(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.
Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
DAĞLARIMIN TÜRKÜSÜ şiirine yorum yap
Okuduğunuz şiir ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
DAĞLARIMIN TÜRKÜSÜ şiirine yorum yapabilmek için üye olmalısınız.
şahikaları dağlayan türkü formunda gönül ezgisi tebriklerim hayata kattığınız sevgi yürekli eşsiz güzelliklere iyi ki varsınz değerli Şaban hocam.. sevgim saygım her daim selamlarımla..
Aktaş söyle söyle dağla dağları Geçti güzel ömrün gençlik çağları Coştu ırmak dere aktı çayları Ay güzel gönlüme düşeli dağlar
Şair arkadaşımdan çok güzel dizeler. Aşılması zor oldukları için mi,büyük kütle oldukları için mi, şiirlerde çoğu kez dağlarla dertleşilir,onlardan yardım beklenir. Karacoğlanın; ''Hemen Mevla ile sana dayandım, Arkam sensin,kalem sensin dağlar hey.'' dediği gibi. Kutlarım kaleminizi şair arkadaşım. Sağlıcakla kalınız...
Sayın hocam; yorumunuz için teşekkür ederim. Kafanıza dağalr hakkında takılan pek çok soruya burada bir açıklama bulacağınızı ümidederim Fazlaca sıkılmaz iseniz okunası bir yazıdır. Ayrıca sitedeki kurucusu olduğum ''Anadolu Uygarlıkları ''atölyesinde de yayınlanmıştır. ................ Akdeniz Üniversitesi Öğretim üyelerinden Prof.Dr. Tuncay Neyişçi, henüz bu kariyer ve ünvana sahip değil iken, Antalya Profesyonel Turist Rehberleri Derneği çatısı altında bizlerle bir arada teşviki mesaide bulunmuş , ülke turizmine de çok değerli katkıları olan, rehber camiasında çok sevilip sayılan,çok yönlü entellektüel bir rehber arkadaşımızdı.Rehberantın bizlere sunmuş olduğu eğitici bilgi notları arasında, sayın Neyişçi`nin çok değerli araştırma ve bilgilerine dayalı olarak hazırlamış olduğu bu metin, hiç şüphesiz son derece aydınlatıcı bilgileri içermektedir.Rehberant üyesi sıfatı ile bu değerli çalışmadan ben de kamuoyunu sayın Neyişçi`nin samimiyetine ve iyi niyetine ve aydın kişiliğine istinaden yayınlanmasında sakınca görmüyorum.Kendisine Üniversiteden ulaşmak istedim ancak sanırım yaz sezonu nedeniyle ulaşmak mümkün olmadı, bu hususta )Çalışma ve araştırma tümüyle sayın Prof.Dr.Tuncay Neyişçi tarafından hazırlanmış olup , yazı dizisini sonunda kaynakça belirtilecektir.
Saygılarımla.
Şaban AKTAŞ 04.09.2008
TOROS DAĞLARI VE BOĞA KÜLTÜ
GİRİŞ:
``Dağlar yaşamın ta kendisidir.`` Kolay anlaşılabilir görünen bu sav binlerce yıl önce başka birileri tarafından da ortaya atılmış olmalıdır.Tüm çeşitlilikleriyle yaşamı bu denli derinden etkileyen bir olay ya da nesneye insanların ilgisiz kalması mümkün değildir.İnsanın yazı öncesi ya da sonrası kültür tarihinin dağa ilişkin konular bakımından inanılmaz zenginliği bu yoğun ilgi ve ilişkinin en belirgin kanıtıdır.
Evet, dağ yaşamın kaynağıdır.Bir futbol topu gibi dümdüz bir dünyada yaşamın ortaya çıkması mümkün olamazdı.İklim de, bitki de ,kültür de ve hatta insanın kendisi de dağların ürünüdür.Bir başka anatımla dağlar olmadan tüm biyolojik ve kültürel çeşitliliğiyle yaşamın filizlenip serpilmesi mümkün olamazdı.
Bilim adamlarını ağırlıklı bir çoğunluğu,insana doğru gidecek evrim serüveninin ilk adımlarının doğu Afrika`da atıldığı konusunda hemfikirdirler.Bu adımın temelinde bir dağ oluşumu hareketinin bulunması, insan ile dağ arasındaki köklü ilişkiyi gözler önüne sermesi bakımından ilgi çekicidir.Plaka tektonoğinin etkisiyle yaklaşan Asya -Avrupa ve Afrika kıtaları doğu Afrika`da kuzey güney -yönünde 6000 metreye varan yüksekliğiyle romanlara konu olmuş Kilimanjaro dağını da içine alan, büyük Rift Vadisi`nin oluşmasına yol açmıştır.Küçük,yavaş ama ısrarlı adımlarla milyonlarca yılda batıdan gelen ve yağış getiren bulutların önüne dikilen bu dağ silsilesi, doğuda önce iklim, sonra da bitki örtüsünün önemli ölçüde değişim geçirmesine neden omuş ve sonuçta kuzenlerimiz olan Australopithcus`lardan Homo Sapiens`e uzanacak yolu açmıştır.Bir başka anlatımla, dağın çok yönlü katkısı olmadan insanın ortaya çıkması mümkün olmayabilirdi.
