GARGAMEL
Çocuktuk.
Düşe düşe, düş oynardık. Rüzgarın okşadığı, ağaç dallarına, tutuna tutuna, salardık kendimizi oyunlara, oyunbozanlıklara. Küçük bir duvar tuğlasının, nasıl dönüştüğünü görseydiniz, damperli kamyona, inanmazdınız, gerçek olana. En güzeli, uzağı tanımlayan her şeyden, habersizdi ruhumuz. Baş ebenin dairesinin içinde başlar, kurbağanın vakvakladığı, birikintide biterdi, en uzun yolculuğumuz. Tanımsızdı aşk, gurbet, acı, sabır, selamet... Çocuktuk. Küsünce hemen barışırdık. Daldan dala konan, minik serçeydi, bizden daha küçüktü, gururumuz. Dedemin gözlüğünün, aynından takıyordu, televizyondaki başbakan. Verdiği üzüm kurularından olsa gerek. Daha büyük bir adam gibi görünürdü, her zaman. Duvarcı dedem, ondan. Peşindeydim, şirin olabilmek için, ak sakallı Şirin Dede’nin, Yeşil ağaçların altından, kıvrıla kıvrıla dağa çıkan, ince uzun patikada, hep rastlamak istedim ona. Ah o serseri güz! Yaprakları yolunca, dallardan aşağı aşağı, tıpkı Gargamel’e benzedi. Bu yüzden, hiç sevmedim eylülleri. Sıska bacaklı donsuz Cin Ali’nin, İlk ben okuyunca serüvenlerini, göğsümün üstündeki, önlüksü siyah zemine, kırmızı kurdele takıldı. Yavaş yavaş, önüme yazarı zaman olan, ’büyümek’ isimli kitaplar bırakıldı. Dörtnala terketti beni, tahtadan yonttuğum yeleli at. O gün bu gündür, Uysal bir yayayız hayat yolunda...heyhat. İşte böyle terkedildi, düşler ülkesi. Düşlerden sıyrılıp, yaşama tutunmaya başladı eller. Tembel bir kutunun içindeki, foton titreşimleriydi artık Şirinler. Gargamel eylülü, burnuna kafiyeden estetikler yaptırıp, hüznün prensi diye, masum göstermeye başladı, cümle şairler. Çocuktuk. Çarşı ekmeği dağıtıldığı için, Bayram gibi gelirdi bize, cenazeler. |
böyle şiirler okumadım ben bu sitede ismimin bir harfine iddiaya girerim ki.
çok teşekkürler bu şiirler için.