O ŞEHİR
O şehir
bizi sevmeden once asit yağmuruyla yıkamıştı güneş kokan tenimizi. Üstü yazılı elbiseler giydirmişti bize İlk mektupta, reklam kokan bir edayla iyi olduğumuzu yazdırmıştı annemize. Dudaklarımızdaki izlerden evvel parmak izlerimiz geçirilmişti. Kim vurdulu soruşturmalara. Ona anne demiyorduk Uykularında göğüslerinden karbonmonoksit emziriyordu yetimhane çocuklarına’ kıçını eliyle silen sermaye köpekleri, kokusunu katıyordu ürettikleri genel kullanımlı oyuncaklarına biz bütün kitaplarda rüyalarda düşlerde patikalarda oyuncakların tek kişilik olduğunu -sevgili gibi- -anne gibi- -melek gibi- zannetmiştk. O şehir ışıltılı gecelerin birinde sarmaş dolaşken biriyle Saçma artığı gerekçelerle ikimizide yakalayan cop sesli dilekçelerle hesap soran ağaçları tanımayan çiçekleri koklamayan üniformaların elindeydi. Oysa biz Arnavut kaldırımlarını yap boz zannediyorduk o şehir bize besleme gibi davranıyordu anlamıyorduk. Her sabah, kıçı kalkık bir saat dilimi uykumuzdan yorganımızdan yatağımızdan sistematik bir ereksiyon zevkiyle bizi uyandırarak askılarından uykusuzluk akan belediye otobüslerinde kırmızı ışıklı duraklamalarda ani frenlerle bedenlerimizi birbirine çarparak özür dilemeli silkinmelerimize ne kahkahalar atıyordu bilseniz. Altında uzandığımız ilk ağacın gölgesinde meteliğe kurşun atan cesaretlerle en haklı en suçsuz en büyük ihanetlerle alaşağı ediyorduk kirli zevklerini Dalından düşen ilk yaprağın üstüne uzanarak annemize uçuyorduk küçük düş molalarında Onu solumuyorduk. |