BEYAZ BELDEBir Beyaz Belde vardı bir yerde, Orda, Her renkte güller açardı, Her sabâhında bir başka gün, Her gecesinde bir başka nur vardı... Kuşların ötüşünde bir başka nağme, Rüzgârında bir başka koku.. Her taşında Bin ayrı sevgi yaşardı yolların; Yemyeşil vâdilerde bembeyaz süt kuzuları El ele dolaşan Doğuştan âşık’larla oynarlardı... Sevgiden başka bir his yoktu insanlarda; Ağlamayı bilmez, Gözleriyle gülerdi herkes, Yürümez, Raksederlerdi o bitmeyen baharda... Gam, keder ve kin Yolunu bilmezdi o Beyaz Belde’nin. Rüyâlar bile renkli, kayâller hakîkattı, Bütün ümitler yakın, Sevdâlılar akın akındı çifte vuslat yollarında... Heyhat! Şimdi o Beyaz Belde’de Kapkara bir gece hükmetmede, Güneşi batmış Birdaha doğmamak üzere. Gül bahçelerinde deve dikenleri kök salmış, Mâtem almış kuş seslerinin yerini, Leş kargaları doluşmuş Evlerin tütmeyen bacalarına. Yılanlar Her kapının ardına çöreklenmiş, Baykuşlar tünemiş yapraksız, kupkuru dallara. Koyu gölgeler, yarasalar misâli, Sanki Kanını emecek bir canlı aramakta... Sevgililer, sevgiler Hep birbirini yemiş, Kuzular aç kurtlara ziyâfet, Arzûlar Yığılmış yollara ceset ceset.. Melekler Şeytan olmuş şimdi bu kararmış beldede, Gam, keder ve kin Sultânı olmuş o eski mes’ut beldenin... Şimdi Bir ben kaldım sâkin bekçisi, bu mezar ülkesinin, Hâtırasını bile unuttum O duvak renkli günlerin... Tek arzum Bu harâbenin kâlbine gömülmektir şimdi, Çünkü o Beyaz Belde Benim Kâlbimdi... |