0
Yorum
3
Beğeni
5,0
Puan
41
Okunma

Lütfen önce videoyu izleyiniz.
/share/r/17rp993A5C/
Son yıllarda ilişkiler üzerine üretilen içeriklerde dikkat çeken ortak bir ton var:
Erkek, sanki yetişkin bir birey değilmiş gibi ele alınıyor.
Bir çocuk gibi yönlendirilmesi gereken, davranışları taktiklerle şekillendirilebilen, kendi iradesi yokmuşçasına “öğretilmesi” gereken bir varlık gibi…
“Şunu yaptırmak için böyle davranın.”
“Şunu söylemesi için şu yöntemi uygulayın.”
“Bunu yapmazsa şu stratejiyi devreye sokun.”
Bu dil, fark ettirmeden ama güçlü biçimde bir inanç inşa ediyor:
Erkekler, kadınlar tarafından adım adım eğitilmesi gereken birer proje;
Kadınlar ise doğal hâllerini bir kenara bırakıp, ilişki içinde rehberlik eden bir “yetiştirici figürü” olmak zorunda.
Oysa olgun bir ilişki, böylesi bir hiyerarşiyi kaldıramaz.
Bir tarafın “eğiten”, diğer tarafın “eğitilen” olduğu hiçbir yerde eşitlik, güven veya gerçek bir duygusal bağ gelişemez.
Bu yapı, sevginin değil; manipülasyonun, rol yapmanın ve içten içe işleyen güç savaşlarının zemini olur.
Peki işler gerçekten böyle olmak zorunda mı?
Ya herkes kendi hakikati içinde kalsa?
Kadın da erkek de kişiliklerini saklamadan, birbirini eğitme ya da dönüştürme gayreti olmadan ilişkiye dâhil olsa?
Davranışları şekillendirmeye çalışan yöntemlerin yerine, doğal uyumun ne dediği dinlense?
Belki de ilişkilerin yorgunluğu tam da buradan doğuyor:
Kendimizi olmadığımız kişilere dönüştürme çabasından,
ve aynı çabayla karşımızdakini de dönüştürmeye kalkışmaktan.
Oysa sevmenin en olgun biçimi çok daha sade bir hakikate dayanır:
Karşındaki insanı değiştirme hevesi olmadan yanında durmak…
Onu bir “düzeltme süreci” değil, bir insan olarak görmek…
Uyum varsa yürümek, yoksa kırıp dökmeden ayrılabilmek…
Hayat, birbirini “yeniden biçimlendiren” insanların değil,
kendisi kalabilenlerin ortak ritmini bulabildiği ilişkilerle güzelleşir.
Yazan
Korhan KÜLÇE
www.korhankulce.com
5.0
100% (1)