Masal-1
Çok eski bir tarihte küçük bir ülke vardı,
Padişah halkı ile mutlu mesut yaşardı. Padişah bekar idi, ama vardı sevdası, Evlen artık diyordu onu seven annesi. “Evlen ki bir veliaht olsun sana” diyordu, Her geçen gün oğlunun kafasını yiyordu. “Zaman geçiyor oğul, yaşın kemale erdi.” Her gün bir güzel kızın adresini söylerdi. Padişah “Anacığım, daha erken” diyordu. Ülkesinin işleri ne etse bitmiyordu… “Halkım ve ülkem için, çok çalışmam lazımdır, Bütün yurttaşlarımın huzuru tek arzumdur, Ülkemde hiç bir fakir fukara kalmamalı, Memleketin her ferdi mutlu mesut olmalı.” Ülkenin insanları çok çalışkan çok mertti, Bu mutluluk huzurla günler günleri ekti. Bir gün anası geldi dedi: “Hakanım! Beyim! Bir gelin getir bana, mürvetini göreyim. Artık bende yaşlandım yazık değil mi bana, Bir gelin getir bana, kurban olayım sana. Bir toruncuk görmezsem gözü açık giderim, Senden olan bir canı, canım gibi severim. Vezirlerden birinin çok güzel bir kızı var, Hem akıllı hem güzel, odur sana layık yar İzin ver vezirin le bir görüşme yapayım, Kız da razı gelirse onu sana alayım.” Padişah güzel kızı için için severdi, “İşte gönül tahtımın tek sahibi bu” derdi. Oğlu gülerek baktı anasının yüzüne, Dedi: “Güzel anacım bakacağım sözüne, Seninde yüzün gülsün mutlu ol sen ana can, Belki bir torun verir cümlemizi yaradan.” Çağırdı vezirini anası makamına, Söyledi arzusunu veziri azamına. Vezir biraz düşündü razı geldi sonunda, Anası sevinerek gitti kızın yanına. Kıza açtı sırrını: “Bana gelin ol” dedi, Kız boynunu bükerek ses etmeden bekledi… “ Neden? ” dedi anası, “Kötü bir şey mi duydun?” “Haşa” dedi güzel kız, “Kötü bir şey duymadım. Sultan da olsa oğlun var mıdır, bir mesleği ? Yarın saltanat gider kalmaz ise ekmeği, Biz o vakit ne eder nasıl ekmek buluruz ? Aç açık per perişan sonra sefil oluruz… Çoluk çocuk olur da ağlarsa ekmek diye, Ben başımı o zaman vuracağım nereye ? Düşmez kalkmaz bir Allah ya bizde düşer isek, Benim yavrularıma kimler ekmek verecek ? Var git oğluna söyle bir meslekcik edinsin, Sonra gelsin canımı feda edeyim bilsin.” Anası geldi dedi,” Oğul durum böyledir”, Dedi: “Gelin arzumu padişahıma bildir, Ne eylerse eylesin bir meslekcik edinsin, Sonra gelsin canımı feda edeyim bilsin.” padişah çok düşündü kızı çok haklı gördü, İçten” işte bu hatun gerçek hatundur “dedi. Dedi: “Tez toplansınlar vezirlerim beylerim, Bir meslek edinmeli bana yardım eyleyin.” Beyler vezirler gelip huzura dizildiler, Padişahın derdine bir çare düşündüler. Düşündüler acaba hangi meslek layıktır ? Biri dedi: “Hünkarım halıcılık layıktır. Hem temiz ve naiftir halıcılık mesleği, Hemde güzel halının biçilemez değeri.” Padişah razı geldi dedi: “Tamam beylerim, Bizlerde halıcılık mesleği öğrenelim. Dokuma ustaları derhal huzura gelsin, Ustaların ustası bize elini versin.” Ustaların ustası hünkara oldu hoca, Asık suratı güldü halıyı dokuyunca… Bir halı dokumanın gördüğünde zorunu, Dedi insan döküyor gözlerinin nurunu… Gece gündüz çalıştı dokumayı öğrendi, Ustaların ustası