0
Yorum
0
Beğeni
5,0
Puan
50
Okunma

Şehrin kenarlarında, güneşin bile uğramaktan çekindiği sokaklar vardır…
Oralarda insanlar erken yaşta yorulur, umut ise daha doğmadan ölür.
İşte biz o sokakların çocuklarıydık.
Yırtık ayakkabılarla, nasır tutmuş avuçlarla, yarısı kırılmış hayallerle büyüdük.
Kimse bize masal anlatmadı; biz masalların yerine gerçeği öğrendik.
Gerçeğin de gaddar bir yüzü vardı.
Yoksulluk dediğin şey, insanın gölgesini bile ağırlaştırır.
Sen yürürsün ama gölgen senden önce düşer yere.
Biz öyle yürüdük; gölgesinden bile utanarak büyüyen çocuklardık.
Her sabah aynı ağırlıkla uyanır, her gece aynı karanlıkla uyurduk.
Kader diye öğretilen o demir kapı hep yüzümüze çarpardı.
Ama yine de bir şey vardı içimizde;
söylemeye çekindiğimiz, gülmeye utandığımız, hayal etmeye korktuğumuz bir şey…
Umut mu dersin, direniş mi, inat mı…
Belki hepsi, belki hiçbiri.
Ama bizi ayakta tutan ne varsa o işte.
“Umutsuzlar” derlerdi bize.
Sanki umut yalnız zenginlerin malıymış gibi.
Sanki bizim ekmeğimizle birlikte umudumuz da çalınmış gibi.
Ama biz umudun değil, umutsuzluğun içinden doğan insanlardık.
Bir adamın çaresizliğini yüzünden değil, gözünün karanlığından anlarsın.
O karanlık bizde hep vardı.
Ama o karanlığın içinde bir başka ışık da yanardı:
“Daha bitmedi” diyen, “bu sokaklara yazgı değil, mücadele yazılır” diyen bir ışık.
Biz yaralanırdık, ama yaralarımızı saklamazdık.
Çünkü saklanan yara ilerde daha derine iner.
Bizim yaralarımız açıktı; o yüzden iyileşmek için beklemezdi,
savaşmak isterdi.
Sevdamız da ağırdı bizim.
Bir kadını severken bile yoksulluğun gölgesini omuzlarımızda hissederdik.
Yüreğimizde taşıdığımız o sıcaklık bile bazen bir lokma ekmekten çok yakardı.
Dünyaya kırgın, birbirimize tutkun adamlar olurduk.
Adalet diye bir şey vardı, ama bizim mahallenin üstünden geçmezdi.
Biz adaleti, gecenin soğuğunda titreyen bir çocuk yüzünde görürdük.
Bir lokmayı bölüşürken, bir sigarayı paylaşırken,
bir derdi büyütmemek için susarken…
İşte Umutsuzlar böyle bir dünyanın insanlarıdır:
Düşünce küfretmeyen, ayağa kalkınca övünmeyen,
kendi karanlığıyla kavga edip yine de aydınlık isteyen insanlar.
Ben onları bilir ve severim.
Hiçbir zaman muktedir olmadıkları halde,
her zaman onurlu yürüdükleri için severim.
Onlar belki umutsuz görünür,
ama içlerinde taşıdıkları inat,
dünyanın bütün umutlarından daha güçlüdür.
Çünkü bazen umut, bir avuç ekmek kadar ucuzdur.
Ama umutsuzluk…
Umutsuzluk insanı büyüten bir ateştir.
O ateşte yanan her yürek, ertesi güne daha dik çıkar.
Ve sonunda şunu öğrendim:
Biz “umutsuzlar” değiliz aslında.
Dünyanın bize biçtiği karanlığı kabul etmeyen insanlarız.
Yıkılmış evlerden de ayağa kalkarız,
kaybolmuş yıllardan da kendimizi toplarız,
çünkü insan dediğin, en çok da yanarken güçlenir.
İşte bu yüzden…
Bizim hikâyemiz bitmedi.
Bitmeyecek.
Çünkü umutsuzluk, bazen umut etmeyi bilmeyenlerin adıdır;
ama biz umudu bilmiyor değiliz…
Sadece onu kimseden dilenmeyiz.
5.0
100% (1)