Dağ, heybetli görünümü,üretkenliği ve başedilmezliğiyle, insanın fiziksel boyutunu olduğu kadar, tinsel boyutunu da etkilemiştir.Dağ insanın ürktüğü saygı duyduğu ve tapındığı ilk doğa öğelerini başında gelmektedir.Bilinebilen en eskisinden en yenisine, hemen hemen tüm inanışlarda kutsal bir dağ mutlaka vardır.Yazılı kayıtların bize aktardığı, ilk ana tanrıçanın adı KUBABA`dır.``Dağ Tanrıçası Kubaba`` Kubaba`nın tanrılığı dağın erişilmezliğinden, başedşlemezliğinden,dişiliği dağın üretkenliğinden,cömertliğinden gelmektedir KUBABA`nın.Doğum yerinin bir dağlar, zirveler tarlası görünümünde olan ve neredeyse insana ilişkin tüm uygarlıklara analık etmiş yataklık yapmış Anadolu olması,onun tüm işlevlerine uygun düşmektedir.Işık, F. (1999),`` Doğa Ana Kubaba, ``Tanrıçaların Ege`de Buluşması`` adlı eserinde destansı bir dille anlatır bize ``O`` nun, başka adlarla anılması, başka biçimlerle somutlaştırlsa da özü hep aynı kalan binlerce yıllık serüvenini.Dağlar onun tahtı, onun evidir.Çünkü o dağın kendisidir.Bu genel saptamalar tüm insanlık serüvenini çok derinden etkilemiş ve onun kültürel yapısını biçimlendirmiştir.Tüm kültürel bileşenleriyle insanlık tarihi bir anlamda dağların da tarihidir. (Devam edecek:gelecek bölüm; BİR YAŞAM KAYNAĞI OLARAK DAĞ... .................................................................................................
Sayın Prof. Dr. Tuncay Neyişçi`ye huzurunuzda bu değerli çalışmasından dolayı çok teşekkür ede,r saygılarımı sunarım. ...................................
AÇIKLAMA:Aynı başlıklı yazının devamı niteliğindeki bu yazı Akdeniz Üniversitesi Öğretim üyelerinden Prof. Dr. Sayın Tuncay Neyişçi tarafından hazırlanmıştır.
BİR YAŞAM KAYNAĞI OLARAK DAĞ:
Daha önce de belirtildiği gibi, dağlar yaşamın ta kendisidir.Yaşamın bağımlı olduğu su, toprak,enerji, bitki, orman v.b. hepsi dağın armağanıdır.dağlar olmasa toprağın,ovanın, toprak ve ova olmasa tüm çeşitleriyle bitkinin,bitki olmasa tüm çeşitleriyle hayvanların, çeşitli bitkiler ve ve hayvanlar olmasa insanların olması mümkün olamazdı.İnsanın kültür tarihinin mirası neredeyse iilk gününden beri dağlara kutsal bir anlam yüklenmiş olması, dağ ile yaşam arasındaki bu köklü ve zincirleme ilişkiler kaynağından beslenmektedir.
Havaların ısınmaya başladığı İlkbaharda, piramit ya da koniye benzeyen biçimleriyle ana memesini çağrıştıran, dağ zirvelerini süsleyen karlar yavaş yavaş eriyerek, aşağıdaki ovalara, tıpkı ana sütü gibi, yaşam veren , suyu ya da bereketi aşılayan ırmakları oluştururlar.Hemen hemen her inançta kutsal sayılan bir dağ ya da su yolu temasının bulunması bu bağlantı ile ilgilidir. Bu ilişkide önemli bir rolü olan güneşin her gün dağların ardından doğup günü getirmesi ve yine dağların ardında kaybolarak gecenin karanlığına neden olması,dağların tanrıların evi, sarayı olduğu inancını pekiştirmiştir.Kommagene kralı I. Antiokhos`un kendisine tanrısal bir hava vermek için Nemrut Dağı`nın(2150 m) zirvesine yaptırdığı anıtsal mezar (tümülus)ve dev tanrı heykelleriyle donatılmış kutal alanlar,binlerce dağ zirvesi arkasından güneşin doğuşu ve batışının en çarpıcı biçimde gözlenebileceği br noktalara yerleştirilmişlerdir.küçük taş parçalarından oluşan anıt mezarın kendisinin de dağ biçimli olması anlamlıdır.Dağların yaşam verdiği kral bir anlamda dağa geri dönmüştür.Toros dağlarından kaynaklanan Fırat ve Dicle nehirlerinin hayat verdiği Mezopotamya düzlüklerinde ve insanlarla tanrılar arasında ilişki kurulmasını sağladıklarına inanılan ZİGGURAT`ların dağlara benzemesi ya da benzetilmesi bir tesadüf olamaz. Benzer biçimde insanın evrim yolunuaçan büyük Rift Vadisini çevreleyen dağlardan kaynaklanan NİL`in hayat verdiği düzlüklerde inşa edilen Firavun (dağ anlamına gelir)anıt mezarlarının,bilinen adıyla piramitlerin,dağa benzetilmiş olması da bir tesadüf olamaz.Bunlar dağ-yaşam-insan-kültür arasındaki ilişkinin dışa vurumundan başka şeyler değildir.Dünyanın bilinen en eski uygarlıklarına kucak açmış bu düzlüklerin, düzenli olarak dağların armağanı taşkınlarla yeniden canlandırılması, insanın da yeniden dünyaya gelme inancına analık etmiş olmalıdır.Eski Mısır dilinde ``MONS`` hem dağ ve hem de yeniden yaşama dönüşün simgesi olan dişini cinsel organı anlamına gelmesi bu bağlantını en açık kanıtlarından biri sayılabilir.Hitilerde birer kral adı olan TUTHALİYA,ARNUVANDA ve AMMUNA, özünde Hitit kökenli dağ adlarıdır.