hünkarı çok beğendi. Usta dedi: “Hünkarım artık bir usta oldun, İpekten halıların ruhunu sende buldun. Bu incecik dokunan halı senin eserin, Bu ipek halıcığı en güzel yere serin.” Padişah mutlu oldu ustasının sözüne, Ustasının sözüyle güven geldi özüne. Gitti anacığına: “Bak usta oldum ana, Bu ipek halıcıkta hediyem olsun ona… Çalsın artık davullar yapalım bizde düğün, Halkıma sultan olsun artık güzel sevdiğim.” Anası halıcığı götürdü kıza verdi. “Bu hünkarın-dan sana bir hediyedir” dedi. Kız halıya dokundu, gözleri doldu bir an, Dedi: “Ana hünkara bu sefil canım kurban. Hediyesi baş üste aldım kabul eyledim, Gönlümü sultanıma canı gönülden verdim.” Kırk gün kırk gece düğün; alayları kuruldu, İnsanların cümlesi mesut bahtiyar oldu. Padişah sevdiğiyle dünya evine girdi, Yaradan çok güzel bir evlat , onlara verdi. Mutluluk ve huzurla günler günleri kardı, Memleketin işleri hünkarı pek yorardı. Halkı için her zaman gönülden çalışırdı, Komşu ülke şahları bile çok şaşırırdı. Padişah kimi zaman veziriyle birlikte, Halk içine çıkardı tebdili kıyafetle. Hele derdi “Halkımı bir yakından göreyim, Sıkıntılı bir durum varsa tezden bileyim.” Yine öyle bir zaman halk içinde gezerken, Karınları acıktı çünkü olmuştu öğlen. Dediler “Temiz güzel bir aş evi bulalım, Acıkan mideleri bir güzel doyuralım.” Buldular bir aş evi girdiler içeriye, Hancı buyur eyledi dedi “Gelin beriye. Burası gayet dolu arkada yerimiz var, Arkası geniş ferah ön taraf sıkı ve dar.” “Olsun” dediler, “Bizde ferah yere geçelim, Hele getir ne varsa bizde yeyip içelim.” Sofra düzüldü vezir sultana buyur etti, Ne güzel bir sofra bu görünüşü lezzetli. Hem padişah hem vezir hem yedi hemde içti, İkisi de nedense kendilerinden geçti. Meğerki yemeklerde sinsi bir ilaç varmış, Her kim yerse bunları deliksiz uyurlarmış. Padişah uyandı ki baktı bir odadadır, Ne aş evi, ne masa, nede veziri vardır. Eli kolu bağlıdır tahta bir iskemleye, Şaşkın şaşkın bir halde başladı beklemeye. Çok kasvetli bir oda yerde kemikler vardı, Öyle pis kokuyordu insan her an kusardı… Küçücük bir pencere ışıkta girmiyordu, Padişah Ey Allah’ım: “ Bu ne iştir? ” diyordu. Neden sonra açıldı boş odanın kapısı, İçeriye girmişti iri yarı birisi. Sultan dedi: “Bu nedir ne yapmaktır niyetin, Birlikte geldiğimiz arkadaşı ne ettin?” Adam sırıttı, dedi: “Sen bize esir oldun Yoldaşının altında şimdi yanıyor odun Burada insanlara insan eti sunarız, Sıran geldiği zaman senide sunacağız… Bizimde işimiz bu; kaderin bu neylersin, Pek semiz ve güzelsin iyi para edersin.” Padişah anlamadı adamın sözlerinden, İki damla yaş geldi masmavi gözlerinden. Hani memleketimde her kes mutlu diyordu, Bu nasıl bir durumdur hala anlamıyordu… Neler neler yapmıştı sevgili halkı için, Nerede hata yaptım ağladı için için. Peki bu zor durumdan nasıl kurtulacaktı? Sevgili yavrusuna nasıl kavuşacaktı. Hanımı çok bekledi sultan gelmedi geri, Gönderdi aramaya en iyi askerleri. Kapıldı bir telaşa gözleri dolu dolu, Hıçkırarak ağladı kucakladı oğlunu. Askerler geri geldi