Ümit Askere Gidebilecek Mi
//Duvarda bir fotoğraf//
Belinde palaskası Kasaturası matarası Üniformalı sırtında Silahı var asılı Sivas şehriymiş ilk kışlası Sonra Kars’ın Sarıkamış’ı Anlatmıştı küçükken anası Fotoğraftaki, onun babası * Anası diyordu; Vatan borcu namus borcu Parayla pulla ödenmez Askere gitmeyen birine Erkek bile denmez Babası diyordu; Namusunu beklemeyeni Köydeki yari beklemez Askerlik yapmayan birine Zaten kız verilmez * O zaman küçüktü Ümit; can kulağıyla dinliyordu. Bildiğini bilmeseler bile; o, her şeyi biliyordu… *** Cennetteymişiz ilk önce. Yasak elmadan yemişiz ve suç işlemişiz. Tanrı o zaman; gidin demiş ve göndermiş. Bundan sonra dünyada yaşayın. Yaşarken sınanın. Bilin ki; kazanan yeniden cennete gelecek ve orada kalacak. Kazanamayan, cehenneme girecek ve cayır cayır yanacak… Artık biz, dünya yüzünde yaşayan birer canlıydık. Yani insandık. Babamız Adem’di, anamız da Havva. Aynı babadan olma, aynı anadan doğma; hani kardeştik kim sorarsa… Yasak elma burada da varmış İnsanlar bunu paylaşamamış Böylece düşmanlık başlamış Keşke kardeşlik bozulmasaydı! Keşke savaşlar çıkmasaydı! Ve silah icat olmasaydı… Namlular ateş kussun, kim ister? Kan akmasını kim ister? Ama, Birileri istemiş ki; Silahları kuşanmışlar Etrafımızı kuşatmışlar Batıda balkanlar. Kuzeyde Kafkaslar. Doğunun Sarıkamış’ı, güneyin Mezopotamya’sı… Dört koldan saldıracaklar Bizi ham yapacaklar Zayıf anımızı yakalamışlar ve saldırmışlar. Ne yapsın saldırılanlar? Onlar da savaşmışlar… //Fotoğrafın yanında eski bir fotoğraf// Belinde ip kuşak, yok palaskası Yamalı pantolonla yırtık hırkası Çarıksız ayakları ve boş çantası Yattığı yer Gelibolu yarımadası O da; Ümit’in, babasının babası *** Büyük bir fabrikada Sönmüş fırının altında Tozlu kablo raflarında Emin, Ergin, Mustafa Onlarla çalışmıştım Ümit’i o zaman tanımıştım Yaşı çok gençti Belki yirmiydi, belki yirmi iki Evli değil bekarmış Askerlik filan yapmamış Bir gün celp gelmiş kendisine. “Ben küçük bir askerim. Sınırlarda gezerim. Vatanıma göz dikeni. Çizmem ile ezerim…” diye diye, gitmiş askerlik şubesine. Sormuşlar, sual etmişler Kim olduğunu bilmişler Soyun bakalım asker Muayene edelim demişler Ümit; biraz şişmanca ama askerlik yapmasına engel değil. Zaten korktuğu da bu değil. Gözleri kusurluymuş ve kalın camlı gözlük takıyormuş. Çok kimse kendisine; “seni almazlar” diyormuş. “Vatan borcu namus borcu abi!” Vatan sevgisi çokçaydı Yüreğinde de inancı Galiba dert olacak başına Şu camların kalınlığı Birisi akıl vermiş kendisine Demiş git bir gözlükçüye Gözlerine lens taksınlar Muayeneye öyle gir diye Lens taksa ne olacak Foyası sonra çıkacak Kandırmış olsa bile onları Kendine anlatamayacak Gözlükleri çıkarıp cebine salmış Muayenehaneye öyle dalmış Genç bir tabip masada Işıklı pano karşıda “Oku” bakalım demiş ona. Gözlerini kocaman kocaman açıp bakmış. Ama önünde sis perdesi varmış. Ya tutarsa deyip sallamış. (A)yı (B) yapmış. Ama tutmamış. Bir atmış olmamış. İki atmış olmamış. Burnunda gözlük izi var zaten; doktor, hemencik