(AKURGAL 1988). Tarihin en eski manzara resimlerinden biri patlama anında bir yanardağ tasvir etmektedir ve M.Ö. 6500-5500 yılları arasında bin yıl süreyle yeryüzünü ilk uygarlığını yaratmış bir coğrafyada, Çatalhöyükta bir tapınak odasının duvar bezemesi olarak bulunmuştur.Uzmanlar bunun Anadolu`nun sayısız sönmüş volkanlarından bir olan Hasan Dağı olduğundan emindirler.Çatalhöyük`tedikkat çekici bir başka özellik de ,düşman saldırılarını önlemek düşüncesiyle sokakların olmaması ve birbirine bitişik odalara taşınabilir ahşap merdivenler kullanılarak, tavanda güney yönüne bakan kapılardan giriliyor olmasıdır.Kapıların güneye bakar biçimde konumlandırılmış olmasının daha iyi ve bol ışık almayla ilgili olduğundan kuşku yoktur.Ancak Çatalhöyük`ten güneye bakınca, adını kutsal boğadan alan Toros dağlarının gözlenebilmesinin de bir anlamı olmalıdır.Dikkat çekici bir başka ayrıntı da , boğa türbesi olarak adlandırılabilecek, boğa başları ve resimleriyle bezeli özel odalarda , boğa başlarının da Toros Dağlarına bakar biçimde düzenlenmiş olmasıdır.Çatalhöyük, dağ ile boğanın, boğa ile inancın özleştiği bir coğrafyadır.Burada boğanın kendisi kutsaldır ve Çatalhöyükte boğa`nın kurban edildiğine dair en ufak bir iz bulunamamıştır. Işık (1999) Anadolu luvi dilinde ``Taru`` sözcüğünün tanrıların en ulusu, `` Gök Tanrısı `` anlamına geldiğini belirterek, Helence boğa anlamına gelen ve Toros dağlarına ad olan `` Taurus `` sözcüğüne benzerliği dikka çekmekte ve dağ tanrısı ile dağların ecesi `` Ana Tanrıça `` özdeşliğini vurgulamaktadır.Efes`in Büyük Artemisi zaman zaman , yine boğa anlamına gelen, Tauro ya daTauropolos olarak da adlandırılmıştır.(Ergener 1988) İlk bitki ve hayvan türlerinin evcilleştirildiği, toprağın ilk kez işlendiği Çatalhöyük düzlükleri de kaynağını Toros dağlarından alan sular tarafından beslenmektedir.Düzlüklere ovalara yaşam veren ırmaklar dağların armağanıdır.Neolitik yerleşmeler için yaşamsal önemde bir başka ürün , yine bir dağ, özellikle yanardağ armağanı olan obsidyendir.Neolitik yerleşmeler ve obsidyen yatakları arasında çok yakın bir ilişki bulunmaktadır.(Aktüre 1994) Aksaray ili sınırları içinde kalan Hasan Dağı`nın armağanı obsidyen yatakları Çatalhöyük`ün gelişmi üzerinde su ve toprağa eş değerde bir rol oynamış olmalıdır.Dağ dağı çağrıştıran konik biçimleri ve insan yaşamına sağladığı eşsiz yararlarla aynı zamanda ağaçlar yani ormanla da özdeşleştirilmiştir.Anadolu halkını ormana gitmek için `` Dağa gitmek `` deyimini kullanması bu özdeşleştirmenin ürünüdür.Eski kültürlerde dağlar hep ormanla giyinik olarak algılanmıştır.Dağların ormanlardan soyunması oldukça yeni bir olgudur.başta yaprağını dökmeyen ve bu nedenle ölüme meydan okuduğuna inanılan sedir,köknar, servi v.b. türler olmak üzere pek çok ağaç türününü dağlar örneği kutsal kabul edilmesi de aynı kültürel kaynaktan beslenmektedir.Kökleriyle yer altı dünyasına, gövdesiyle yeryüzüne , dal ve yaprağıyla gökyüzüne uzanan ağacın bu üç farklı dünya arasında birleştirici bir eksen işlevi gçü-ördüiğne inanaılmıştır.dağın armğanı olan ağaç ve toprak olmadan, mağaralardan kurtulup insan yapmı kerpiç duvarlı, ahşap damlı evlere geçmek, bir başka anlatımla Çatalhöyük`ü yaratabilmek mümkün olamazdı. .................................................................................................
