KARTOPUŞiirin hikayesini görmek için tıklayın Karbeyaz’a yolculuğumun bu ikinci şiiri, altmışsekiz - seksen kuşağının yaşadıklarına ve duygu boyutuna göndermelerde bulunan, bir içe bakış çözümlemesidir.
Devamı belki sonbahara... Saygılarımla. Fırtına kol gezerken meydanlar, caddelerde, Başımı ne tarafa çevirsem, beyaz-perde; Yer, gök bir kum saati alt-üst oluyor her dem, Kum yerine karları koymuş sevdamız desem, Arzular isyan eder duyarsız bedenlere, Doğan güne ket vurur kömür gözlü adamlar, Zaman erir toprağa şafağın kanı damlar... Eyy Sevgili ! Pişmanlık aptallıktır diyen bu deli yürek, Pusarık anıların doğal sinemasında, O kardan adamların buz kesiği ellerle Kardan hedeflere fırlattıkları, Kardan bir toptu... Gönül gücüne kuvvet yaktığı karelerde, Zülfiyâre değmeden kayboldu resimlerden, Bahtını kül eyledi, Efsânesinden koptu... Aynı film şu anda başka yerlerde, Söz gelimi belki de Arjantin’de, Benzer öykünmeler repliğinde, Kapalı gişe oynuyor deseler, Canım sıkılır Ve sanki dünya bütün yanardağlarıyla Başıma yıkılır... Oysa, adım gibi biliyorum oralarda da, Irmaklar özveriyle çağlasalar da, "Japon gülleri"nin, orkidelerin, Köklerine kiprit suyu dökülüyordur... Dizginlenmiş sâhillerde tuzu-kuruların, Havalı, cıvalı fişekleri Allı, morlu, yeşilli, turuncu niceleri, Kölemen bakışları büyülüyordur... Paranın, şöhretin, kuruntuların Ve sonradan görme ham tutkuların, Muhteşem ezilişini, Bedava seyrediyordur birileri... Diğer taraftan, Tığteber, şahımerdan, Gündemi tersinden okuyordur kimileri... Yeniden boy atıp sürgün vereceği, Başa döneceği güne kadar umutların, Bir tohumun kök salarken bozulmuşluğunda, Sevdâlar tükeniyor, Sevgiler çürüyordur Ve fırsat avcısı ebcet ustaları, Mezar taşlarına târih düşürüyordur... Ahh gerçek "Aşk"..... derin felsefe.... ..... ilm-î ledûn kimyâsı, Ölüme ne kadar uzaksın ! Uyuyanların düşlerine, Uyananların düşüncelerine tuzaksın ! Metropol kentlerin kül-yutmaz varoşlarında, Kurşun-kalem eskizlerin is karası yavanlığında, Sıradan bir geceye tav olmuşken uykular, Akvaryumdan sıçramış balık havalarında, Küllerinden doğar da kuş palazı duygular, Yüreği dilinde bir batur Ozan, Aşkın erdemiyle çağı sorgular... Mutlaka öyledir, öyle olmalı diyorum; Benzerini yaşadım, Gördüm de biliyorum. Bir "Ortalık Asya" gezisinde, Bişkek’te, Alata Meydanı’nda, Destan orucunu bozan ihtiyar Manasçı’dan O derme çatma çadırında, Önünde diz çökerek dinlemiştim, Kışın insafsızca yılkıya çıkarılan, Alapaça kısrakla "göl atı"nın efsânesini... Böylesi bir günde, Kardan heykellere dönüşerek Nov-oruzda eriyip yok oluşlarını, Arınmış duygularla Ne de güzel anlatmıştı... O’na kısaca senden bahsetmiştim; Bir çamçaktan kımız içirir gibi, Yudum yudum âheste varsayımlarla Destan kılıcını dolunayda bilercesine, Ya da bir kirkitle(1) düğüm ezercesine, "Con-comuk"(2) Er-manasça vermişti cevabını : - "Bülbül görkü güldedir, Yırcı görkü teldedir; Berkut görkü asmanda, Suyun görkü göldedir; Ahmak görkü gümanda, Baksı görkü dildedir."