HÜZÜNLÜ VEDA HAVASI
Uzun bir yoldu bu nihayete eren, yorucu
Tabanlarımı dolduran kanlı terle Şakaklarımdaki aklardan sızan Yüzümü vurduğum taşlar arasından Kalın kitaplardan uzağa dökülen kelimelerle Uzun bir yoldu bu nihayete eren, yorucu… Siyanür kokarken hava, akşamın kızıl kıskacında Her serencamın sonu birazda aynı galiba Tarumar edilmiş gül bahçeleri, kırık kanatlar Karabasanların çökmesi ruhun orta yerine Dörtnala giderken sebepsiz yorulan atlar Siyanür kokarken hava, akşamın kızıl kıskacında… Yakan acı bir sızı var şimdi içime saplanan Dilimde dolanan kekremsi tada karışıp Kör bir kuyuda beynimde yankılanan Ansızın yok olan bir gölgenin sesidir şimdi Hüzünlü bir veda havası gibi beni karşılayan Yakan acı bir sızı var şimdi içime saplanan Atalarımdan gördüğüm; ağlamam mezar başında Elimden tutan asırlık sırlı sözlere inanırım Uzak şehirlerin kadim türküleri beni oyalarken Omzumun üstünden, doğan güneşe bakarım En onmaz yaralarımı kendi elimle sararken Atalarımdan gördüğüm; ağlamam mezar başında Gelmem artık, gelemem bu mezar başına Gülemem değil başka bir ırmağın kenarında Yakarak gemileri, gidilecek yöne bakarak Sözlerimi yadigâr bırakarak parmaklarının arasına Aşkın ve simurgların olduğu topraklara dönüyorum Gelmem artık, gelemem bu mezar başına Uzun bir yoldu bu nihayete eren, yorucu Siyanür kokarken hava, akşamın kızıl kıskacında Yakan acı bir sızı var şimdi içime saplanan Atalarımdan gördüğüm; ağlamam mezar başında Gelmem artık, gelemem bu mezar başına Uzun bir yoldu bu nihayete eren, yorucu… Ahmet Selim GÜL |