Devam edecek; gelecek konu:BİR DAĞ TARLASI, BİR ANA TANRIÇALAR DİYARI; ANADOLU
Anadolu daha ana tanrıçalar yurdu olmadan çok önceleri bir dağlar, volkanlar yurdudur.Ana tanrıçanın yaşam bağışlayan memelerine benzer binlerce karlı dağ zirvesinin süslediği bu coğrafya parçasına ``Anadolu `` adı verilmesinin her şeyden çok bu dağ zenginliğiyle, bu dağlardan kaynaklanan bereketle ilgili olmalıdır.Dağlar Anadolu`nun ve bizim ilk anamızdır.
Anadolu`yu baştan başa gezmiş ve izlenimlerini ``Bir Gezginin Gözüyle `` Anadolu Uygarlıkları, Türkiye `nin Tarihi adlı kitabında toplamış bulunan Seton Lloyd (1997) dağlık yapısı bakımından Anadolu`yu dağlık Toros dağlarını içe bükülmüş baş parmağı temsil ettiği açık bir sol ele benzetmektedir.Bu sol elin avuç içi rölünü Anadolu platosu, doğunun dağlık kitlesini avuç içinin dipteki çıkıntılı kısmı, parmaklar rolünü ise Ege Denizi`ne doğru alçala alçala ulaşan ve hatta Ege Adalarına kadar uzanan dağ silsileleri oynamaktadır.Bir başka anlatımla üç kıtanın birleşme noktasındaki Anadolu Yarımadası iskeletini oluşturan dağlarıyla`` Yüksek korkuluklu bir köprüye `` benzetilmektedir.
Tufan sonrası Nuh Peygamberin gemisinin karayla buluştuğu Ağrı Dağı, Yunan ve Roma mitolojisinin tanrılar mekanı Olimpos Dağı, baş tanrı Zeus`un on yıl süren Truva savaşını izlediği Kazdağı(İda), v.b.bu ünlü ve kutlu dağlardan sadece bir kaç tanesidir.İslam kozmolojisinde Kaf Dağı, tanrıdan başka kimsenin ardında kimin yaşadığı ve neyin bulunduğunu bilmediği, dünyanın çok uzaklarda bulunan ucunu simgeleyen düşsel bir dağdır ve dünyadaki tüm dağların anası olarak kabul edilir.
İbrahim peygamber oğlu İsmail`i Mescid-i Aksa`nın yanındaki Moriah dağı üstünde kurban etmek istemiş,Musa Peygamber tanrının kendisine gönderdiği ``On Emir`i `` Sina dağı`nda almıştır.İsa peygamber Filistin`deki Zeytin Dağı`nda vaftiz edilmiş, şeytanlar tarafından burada denenmiş ve yine bu dağda gökyüzüne yükselmiştir.Hazreti Muhammet Müslümanlığın esaslarını açıklayan ünlü hutbesini Arafat dağı`nda okumuş ve ilk tebliğini Nur Dağı üzerindeki Hira Mağarası`nda almıştır.Dağlar için söylenen her şey, dağların döl yatağı olarak kabul edilen mağaralar içinde geçerlidir.Antalya`nın Kuzeyinde ,Toros Dağları`nın güneye bakan eteklerinde bulunan Karain Mağarası, insana ilişkin izlerin yaklaşık 300 bin yıl öncesine dek sürülebildiği insanın ilk evlerinden birini oluşturmuştur.Duvarları başta boğa olmak üzere, çeşitli hayvan resimleriyle bezeli Fransa`daki Lascaux ve İspanya`daki Altamira Mağaraları ile İsrail`deki Mount Carmel Mağarası ile aşağı -yukarı aynı dönemi ve aynı kaderi paylaşmışlardır.Mağara ana tanrıçanın evi , bir başka anlatımla döl yatağıdır.Kendi adıyla anılan iklimi, bitki örtüsü, mutfağı ve kültürü olan tek deniz olma özelliğini taşıyan Akdeniz, Braudel (1993) tarafından ünlü eseri ``Akdeniz ``de bir denizler bütünü olarak tanımlanmakta ve her şeyden önce, dağlar arasında bir deniz olarak gösterilmektedir.Anadolu`nun ortasında bir orak gibi bükülen Kızılırmak`ın suladığı topraklarda M.Ö. 1750-700 arasındaki dönemde pek çok ilklere imza atmış önemli bir medeniyet yaratmış olan Hititler`in Dağ Tapınağı Yazılıkaya yüzeylerine kazınmış tanrı ve tanrıça figürleri, dağların zirvelerine basar vaziyette gösterilmişlerdir. Baş Tanrı teşup iki Dağ Tanrısının Nanni ve Hazni ve karşıdaki Ana Tanrıça Hepat, dört ayağı dört dağ zirvesine basan leopar ya da aslan sırtında resmedilmiştir.Söz konusu dağ tanrılarının giysilerine bakılırsa önden ve yandan tasvir edilmiş üçgenlerden (yani tepelerden ) oluştukları görülür.En büyük erkek ve kadın tanrının yanında biri gündüzü (Serri ) , diğeri geceyi (Hurri ) temsil eden iki boğa görülmektedir.Alacahöyükte bulunan bir kabartmada büyük kral ve eşi bir sunak ve bir boğa önünde saygı duruşu yapar vaziyette gösterilmektedir.Bu durum M.