşadığı gurbeti Anlayan tek dostuydu sazının teli. İkinci bahar... Sahi, Olur muydu ilk bahar? Yanıtsız sorularla uçar yeni eşiyle Gurbeti Almanya’ ya. Kadere bakınız ki O da altı çocuklu! Babası kadar... Sazına üleştirir emeği bileğiyle. Âşıkların sözünden, Yüreğinin közünden, Edep erkân izinden İlerler adım adım. Ve son verir gurbete Dönerken hülyasına, Yerleşir sılasına. Yıl, bindokuzyüz doksan… Âşıkların demlendiği, Gönüllerin coştuğu, Sazla sözün konuştuğu Mevlâna Konya’ sına. Başvurur kabul görmez, Pes etmeyecek elbet; sınav ister, yol ister… Büyüklüğü yüreğinde, özünde büyük usta Öğretmen Fevzi Halıcı, tutar sınava, tapşır der! Mevlâ’nın da yardımıyla Olur ozanım kalıcı. Hak ederek ödülü, Görür o nurlu günü. Derin bir ummandır daldığı dünya, Anlıyor, bu değil görünen Hanya! En büyük rüyası, özüdür Konya, Katrenin içinde yun, Kazanoğlu! Bu sınavla daha da pişer özünün çiği, Değişir; Hayata Dünyaya İnsana bakışı. Olgunluktur mahlası… Nakış nakış işler sözü Özünün aynası. Türkiye’ m rehberi Türkçe’ ydi dili, Hecenin ustası, Gülce’ nin gülü. Aşk ile dolduğu Erzurum ili, Kalmadı üstünde zan, Kazanoğlu. O ki; Kanının son damlasıyla, Hasbelkader ülkesiyle… O; Diliyle, diniyle Gelenekten göreneğe, Örnek oldu kültürüyle. Velinimeti el’ e. Övgülerim az bile... Son sözüm O’ na, dostça ; Düşürme takkeyi görünmeye kel, Kişinin kibiri kişiye engel! Dosdoğru yürü ki bükülmeye bel, Ata yadigarı şan, Kazanoğlu! Refika Doğan- Antalya - 2012 Konya Âşıklar Bayramıyla birlikte yurt içi ve yurt dışı bir çok etkinliklerde onur verici ödüllerle taltif edilen ozanımız Sayın, Selahattin Kazanoğlu (Âşık Kazanoğlu) nun sanat yılında siz değerli dostlarımıza "Gülce/Buluşma" nazım türünde "Refika Doğan" ın gözünden Âşık Kazanoğlu " adlı biyografik bir çalışma ile O’nu tanıtmak; özümüzün ayrılmaz parçası, yapıtaşı olan ozanlarımıza - âşıklarımıza bir nebze olsun saygımızı, sevgimizi ifade etmek istedim. Kendilerine saygımla, dostluğumla birlikte; erinçle dolu sağlıklı ve uzun bir yaşam ve nice sanat yılları, nice kutlamalar diliyorum. Refika Doğan |
Refika Doğan, dostluğun simgesi bir can. Emeğini, yüreğini kutluyorum.