5
Yorum
25
Beğeni
0,0
Puan
278
Okunma

Bir zamanlar ellerim,
dünyanın bütün kapılarını çalardı.
Kimini açtım, kiminde bekledim,
kiminden sessizce döndüm.
Ama öğrendim ki,
en güzel kapı,
önünde ayakkabını çıkarmadan girebildiğin kapıymış.
Eskiden gözüm hep uzak ufuklardaydı,
şimdi öğrendim,
mutluluk bazen pencerenin önündeki sardunyada saklı.
Sabah çayı demliyorsun,
ben mutfağın köşesinden seni izliyorum;
çaydanlığın buharı yüzüne vuruyor,
ben o buharın içinden doğuyorum sana yeniden.
Bir zamanlar gürültülü sofralar isterdim,
şimdi sessizliğin bile lezzetli olduğunu biliyorum.
İki kişilik masada,
bir lokma ekmeğin bile şölene dönüşmesi…
Çünkü o ekmeği,
yanında güvenle bölüştüğün kişi varsa
bütün dünya senin sofra arkadaşındır.
Günlerim artık acele etmiyor.
Akrep ile yelkovan bile,
bana bakıp yavaşlıyor sanki.
Pencereden düşen ışık,
halının üstünde bir göl halısı gibi yayılıyor,
senin gölgen o halıya değdi mi
evim tamamlanıyor.
Artık giyinip kuşanıp
başkalarına kendimi ispat etmek zorunda hissetmiyorum.
Beni en güzel halimle gören
senin gözlerin zaten.
Ve biliyorum ki
bu dünyada en büyük şıklık,
yanında güvende hissetmek.
Rüzgâr bazen sert esiyor,
hayatın dalları kırılıyor.
Ama biz köklerimizden tutunuyoruz.
Bana bakıp
“Geçer…” dediğinde,
o kelimenin içindeki baharı duyuyorum.
Çünkü biliyorum,
sen yanımdayken hiçbir kış uzun sürmüyor.
Artık dünya nimetlerinin parlaklığına değil,
kalbimin derin kuyusuna düşen ışığa bakıyorum.
Altın değil aradığım,
ellerimin içine bırakılmış güven kokulu bir hayat. Çünkü biliyorum;
en nadide hazine,
gözlerinin içine yerleşmiş huzurdur.
Bir omuz ki,
yaslanınca bütün fırtınalar susar,
dalgalar boyunu unutur,
gece kendi yıldızlarını geri verir.
Bir söz ki, yüreğime değdi mi tüm yaralar,
kendi kendine bahar çiçeği açar.
Bir gülüş ki,
ömrüme yağmur sonrası toprak kokusunu taşır.
Sağlıkla uyanmak artık en büyük şölendir.
Güneşin tenime dokunuşunu, sabah
çayının buharında saklanan huzuru
ve kapı önünde bekleyen bir çift sevgi dolu bakışı
altınla ölçemezsin.
Öyle bir noktadayım ki,
varlığına sevinmediğim hiçbir şeyin
adımı bilmesine bile gerek yok.
Yorgun düşürmeyen dostluklar,
hesapsız sevgiler,
"yanındayım" deyip de gerçekten kalan insanlar
artık tek zenginliğim.
Artık dünyayı altın terazilerde tartmıyorum,
parıltılı vitrinler çekmiyor gözümü.
Gözümde tek bir mücevher var:
İçime sinen bir bakışın duruluğu,
güvenin ipeksi ağırlığı,
sevginin suskun kucaklayışı.
Ben, bir zamanlar telaşlı bir kuş gibiydim,
rüzgâr nereden eserse,
kanadım oraya savrulurdu.
Şimdi biliyorum;
kuşun yuvası,
kanadının gölgesine sığınan huzurdur.
Gün doğumlarını başka görüyorum artık,
gökyüzü, sabahları bana adını fısıldıyor.
Buharını kahvemden değil,
hayatın bana sunduğu şefkatli anlardan alıyorum.
Bir gülüşün, kırk yıllık yorgunluğumu
tek bir anda söküp attığını gördüm.
Beni artık en çok,
sessizce yanımda oturan bir insanın
varlığı büyülüyor.
Söz söylemeden,
“Buradayım” demenin bin dili varmış,
öğrendim.
Denizleri de sevdim,
ama asıl, dalgaların kıyıya teslim oluşunu sevdim.
Çünkü öğrendim ki
asıl güç, fırtınada devleşmekte değil;
sakin bir suda huzuru saklayabilmekteymiş.
Bir gün dedim ki kendime:
“Artık aradığın ne mal, ne mülk, ne gösterişli sözler…
Aradığın, elini tutunca
kalbinin yerini bilen biri.”
Ve işte, bulduğum şey,
başımı koyduğumda dünyamı susturan o omuz.
Artık hayatın bana verdiklerini,
şükürle kabul ediyorum.
Eksikse de tamam, fazlaysa da.
Çünkü biliyorum;
gerçek zenginlik,
sana güvenle bakabilen bir çift gözde saklı.
Peri Feride ÖZBİLGE
23.08.2025