SESİN Kİ
Sesin ki; kutsal şarkılardan yükselen ilahi bir tınıydı…
Ne zaman yağmurlu bir günde yolculuğa çıksam, sen geliyorsun aklıma. Ne zaman bir sahilde yürüsem çıplak ayaklarımla; ıslansam, üşüsem, seni anımsıyorum. Her yağmur, gözlerindeki hüzün gibi ıslatıyor beni. Her yağmurda titriyorum, üşüyorum, kederleniyorum. Önceleri anlamsız gelirdi bu bana. Neden yağmurlar bu denli acıtıyor içimi diye. Sonradan anladım, sen gittiğinde mevsim sonbahardı, sararmış yaprakların üzerine yeşil bir yağmur yağıyordu. Hatırlıyor musun? O şose yolun ortasında dikelmiş, yağmurun altında öylece kalakalmıştım. Titriyordum, titremem biraz sinirimden, biraz üşümemdendi. “hoşça kal” dediğinde, aslında yüreğimin tam üstüne bir hançer indirmiştin. O anın öncesi, sonrası var mıydı? O şose yol neresiydi? Ne işimiz vardı orada? Yağmur neden yağıyordu, ben neden üşüyordum? Sorular, dipsiz bir kuyu karanlığında yankılanıyordu usumda. Sonra sesini anımsıyorum bir de. Yüzün giderek solgun bir resim gibi silinse de sesinin tınısını anımsıyorum. Sesin içli bir şarkının en güzel yerinde ağlayan aşık gibi kırgındı. Doğanın sesini dinledim bütün gece… Rüzgârın otlara, çiçeklere, ağaçlara çarparken çıkardığı sesi… Sonra kuş cıvıltılarını, çekirgelerin, cırcır böceklerinin cırıltılarını dinledim. Doğanın sesinde, senin sesini aradım. Bir nehrin kıyısına her oturduğumda uğultulara, kalabalık bir orkestranın melodilerine dalıp uzakları dinledim, Sesin bu güzelliğin neresindeydi? Sesinin o büyüleyici tını değişti mi? Değişmişse, sen de değişmişsindir. Yaşamın özünde değişim var, biliyorsun. Bir gün çıkıp gelsen, ’merhaba’ desen arkamdan, sadece sesini duysam, dönüp bakar mıyım? Sesinin o kadife yumuşaklığı çeker mi beni? Yani yine titrer miyim, yani içimdeki delikanlı coşku ayaklanır mı dersin. Sesin, sesin ki güzelliğine anlam katan bir doğaüstü şelale… Sesin ki eskiyen bir türkünün ezgisi, uçup giden boşlukta… Sesin ki; bir kutsal mevsimden yükselen ilahi tını… Sesini yitirdikçe, yüreğimde gece gündüz yankılanan coşkunun akışı da zayıfladı. İçimi titreten, beni sevince boğan o kutsal ahenk kayboldu… Sesin ki... Sesin nerede? Sesin kayboldu; artık yabancı biri gibi soyut duruyor resmin masamda. Oysa o çok beğendiğin resmimin yanına koymuştum, hani Nazım’a benzettiğin. Sen gülüyorsun, -şimdi kahkahalarının rengi de solmuş. Ben de inadına kederli, sert duruyorum yanında. Uzakta olan, yarı ölüye benzer demiş büyükler, yarı ölü ne demekse. -Uğultuyla akan bir nehrin kenarında oturdum. Uzun yolculuklara çıkmıştım, yorulmuştum. Sesin uzaklaştıkça benden, geçmişim yabancılaştıkça bana; köpükten çiçeklere benzetiyorum yaşadıklarımı. Umutsuz, yorgun düştüğünde ruhum, gelip sarılmıştım sana. Kasırgalardan sonra sığınacak bir liman arayan hasarlı gemiler gibi bir yanım su alıyorken. Tam da batmak üzereyken dibe, sen çıkmıştın karşıma. Yüce, tarifsiz bir aşkla tutunmuştum. Sesin yaşama bağlamıştı beni… |