-Başlıksız-
Bahar geldi
Çiçeklere gün doğdu Kamburu çıkmış ağaçlar filizlendi Nefessiz kaldı tüm mahlûkat Her papatya bir yaratılmışı ifade ediyor Bulutlar yağmurları çağırıyorlar Gökten bitmez tükenmez kayıplar yağıyor Rüzgâr üşüyen çatlak tenime sessiz dokunuyor Kendine yetmeyen bu şehirde Kalabalık bir sensizlik var Ve bu şehir Yüreğime ağır ayrılık detayları bırakıyor Ve ben sana gelebilmek için Zehrin ölümcül elinden tutuyorum Ah ey naz gülistanının en gözde nazlısı Yüreğime elemli bakışlar konduran Karagözlü Leyla Beni güneşsiz bırakan İstanbul’u Naz denizinde boğ artık Ölüm rabıtası tadında Gönül nağmelerini akıtıyorum Güneyin yoğun sıcaklığını andıran Bezgin mısralar diziyorum Derinden derine sükûnet nöbetine tutuluyorum Yanan ciğerim bir ateş koruna dönüşüyor ayrılığın Sahibini terk eden mavi taşlı gerdanlık gibi duruyor Yaman bir sille oluyor ömrümün en bereketli vaktinde Ah ey özlemin sancısını yüreğime eken Sılamın nazlı zebanisi Ruhumun mavi kelebekleri Teselli arıyor Bir gecelikte olsa Düşlerimde duy sesimi Seni bende taşıyan Beni benden al Ya da Ruhuma elemli öpücüklerin İzini bırakma artık Aynaların dayanılmaz ihtiraslarını Ve ayak takımı alışkanlıklarımı rendeliyorum Pişmemiş duygularımı Çekiç örs kıskacında dövüyorum Bitirmek için kendimi Kendimden bir ben yeşertiyorum Ve başlıyorum Her tarafı dolmuş sayfaya Her iklim bir başka yeşeren Kırımızı gülümü nakşediyorum Ah ey kekik kokulu yamaçların Nazlı sümbülü Sana sığınmış yüreğimi Açık kahve gözlerinle Isıt artık Büyük değerler Seninle derin manalar yükleniyor Buharı tüten yanık sevgiler Seninle külleniyor Kelimeler sisli hatıratların arkasında Seninle canlanıyor Kapıları hiç açılmamış Yıkık sarayın birer sütunu duygular Seninle yükseliyorlar Firari olan aşk Seninle yaşama dönüyor Ah ey naz limanı Yetti artık Bilinmez Ummanlarda Bin bir gece masallarındaki İliği kurumuş düşünceleri taşıyan Yıkık dökük geminin serüveni Aç artık Özlem dalgalarıyla çalkalanmış kıyılarını Artık demir atılsın sılaya Mercan adasının sahilinde Sedeflere dokunmak istiyorum Çırılçıplak düşler yolumu kesiyor Ayrılık kokan tenine Zemheri bir alınganlıkla yanaşıyorum Sen diye kaleme dokunuyorum Çenesi düşük bir koku Sıla iksirine zehir katıyor Bütün mavilikler yosun rengine dönüşüyor Ve doyumsuz duygularım ızdıraba doyuyor Ah ey naz ateşinin gölgesi Özgürlük meşalesini yak ta Çöl kasırgaların beni Senin yemişlerinin vahasına ulaştırsın artık Ah ey naz pınarı Sensizlik ateşini tutuşturan bu yağmurların Vakitsiz bir bir düşen yeşil yaprakların Özlem teneşirine uzatılan düşleri Bir anlamı olmalı artık Senin düşlerinde ellerim ellerinde sıcak Benim düşlerimde Karanlık dehlizden bir mecra açılıyor Şehrin güneşe susamış yüzünde Salyangoz ruhlu rastlantılar çoğalıyor Öpülmeye mahkûm bir kurbağa Gemileri yakıyor Mutluluğun soykırımı var Hadımköy’de İstanbul kör oluyor Ah ey naz semasının masum hilali Bu şehrin karanlık gecelerinde Ateş böceğimi yitirdim Artık yüzünü göster Ve tebessüm et Diz çöksün İstanbul Acıyla kavrulan hücrelerimden Bulutlar oluşuyor Sensizlik rüzgârı İstanbul’u karanlığı boğuyor Yağmur yağıyor durmadan Ve yine sen kokuyor Ve ben yine nefessiz kalıyorum Bardağın dibindekilerini bir kaynama aldı Taşıyor Yenilenmiş hücrelerim Çiğ yürekli insanlara dönüşüyor Seni sayıklamak için rüyalarımda İçimde bir aşk kâbusu büyütüyorum Bu bahar yeniden acılarım filizleniyor Duygularım yağmurlara esir olurken Bu tramvaya aklım yenik düşüyor Ah ey naz kasırgasının sonsuzluk okyanusu Med-cezirlerinden yüreğimin benzi soldu Yoruldum Din artık |
Med-cezirlerinden yüreğimin benzi soldu
Yoruldum
Din artık
Dileklerin gerçeş olur inşallah...