MUHTEŞEM SÜLEYMAN VE TÜRK ORDUSU
(29 AĞUSTOS 1526 MOHAÇ ZAFERİMİZİN ANISINA ; KUTLU OLSUN...)
Düşünmeden edemem, maziyi zaman zaman Nasıl bir ordu nasıl bir Muhteşem Süleyman? Devlet-i Aliyye-i Osmani de ne demek? Tarihleri çevirip, tekrar okumak gerek. O kutlu devir tekrar gelir mi ki bir daha? Allah büyüktür tarih tekerrürlü bir saha... Sanmayın ki ecdadım, yağmacı istilacı, Zulmün hasmı idiler, mazlumun da ilacı. Eğitimli bir ordu, çağdaş modern donanım, Korunurdu böyle bir güçle o gün vatanım. Kapayın gözünüzü, haydin geçit resmine, Zaman altın devrinde mekanımız Edirne; Gelen Sultan Süleyman, beraberdir askeri, Şu ihtişama bakın, sarsıyor göğü yeri... Gözler çevrildi önde, bölük bölük sakaya, Arabalar atlar yan yana arka arkaya... Levazımat taşınır, su erzak örtü çadır, Saflar halinde geçer, binlerce güçlü katır. Hassa süvarileri dokuzarlı yüz sıra, Bunlar refakat eder savaşta hünkarlara, Yiğit atlar üstünde pehlivan gibi erler, İkmal katarlarıyla beraberce giderler. Derken altı bin deve, cephaneyle muvazzaf, Altı sıra halinde, geçiyor binlerce saf. Bak taburlar dizilmiş, ne kadar da estetik! Lağımcı, nakliyeci, cebeci birlik birlik. Bunlar subaylar nasıl parlar elbiseleri? Atlar şaha kalkıyor, geçmişler de ileri. Yağız atlara binmiş onbinlerce sipahi, Bulutlar yürüyüşe geçmiş gibi billahi. Nişancılar, vezirler, kazaskerler, defterdar, Haşmetle yaklaşıyor, nurlu alevden tuğlar. Sarayın askerleri, subaylar renk cümbüşü, Daim konuşulacak bu tören yürüyüşü. İşte yeniçeriler, geçiyor tabur tabur, Zırhlı silahlı asil, uygun adım vakur. Donanımları tüfenk, kılınç, sırtta ok ve yay, Bu yiğitler bu heybet, bu haşmet! Vay anam vay! Derken yedişer tuğla, altın sırmalı sancak, Ondört babayiğit ki, yiğitlik budur ancak. Serdengeçtiler eller kılıçta sıra sıra, Yan bakan çıkar mı ki, bu kutsal sancaklara? "Allahü Ekber!" sesi, duyun "Allahü Ekber!" Titriyor yerler gökler, bu gelen şanlı mehter. Mehterbaşı sanki bir efsane kahramanı, Elde sihirli değnek; ayyıldızlı cevganı. Sazları boyunlara asan zincirler altın, Kulağını fethetmiş bütün şu kainatın. Şunların ismi köstür ters dönmüş kubbe değil, Kösleri taşıyor şu onlarca görkemli fil. Hassa taburu bunlar, sanki gerçek bir büyü, Rüya gibi giysiler, sorguçlar tavus tüyü. Yüzlerce serdengeçti, hünkar özel hassası, İhtişam sergilemek, bunların ihtisası. Taşlara vuran güneş ayrılır yedi renge, Hayran olur görenler askerdeki ahenge. Cihanın kalbi burda, "çavuşbaşı" kolunda Otuzbeşer saf yolun sağında ve solunda. Aralarında Ulu Hünkar, Sultan Süleyman, Muhteşem Süleyman bu, aman Allah’ım aman! Bindiği ata bakın, sanki kanatlanacak. İnsanlık yaşadıkça, bu Türk’ü hep anacak. Altın sırmalı kaftan, içinde sanki kartal, Ulu çınar boy atmış, işte göğe eren dal... Sultan Süleyman bu, nasıl anlatılır size? Tek bir işaretiyle krallar gelirdi dize... Sarık, kavuk ve külah dolu şu dağlar taşlar, Dağ taş sabit dururken, yürüyor bütün başlar. Ferman var kutlu sefer, bunun için giderler, Ardı arkası gelmez, bulutlarca askerler... Avrupa Asya Rusya, Afrika Hind Çin Maçin, Gidişleri İlay-ı Kelimetullah için... Maddeyi mana ile taçlandırmıştı madem, Muhteşem sıfatını çoktan haketmiş dedem! Peygamberim her asra tutmuştur nurdan fener, O’nu rehber edinmek, işte en büyük hüner!.. ekremsama |