Ö. 14 yüzyılda boğanın tek başına Gök Tanrısını temsil etiğini kanıtlamaktadır.(Akurgal 1998 )Boğanın, geçimini tarımla sağlayan toplumlar için ifade ettiği önem göz önünde bulundurulduğunda Hititliler için boğanın bir tapınım konusu olmanın nedenleri daha iyi anlaşılabilir.Yirminci yüzyılın ortalarına, yani traktörün yaygınlaşmaya başlamasına kadar boğa ya da öküzün toplumumuzdaki değerler sistemindeki yerini hatırlamak , Hititlileri anlayabilmemize yardımcı olacaktır.
Bize yaşamı armağan eden dağlar üretici ve bu nedenle de dişidirler.Bir dağ resmi çizmemiz istendiğinde tereddütsüz, ama gizli bir inatla üçgene benzer bir şeyler çizeriz.Üçgen dişinin üreme organını, bir başka anlatımla yeniden yaşama gelmeyi simgeler.Anadolu Medeniyetleri Müzesindeki pek çok ana tanrıça ya da kadın figürlerinde üreme organı üçgen olarak gösterilmiştir.Çatalhöyük evlerinin duvarlarında en çok rastlanan bezeme motifi üçgendir ve doğum anında gösterilen geniş kalçalı ve iri memeli ana tanrıça figürleri ile aynı mekanları paylaşmaktadırlar.
Zigguratlar ve piramitler dağ oldukları kadar üçgen yüzeyler toplamıdırlar. Eski Mısır hiyerogliflerinde üçgen kadını simgeler ve yukarıda denildiği gibi, `` Mons`` sözcüğünün hem dağ hem de rahim anlamına geliyor olması ile bütünleşir.Aynı üçgenin Yunan Alfabesinde (delta) `` kutsal kapı `` anlamına gelmesi dağın dişi karakteri ile ilgili olmalıdır.Nehirlerin denize ulaştığı noktalarda, dağların katkısıyla vücut bulan ve taşkınlarla sürekli yinelenen verimli ovaların oluşturduğu jeomorfolojik oluşumlara da Nil Deltası`nda olduğu gibi, delta denmesi bu bağlamda değerlendirilmesi gereken bir başka konudur. Hitit sanatında boğa en büyük tanrı olan Gök Tanrısı`nın simgesi idi.Boğanın böğürmesi gök gürültüsüne benzetilmiştir.Gök tanrısı da gök gürültüsü ve fırtınaların ardından toprağı dölleyen yağmurları getirmektedir.. Güneş kurslarını ortasında duran boğa, geyik, aslan gibi hayvanlar kuşkusuz tanrıları temsil ediyorlardı.Alacahöyük`te bulunan eserlerden birinde bir çift boğa boynuzu üstünde türü pek belli olmayan bir hayvan heykelciğinin etrafını çeviren çelenkten ışınlar çıkmaktadır ve alemin toptan görünüşü evreni canlandırıyormuş izlenimi vermektedir.Boğa boynuzları üzerinde (Akurgal 1998) kral alemlerinin bir çift boğa boynuzu üzerinde taşınıyor biçiminde gösterilmesini bu gün bile yaşayan bir Türk Masalı ile ilişkilendirmektedir.`` Dünya bir öküzün başı üzerinde durur ve öküz başını salladığında deprem olur.`` Çatalhöyük ile birlkte, bitki ve hayvan türlerinin evcilleştirilmesi ve toprağın işlenmeye başlanması neslini sürdürebilme anlamında , insanın kendini daha da güvende hissetmesini sağlayarak, tarım toplumunda ilk nüfus patlamasının alt yapısını hazırlamıştır.Bu aşamaya gelinceye kadar yaşanmış olması muhtemel kuraklıklar insan neslini ciddi şekilde tehdit etmiş olmalıdır.Hacılar, Çatalhöyük v.b. yerleşimlerde gün ışığına çıkarılan çok sayıdaki doğum anında ana tanrıça figürü ,üreyeme korkusunun bir dışa vurumu olarak yorumlanabilir.Çatalhöyük`te doğum temasına tanrıça kültünün merkezinde yer almış ve kutsal doğurganlık özelliği sıklıkla boğa başı ile temsil edilmiştir. (Ateş)Bu betimlemede görkemli boynuzlarıyla boğa başının güç ve üretkenliği temsil etmesi kadar, boğa başı ile rahim arasındaki biçimsel benzerliğin de rolü olmalıdır.