(3) Demiş ve gülerek devam etmişti : - Gözlerini kan bürür de bülbüllerin, güller kan içer; Aşk’ın körlüğüne düşen, ismini cefâdan seçer; Bu dünyanın anlamını arayan bulur gönlünde, Sevdâda mertebe gören, üste cânanından geçer... - Bak evlat, daha yolun başında sayılırsın ! Bir seraptan uyanmak, Gerçeğine kavuşmanın ilk şartıdır... -O’na buradan, Günbatımının akşam esmerliğiyle, "Tanrı Dağları"nda menekşelenmiş buzulların Erguvan ışıltılarını götür ! Bil ki, sevgi kâinatın ortak dili, Cennet tarafımızın bengisu pınarıdır ! -Dolgun başaklarca başın eğildiğinde, Elalem ne der desin, sevdiğine kin tutma Ve muhabbetin büyülü dudaklarını, Sen, sen ol, Asla yabana atma ! - Hâzan değer gül solar, baharda dirilesi, Bülbülün çektiği gam özgeliğin çilesi; Geçici heveslerle aşkına haram katma ! Bu sözü kalbine ver ! Sakın, sakın unutma ! Nereden, nereye.... Unutmadım ey Sevgili ! Bahadır dizelerime kelepçeler vurulanda İçime bükülüşlerini Ve bir aysar karanlığın çapsızlığına Uçurum dökülüşlerini, O billurdan esinlerin avgun köpüklerinde Yalınkat serzenişlerden bağımsız ışımalarını, Camlaşma sürecine "Celali" çakıllarda Başımı fır döndüren derkenar yansımalarını, En güzel anılarımızı sürekli güncelleyen Gönülden gönüle sezgi-dil söylemlerini, Işık yılı mesâfelerden yürek patlatan Kelebek kanadında sitemlerini, Unutmadım.... unutamadım... Evet, Susma hakkını kullanarak, Ağlama duvarlarında bıraktığın özlemlerimin, Bir yarım elmada çürüyen payını, İnceliklerin kaybolduğu Dar geçitlerde bile unutmadım. Herkes gibi bir oyun kurgularken, Açığa düştüğüm köşelerde Ve derin gölgelerin can çekişen esrârında, Lâlesini solduran umarsız gönlümün, Boş çuval dik durur mu, sora, diye, Papağan efektine bulanmış urganlarda Şafağa çekilmesini de, Unutmadım.... unutamadım.... Anlaşılmaz izbelerde pas tutan Mutluluk kırıntılarını, Birbirinin kanlısı vicdan tutulmalarıyla Çalınmış yılların ara taksimlerine Küllerimizi savuran Ve bir çıkmazdan diğerine yalpalayan Neslimin yanılgılarını, Unutmadım..... unutamadım..... Çala rüzgâr eliflenen şu karlarla birlikte, Kendi başının derdine dönen, İçlenişlerimi hoş gör ! Bağışla gözlerimin şeyda doluluğunu !.. Nasıl unuturdum ey Sevgili, En başta seni Ve kalbime ektiğin binlerce yıldızın, Esriten soluğunu !... YUSUF BİLGE ( KARBEYAZ’A YOLCULUK - II ) Açıklamalar : 1)- Kirkit : halı ve kilim dokunurken atkı ipiyle düğümlerin sıkılaşmasını sağlayan demirden ağır ve saplı bir taraktır. 2)- Con-comuk : Kırgızistan’da Er-manas destan söylemlerinde kemâle ermiş aksakal usta Ozanlara verilen bir ünvan olup Con-comukçu da denir. 3)- Nasihatnâme tarzı bir Kırgız türküsü olup, yırcı : şarkıcı, berkut : bir cins kartal, asman : gökyüzü, güman : şikâyet, baksı : ozan anlamındadır. 4-) Yukarıdaki resim Satürn gezegeninin iç uydusu "KARTOPU"dur. Saygılarımla. Yusuf Bilge |