anlamış. Demiş ona; “gözlükleri takta öyle bak, gör bakalım ne olacak!” Şaşırmış… Yalancının mumu yatsıya kadar; yakalandığını anlamış. Sonra kızarmış, bozarmış… Cebinden çıkarıp takmış. Bu sefer doktor şaşırmış. Demiş; “Asker, böyle olmaz! Görmeden yol bulunmaz. Hedefse hiç vurulmaz! Bu yüzden senden asker olmaz…” “Olur!” demiş, diklenmiş. “Olmaz!” “Gözlük takıp bakarım. Hedefe öyle çakarım.” “Olmaz!” “Olur!” demiş, diklenmiş. “Neden ki, gözlük takmak yasak mı?” “Olmaz!” Olurdu, olmazdı, derken anlamış; bu iş inatla olmayacak. “Askerlik yapmak istiyorum” deyip, başlamış ağlamaya. Bu sefer de doktor üzülmüş. Elini omzuna atıp; “gel bakalım” demiş ona, “gidelim başkanın yanına.” Gitmişler, girmişler odasına. “Otur…” demiş başkan ona, “biz, diyeceğimizi diyelim, sen de dinle ve anla…” Anlatmışlar da anlatmışlar Ağlayan Ümit’i avutmuşlar Son kararı onlar versin deyip Onu İstanbul’a yollamışlar *** //Mola vermiştik. Şeffaf bir muşamba, tahta masanın üstünde. Semaver ve kağıt bardaklar onun üstünde. Tozlu banklara oturmuştuk. Hepimiz işçiydik; kir ve pas içinde. Yorulmuştuk. Çay içip dinleniyorduk. Ümit, anlatıyordu. İkide birde de; “Gideceğim.” diyordu. Cigara tüttüren Mustafa da ona; “Ulan salak!” diyordu. “Göreceksiniz gideceğim! Gideceğim eninde sonunda…” Irak dağlarında askerlik yapmış Mustafa da, garip garip gülüyordu ona...// İnat etmiş, gidecek. Gitmiş. Askere değil, İstanbul’daki askeri hastaneye. Aslında inat değil ettiği, gurur meselesi. Bir de büyük hastanenin büyük doktorlarına muayene olacak, sonra asker olacak… “Vatan borcu namus borcu abi! Dedem Çanakkale’de savaşmış. Şehit nişanı takmış ve orada yatmaktaymış. Babam askerliğini, doksan bin askerin karlar altında kaldığı Sarıkamış’ta yapmış. Ben de yapacağım! Vatan borcu parayla ödenmez. Askere gitmeyene erkek denmez. Zaten öyle birine, kız bile verilmez. Gideceğim abi! Ben de gideceğim…” Bir doktor varmış, binbaşıymış Gözlerine bir güzel bakmış Ölçmüş, biçmiş, tartmış Sonra “Üzgünüm” manasında başını Sağa sola sallamış Ümit, meseleyi anlamış ama gene de umudu varmış. Binbaşı, başka bir binbaşıyı çağırmış. Miyop gözlere bir de o bakmış. O, başını sağa sola sallamamış ama “ne yapsak” dercesine, öteki doktora bakmış. İki doktor birbirine bakarken; umut yok galiba diyen bizim Ümit de, ağlamaya başlamış. “Üzülme evlat!” demişler ona. Sevmişler, teselli etmişler. Askerden kaçmak için çürük raporu peşinde koşan sahtekarların var olduğu bir ülkede, askere gidemiyorum diye ağlayan Ümit’e; “aferin asker!” demişler. *** Görme kusurluğu varmış Büyük numaralı sayılar Sınırlarda dolaşmaktaymış Öyle yazacaklarmış rapora Sonra sunacaklarmış kurula Karar oradan çıkacakmış Yani, bir umut varmış hala *** Ümit, ümit ediyor. Hala bekliyor. Çünkü çok istiyor. “Göreceksiniz!” diyor, “gideceğim. Eninde sonunda gideceğim. Ben çürük değilim. Silah vermeseler bile, o elbiseyi giyeceğim…” //Ne dersiniz? Ümit, askere gidebilecek mi?// (Çanakkale şehitlerinin anısına...) Tevfik Tekmen. 10/Mart/2010*Lüleburgaz* |