Coğrafya, Anadolu`yu dağ, boğa, ve ana tanrıça kültlerinin yaratıldığı , bir potada eritildiği sahne olarak tarihleşmiştir.İnsan oğlu neslin idame ettirilebilmesi anlamında , üretkenliğin, gücün, ve bereketin sembolü olan dağa yüklediği tüm simgesel işlemleri önce boğaya, daha sonra da ağırlıklı olarak ana tanrıçaya devretmiş gibi görünmektedir.Anadolu`nun bir dağlar ve ana tanrıçalar yurdu olmasını sağlayan bu fiziksel ve kültürel koşullardır.Bu küçük fakat anlamlı ana tanrıça figürleri farklı zamanar ve farklı mekanlarda Hepat, Kubaba, Kibele, Artemis; Diana, Meryem Ana v.b. dönüşerek varlığını ve gücünü hep sürdürmüştür...
Prof. Dr. TUNCAY NEYİŞÇİ- AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ .................................................................................................. Devam edecek, gelecek yazı ; BOĞA, AY-HİLAL VE SONUÇ / KAYNAKÇA`dan oluşacaktır.
Toros Dağları`nın 4000 m. ye varan karlı zirvelerini süsleyen , ormanlarında yaşayan en vahşi ve en güçlü hayvanıydı.Boyları omuz yüksekliğinde 2 metreyi ağırlıkları ise ağırlıkları ise 1 tonu aşan ve öne doğru uzanan sivri ucuyla boyu 1 metreyi bulan boynuzlara sahip bu boğalar 17. yüzyıla kadar Orta Avrupa ormanlarında boy göstermekteydiler.(Attenborugh 1987)Toros Dağlarının bir uzantısı olan Alp Dağlarındaki Lascaux mağarasının duvarlarına çizilen resimler bu boğaların görüntüleridir ve bu coğrafyada boğa ile baş edbilecek başka hayvan yoktur.
Yaklaşık 6500 yıl önce boğa ya da öküz,Anadolu yakın çavresinde güçlü ve üremenin yanısıra toprağın sürülmesi ve tarımsal üretim üzerindeki etkin rolü nedeniyle de saygı görmüştür.
M.Ö. 3000 de tüm Mısırda kutsal kabul edilip,tapınılan en önemli boğa tanrılarının birine Apis adı verilmiştir.Apis alnında beyaz bir hilal ve sırtında akbabayı andıran bir şekle sahip özel bir boğadır ve tanrıça İsis`i temsil eder.Bu nedenle boynuzları arasında bir güneş ya da ay diski taşıyan boğa başı bereket sembolü ve İsis- Osiris ile lgili olarak ölümden sonra ; ölüm ve yeniden doğum tanrısı olarak kabul edilmektedir.
Mezopotamya`da ay tanrısı ``Sin`` e boğa biçimi verilmiş, Mısır`da ay tanrıçası yıldızların boğası olarak kabul edilmiştir.Boğa burcu, insanın çalışma gücünün en yüksek olduğu 21 Nisan - 20 Mayıs tarihlerine, ilkbahardan yaza geçilen bir dönemi kapsar.Boğa kültü M.Ö. 2700 -2000 yıllarında başta Girit olmak üzere Kıbrıs, Sardunya adası ve Malta adalarında da oldukça yagındı.Bugün bile Malta`da kötülükleri uzak tutmak Anadolu`nun pek çok yerinde de önümüze çıktığı gibi ev duvarlarının yüksek noktalarına boğa başları ve boynuzları asılmaktadırlar.
Bir bereket ve Ay tanrıçası olan Artemis şenliklerine boğa güreşi ile başlanmasının bir gelenek olduğunun hatırlanması ve bu gün bile Artvin gibi Anadolu kentleri ve İspanya gibi Akdeniz ülkelerinde, farklı anlam ve biçimlerde de olsa, bu geleneğin yaşatılıyor olması boğa kültünün yaygınlığı konusunda net bir fikir verebilir.