iyi haber gelmedi, Sultan hanım şaşırdı ne ettiğin bilmedi. Gitti anacığına yalvardı ana deyi, “Bilmem acep nerede şimdi evimin beyi.” Günler günleri kardı haber yok padişahtan Bir ümit verir belki cümlemizi yaradan. Padişah zindanında için için ağlarken, Yine açtı kapıyı o zalim katil adam. Elinde bir bıçakla: “Sıran geldi hemşehrim, Yukarıda pirzola bekler yeni müşterim. Senin nazik etinden çok güzel cız bız olur, Mekanım ın şöhreti tüm ülkede duyulur.” Padişah aman deyip cellata “bir dur!” Dedi, “Benim naciz canımın kıymeti nedir?” dedi. “Kesip satsanız beni ne olacak kârınız? Yalnız bir kez doyacak acıkınca karnınız. Öyle bir hüner var ki bende değeri çoktur, İpek halı dokurum saraylara layıktır… Kurun bana bir tezgah getirin ipekten ip, Size halı yapayım rengarenk çeşit çeşit. Götürseniz saraya ihya ederler sizi, İnci mercan ya yakut verirler dizi dizi.” Adam biraz düşündü aklına yattı; durdu, Temiz bir odacığa birde tezgah kurdurdu. Getirdi iplikleri saf ipekten rengarenk, Tezgaha dizildiler iplikler ahenk ahenk… Çok özlemişti sultan hatunu ve yavruyu, Göz yaşıyla suladı dokudukça halıyı… Aradan geçti günler halı tamama erdi, Sultan biten halıyı zalim başına verdi. “Bu ipekten halıyı dedi saraya götür, Hanım Sultana ver ki zümrüt ve yakut getir…” Adam halıyı aldı düştü saray yoluna, Dünya serveti onu düşürmüştü oyuna. Sonra vardı saraya halı ile birlikte, Giremedi içeri beklettiler eşikte. Dediler: “Nedir arzun ne etmektir maksadın,” Dedi: “hanım sultanı görmek benim muradım. Vardır özel bir halım layıktır sultanıma, Ağırlığınca altın belki verir şahsıma" Dediler ki: “ Sultanım bir halı satan gelmiş, Sizden başka kimseye halıyı vermem dermiş.” Halı lafı gelince gönlüne umut doldu, Hanım Sultan sevindi bir anda mutlu oldu. Dedi: “Tez getirsinler huzura halıcıyı, Bir an önce göreyim bu çok özel halıyı.” Hanım Sultan halıya baktı hemen anladı, Gözleri şaştı kaldı çokta heyecanlandı. Bir haber gelmiş idi evinin direğinden, Bir mutluluk akmıştı tertemiz yüreğinden. Döndü adama dedi: “Arzunuz nedir deyin ? Dile ağırlığınca sana altın vereyim. Böyle müstesna halı hayatımda görmedim, Bu halıdan bir tane daha getir isterim.” “Emrim başım üstüne” dedi adam, çekildi, Ağırlığınca altın hazineden verildi. Adam altını aldı yola düştü giderken, Hanım Sultanın gözü parlıyordu sevinçten. Vezirlerde şaşırdı biri dedi: “Sultanım, Vallahi ben bu işten hiç bir şey anlamadım. Gözleriniz parlıyor sevinç ve mutlulukla Ne gibi marifet var bu ipek halıcık ta” Hanım Sultan gülerek vezirlerine baktı, Sonra büyük hışımla hızla ayağa kalktı. “Halıcının peşinden bir koşun hazırlansın, Nereye gider gitsin dört bir yanı sarılsın.” Diyerek, emir verdi vezirlere beylere, Kendisi de atıldı çıktı en ileriye. Çok geçmeden aş evi asker ile sarıldı, Sultan soğuk zindandan çar çabuk kurtarıldı. Sultan bir meslek-çiğin önemini anladı, Hanım Sultanı gördü sevincinden ağladı. Zalimlere verdiler en ağır cezaları, Yaradan kavuşturdu şükür sevdalıları… Nizamettin UCA 09.06.2010/Cuma |