Eskisaraylıyım
Taş döşeli yollarda öğrendik her şeyi.
Her şeyi öğrendiğimiz şehir, henüz şehirdi. Şehir genç, bizse çocuktuk. Taşlara basarak, toprakla oynayarak büyüdük. Öğrendiklerimiz ya çok sertti ya çok yumuşak. Ya dişlerimizi kırdı ya parmaklarımızın arasından kayıp gitti. Hiçbir şeyin sahibi olamadık korku, acı ve umuttan başka. Eskisaraylıyım. Burada doğdum, burada büyüdüm. Burada okula başladım, burada sinemaya gittim. İlk dayağı burada yedim. İlk karakolla burada tanıştım. Kelebekler burada yaşar, kuşlar burada uçardı. Kar burada yağar, bulutlar burada toplanırdı. İnsanlar burada ölür, burada çoğalırdı. En güzel renkler bizim, en güzel kırmızı bizimdi. Asabiliğimiz, duygusallığımız ve saflığımız zamansız ve ölçüsüzdü. Çamurlu yollar, toprak evler, seyyar satıcılar, simit satan çocuklardı kahramanlarımız. Derin mevzulardan anlamaz, kıyılarda gezinir, soluk mesafesinden kemirirdik. Sahici, öfkeli ve dertliydik. Mahallemiz saraydı, ama evlerimiz topraktı. Taş, kerpiç, kireçti. Dut ağaçları, asmalar, kuyular, ışıksız kenefleri vardı. Bir lamba, bir sandık, birkaç kilim… Birkaç yün yatak, kırık bir büfe vardı. Analar ekmek yapar, kuyudan su çeker, avlu süpürürlerdi. Soba yakar, çamaşır yıkar, yemek pişirirlerdi Boş kaldıklarında da bizi döverlerdi. Bazen tütün kırar, pamuk toplardık. Bazen tıkır giyer kız-oğlan oynardık. Kırcik, çırçımba çelik çomak, yakar top… En çok da çelik çomağı severdik. Değneği uzağa, en uzağa atan kazanırdı. Alamancı Aboş, Panter İdris, Berber Zeynel’di arkadaşlarımız. Okuldan gelir gelmez kocaman salçalı dürümle koşardık ayrancı pazarına. Az biraz geç kalmaya gör, azar işitir, dayak yerdik babalarımızdan. Yakup, İskender, Kenan isminde arkadaşlarımız vardı. Gözleri yeşil, saçları sarıydı. Demir kapılı, yüksek duvarlı evleri vardı. Dışarıdan içerisi, içeriden dışarısı görünmezdi. Düğünleri, bayramları, cenazeleri bizimkilere benzemezdi. Dumanı tüten fanusla taşırlardı tabutları mezarlığa. Yumurtaları renk renk boyarlardı. Her oyunu bilir, her şakayı kaldırırlardı. Yaşımız küçük, boyumuz kısaydı ama fikrimiz inceydi. Derin mevzulardan anlamaz, kıyılarda gezinir, soluk mesafesinden kemirirdik. İçimizi tırmalardı ahlaksızlıklar da belli etmezdik. İncinir, kırılır, süzeklerden geçer, koylardan araklar, karanlıklara sığınırdık. Yüreğimiz buruk, boynumuz bükük, acımız ilmek ilmekti. Açlık korkusu içimizden gitmezdi. Sevdik ama birbirimizi, sevdik ölesiye. Sevdik iflahsız, pişmansız ve hilafsız… Sonra büyüdük, okula gittik. Matematik, Türkçe, coğrafya öğrendik. Resim yaptık, şarkı söyledik, takım tuttuk. Aynı filme gittik, aynı artisti sevdik. Kar yağınca üşüdük, yağmur yağınca ıslandık. Sevdiklerimiz de sevmediklerimiz de aynıydı. Bir sabah yok olup gittiler. Toprak evler, ışıksız kenefler, demir kapılar, yüksek duvarlar kaldı geriye. Yok oldu toprağın sıcağı, kirecin beyazı. Yok oldu yürüyen ayak, dokunan el. Yok oldu gören gözler, sokağın neşesi. Yok oldu oyunların tadı, salçalı dürüm. Yok oldu, tükendi, bitti her şey. Ezcümle; Gâvur yoktu, ama gâvur çoktu! Müslüman çoktu, ama Müslüman yoktu! |