Hititlerin başkenti Hattuşaş`taki Yazılıkaya Tapınağı`nın ana sahnesinde görülen tanrıların önemi üçgen biçimli şapkaların dış kenarlarına yerleştirlimiş boğa boynuzlarıyla belirtilmeye çalışılmıştır.Örneğin;Hattuşaş kentini gök tanrısının şapkasının ön dış kenarında altı boynuz varken Hiti ülkesinin en büyük tanrısı Gök Tanrısı TEŞUP`un şapkasının ön ve arka kenarlarında toplam 12 boynuz bulunmaktadır. Çatalhöyük`te boğa hiçbir nedenle kurban edilmemiştir.Ancak Hitit`te boğa kurban edilmeye başlamış, eti yenmiş ve kanı tanrılara sunulmuştur.Kurban geleneği özü pek değişmeden günümüzde de varlığını sürdürmektedir.Gücün ve bereketin simgesi olan boğa,toprağı ve bereketi temsil eden ana tanrıçaya kurban edilen hayvanların en değerlisiydi.Kurban edilen boğaların kanı toprakla buluşurken,üremeyi temsil eden yumurtalıkların (Testis ) ya da üreme organlarının ( Fallos ) tapınak çevresinde çam servi köknar ya da sedir ağaçlarına asılması uzantıları günümüzde görülen bir başka gelenekti.Hristiyanlarca her yıl Aralık ayını 24.nü 25.ine bağlayan gece İsa Paygamberin doğum günü olarak kutlanan ``Noel` de ağaçlar, özellikle yaprağını dökmeyen ağaçlar, boğa yumurtasına benzer yuvarlak biçimli bezemelerle süslenirler.Bu geleneğin Romalı Kibele rahipler tarafından başlatıldığı sanılmaktadır.(Ergener 1988) Attis`in fallovsunu temsill eden çam ağacına asılan renkli süsler ve kendilerini hadım eden rahiplerin üreme organı ya da kurban edilen boğaların yumurtalıklarını simgeliyor olmalıdır.25 Aralık günlerin uzmaya başladığının ve bu nedenle ilkbaharın gelmekte olduğunun, doğanın yeniden canlanacağının ilk müjdecisidir ve Attis ve Adonis`in yeniden doğuş mitiyle benzeşir. Dünyanını harikasından biri olan Efes`teki Artemis tapaınağı`nın kült heykeli göğüs hizasında çok sayıda memeye benzer yuvarlak çıkıntılar bu gün , tanrıçaya kurban edilen boğalrın yumurtaları olarak kabul edilmektedir.Gılgamış Destanında Babil`in ana tanrıçası İştar`a boğa kurban edildiğinden söz edilmektedir.Kurban edilen boğanın kanı ile toprak sulanırken, boğanın üreme organları tanrıçaya armağan edilmektedir.Artemis`in göğsünü süsleyen yumurta biçimli çıkıntıların kökünün İştar`a kadar uzanması kuvvetli bir olasılıktır.(Ergener 1988) Kökü çok eskilere uzanan bir Anadolu boğa kültü- ana tanrıça geleneği özü pek değişmeden, günümüz kültüründe de varlığını sürdürebilmektedir.
AY- HİLÂL:
Dişinin üreme işlevi ile ayın düzenli hareketleri arasındaki benzerlik tarihin hemen her döneminde ve dünyanın farklı coğrafyalarında dikkat çekmiş bir olaydır.Bu nedenle kadının üremesini ay`ın düzenlediği düşüncesi pek çok toplumda yaygındır.Kadınların aybaşı( Regl) dönemleri ile ayın 28 günde bir yinelenen harakatleri bir bir örtüşmektedir.İlk takvimlerin güneşten çok ayı esas almalarının nedeni budur.Doğurganlığı temsil eden ana tanrıçaların üzerinde bir ay motifinin bulunması da bu nedenle ilişkilidir.Ay - Umay- Nit- İsis-İştar -Artemis -Diana- gibi tanrıçaların temel sembolü olmuştur.Yunan Artemis` ya da Roma Diana`sı çoğu kez elinde saçlarının arasında ve ya da göğsünde bir hilalle gösterilir.Ay`a tapınmayı yüzlerce yıl önce bırakmış uygar toplumların folklorunda bu eski inanca ilişkin izlere sıklıkla rastlanabilmektedir. Yılın On iki ay olması pek çok inançla 12`nin 12 tanrı, 12 havari, 12 imam gibi kutsal kabul edilmesi özünde hep bu dişinin üreme işlevi ve ayın hareketleri arasındaki benzerlikle ilişkilidir.
Perge tiyatrosunun Perge-(Murtuna)-Aksu- Antalya sahne süslemelerinden bir frizde , kurban edilmek sunağa doğru götürülen boğalar görülmektedir.Sunağın bir yanında Artemis Pergai`yi (Perge Artemis`i) temsil eden ve üzerinde belirgin bir hilal taşıyan gök taşı , diğer yanında da elinde bereket boynuzuyla (kornakopya) tanrıça Tike (Şans tanrıçası) durmaktadır.Bu friz Anadolu`da Çatalhöyükten başlayarak günümüze kadar uzanan bir çizgide bereketi yeniden yaşama gelmeyi ve ve doğurganlığı simgeleyen boğa boynuzu ile hilal arsındaki özdeşliği net biçimde belgelemektedir.Boynuz ve hilal zaman içinde birbirini yerine kullanılmışlardır. Tıpkı Firig ve Likya mabet ve kutsal yapılarınını alınlıklarına kondurulan, hilali anımsatan boğa boynuzları gibi, müslüman camilerinin kubbelerinin tepesini süsleyen alemler önceleri boynuza benzetilirken, sonraları tümüyle hilale dönüşmüştür. Bez bayrakların kullanılmaya başladığı günden beri , Türklerin bayrakları üzerinde hep doğurganlığ temsil eden hilal motifi bulunmuştur.Bunun kökü çok eskilere gidenana tanrıça ve boğa kültü ile yakından ilişkili olması gerekir. Bu güne dek onaltı devlet kurmuş olmak gücünü bu doğurganlık kültünden alyor olmalıdır.Anavatan için canını seve seve kurban eden ataların kanını simgeleyen kırmızı zemin üzerindeki ay ve yıldızdan oluşan bu köklü ve yaygın kültürü özetler gibidir.
SONUÇ:Dağ, gerek fiziksel gerekse tinsel anlmada insanın ve onun kültürünün oluşması ve biçimlenmesinde sanılanın çok üstünde etkili olmuştur.Coğrafya tarihi belirliyorsa , ki belirlemektedir, dağı anlamadan coğrafyayı ve tarihi anlayabilmek mümkün değildir.Geçmişimizi olduğu gibi geleceğimizi de dağlar belirleyecektir.
KAYNAKÇA:
Aktüre, S. 1994 :Anadolu`da Bronz çağı kentleri.Tarih vakfı Yayınları Türkiye Araştırmaları
Akurgal, E. 1998 : Anadolu Kültür Tarihi. Tübitak Popüler bilim kitapları, 67 .
Ateş , M: Mitolojiler ve Semboller
Attenborough, D. 1987 The First Eden.Guild Puplishing , London
Braudel, F 1993,:Akdeniz ,Akdeniz ve Dünyası, İmge kitabevi yayınları: 76
Ergener R. 1988 :Anatolia, Land of Mother Goddess.Hitiit Yayınları, Ankara
Ersoy, N. 2000 :Semboller ve yorumları .Dönence Yayınları
Işık F.1999 :Doğa Ana ve Kubaba, Tanrıçaların Ege`de Buluşması.Suna -İnan Kıraç Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Enstitiüsü Monografi dizizi 1 ................................................................................................
Sayın Profösür Dr. Tuncay Neyişçi bu yazısında 10 adet resimden de sözetmişitir. Ancak bu resimler elimde mevcut olmadığı için yayınlama olanağım yoktur.Bu resimler sırasıyla; 1)Çatalhöyük tapınak Odası 2)Neolitik yerleşmeler ve obsidyen yatakları 3)Yazılıkaya dağ tapınağı ana figürü 4)Alacahöyük, Büyük kral ve eşinin boğa önünde saygı duruşu 5)Üçgen biçimli üreme organı 6)Boğa boynuzu üzerinde taşınan evren 7)Kutsal doğurganlık ve boğa 8)Ana rahmi 9)Boğa boynuzları arasında güneş ya da ay diskli başlığı ile İsis 10)Frig ve Likya tapınaklarının alınlıklarında boynuz figürleri. .................................................................................................
Sayın Prof. Dr. Tuncay Neyişçi arkadaşıma bu yazısı için bir kez daha teşekür ederim. Her ne kadar bilim dünyasında çeşitli olumlu ya da olumsuz eleştirileri beraberinde de getirecek olsa da insanımızın bu konularda şiddetle bilgilenmeye gereksinimi vardır.Körü körüne doğmatik düşüncelere saplanıp kalan toplumlar, toplumsal dinamiklerini geliştirebilmek ve yeni bir şeyler başarabilmek için sahip oldukları kültürel mirası yakından ve bütün ayrıntılarıyla bilmek zorundadılar.
Yalnız Ay ve hilal konusuna değinirken Eski Anadolu Ay Tanrısı MEN KÜLTÜ`ne ilşkin açılmalara da bu yazıda yer verilse idi daha isabetli görüşler ortaya çıkabilirdi kanısındayım.Almanca Mond, İngilizcede Moon olan tanrının adının M harfi ile başlaması, aradaki ses yakınlığı bu inanç ve kültün ve ay sözcüğünün adının Anadolu`dan dünyaya yayıldığını bir kanıtıdır.Side antik kentinde ve Psidya Atiochia`sında (YALVAÇ-ISPARTA)MEN`e adanmış önemeli tapınaklar, ve bu tapınaklar üstünde de bolca ay hilaline rastlanmaktadır.
Eğer elime geçerse sayın Prof. Dr. Sencer Şahin tarafından sayın Prof. Dr.Neyişçi`ye yöneltilen eleştirlere de değinmek isterim.
sağlıcakla