ORDA BİR YERDE...
Bebeğim Benim... Yavrum Cüneyt’ime.....................................HÂTIRA
BEBEĞİM BENİM... 9 Haziran 1973...Eskişehir Hava Hastanesi...Ne zor bir gece geçirdim... Kucağıma getirdiler. Sıcacık bir kundak. İçinde yumuk yumuk bir bebek... Kırmızı yüzlü. Burnu şişmiş. Çirkin... Kucakladım...Allahım! Bu benim bebeğim... Nasıl istememişim ben bunu? İki küçük çocuğum daha var. Olsun, üç olsun... Sevgisi daha doğmadan sarmıştı, ama, kollarıma aldığım zaman, o mis kokusu, süt arayışı, içimi, sımsıcak annelik hisleriyle dolduruverdi... Sarıldım...Bebeğim benim... Kulağına, Ahmet Cüneyt diye seslenip, ismini koydular. Uslu, sâkin bir bebek. Anne kuzusu... Aylar geçiyor...Büyüyor...Hep peşimde... Sol eliyle çok güzel resimler yapan, solak bir delikanlı. Sarıya çalan saçları, koyu kahve gözleri, simsiyah kaşları var. Benim ve babasının aksine daha uzun boylu. Dedesine çekmiş...Yakışıklı oldu.... Seneler ne çabuk geçiyor... Çocuklarım kocaman... Kızım evleneli iki ay oldu. Geç gidilecek bir balayına hazırlanıyorlar. Büyük oğlum, askere daha yeni gidecek. Sınavlar...Okul...Ancak... Eskişehire, büyüklerimize vedâlaşmaya gitti. Yolu uzak... Serhat şehrimiz Karsta yapacak askerliğini... Aklım onda. Ortalık karışık... Her gün şehit haberleri yürek yakıyor. Yüreğim onunla gidecek... Ana yüreği... Kızım balayı hazırlığını tamamladı. Yarın yola çıkacaklar... Cüneytim de onlarla garaja kadar gidiyor, Samsuna yolluyor babası. Üniversite sınavını kazanamadı. Üzgün... Açık Öğretime yazıldı. Gitmeyi hiç istemiyor Samsuna...Bir iş ortamı kurulma yolunda. Git, diyor babası. Bilemez ki o da...Tanışsınlar istiyor. Cüneyt, yalvarıyor bana, gitmesem diye... O gün, ona uzun zamandır kes dediğimiz, sakallarını kesti. Banyosunu yaptı. Saçlarını taradı. Allahım, bakıyorum, ne yakışıklı... Ablasını tutmuş, yüzüne öyle içten bakıyor ki uzun uzun, dayanamıyorum. Oğlum, yine gelecek, diyorum...Gelecek... O gün, ablasını balayına, Cüneytimizi Samsuna yolcu ettik. Ben anneyim. Yüreğim onlarla gitti... Üç gün sonra, ağabeyi, Askerlik görevi için Karsa gidecek... İki gün geçti. Cüneytle telefonda konuşuyoruz. Çok sıcak anne diyor. Mayo alacağım. Oysa denizi ve suyu sevmez. Girmez de... Dilimin ucuna geliyor...Karadeniz...Aman yavrum...diyorum... Ev, ne kadar sessiz...Akşam, bir arkadaşım ve eşi geliyor bize. Her zaman olduğu gibi, yalnızım. İçimde, anlayamadığım, tuhaf bir his var sabahtan beri... Arkadaşımın kocası ne tuhaf bakıyor. Gözlerinde değişik bir bakış.. Bir şey mi yaptım Fatma, kızmış gibi, diyorum. Meğer...Izdırapmış... Telefon çalıyor. Tanıdık bir ses, Cüneyt nasıl Hâlenur Abla? diyor. Birden, içimde bir yanardağ patlıyor...Oysa, kimse bir şey demedi... İçimde bir yangın...Cüneyt! diyorum. Bir şey mi oldu? Cüneyte... Canımdı o, cânânımdı, ciğerpâremdi, Ümidimdi, her şeyimdi, o bir tânemdi. Nasıl yanmaz buna kalbim, uçup da gitti, Elem yıldızı gibi kayıp da gitti. Yok, bilirim bir çâresi onulmaz derdim, Takât bulsam peşi sıra ben de giderdim. Koklamaya doyamadan güzel yavrumu, Onu asker eylemeden şehit eyledim, Rabbimize, yavrumuzu emânet ettim. Cehennem...Yangın... Alevler... İlaçlar...Yavrum... Gelenleri, gidenleri, sanki bir buzlu camdan görüyorum. Gözlerim kapanıyor... Neden uyuşturuyorlar beni? Yüreğim uyuşmuyor ki... İçimde yangın alev alev... Yatıyorum... Uyumak değil bu. Uyuşturulmak... Konuşanlar, akrabaların, komşuların sesleri kulaklarımda uğulduyor. kalkamıyorum. uyuyorum sanıyorlar... Birden, kulağımda bir düğme çevrildi sanki. Bir ses duyuyorum: Usta ya, annemin yüzüne artık bakamıyorum... Mis gibi bir koku sarıyor ortalığı... Şaşkın, doğruluyorum. Kim konuşuyor? Bakınıyorum. Biri bir koku mu sürdü? Diye soruyorum. Yok diyorlar. Bakışlar, hayret içinde...Ne oluyor bana, diye sorar gibiler... Sekiz sene sonra. Alanyadan dönüyorum. Önce Sivasa uğrayacağım. Oğlum orda yatıyor. O kadar çok istiyorum ki gitmeyi. Beni bekliyor biliyorum. Ama, bir engel çıkıyor, İstanbula dönmek zorundayım. Otobüse biniyorum. Yüreğimde hasret, acı... Otobüste, sabaha karşı dalmışım... O da ne? Cüneyt, birden gelip, o kadar sıkı sarılıyor ki boynuma. Yanımda sanki. Rüya değil bu, biliyorum. Böyle bir duyguyu hiç duymadım...Sarılıyor sımsıkı... Kim Bilir? Peri kızlarıyla kovalamaca oynuyor belki, Belki uzanmış bir ağaç dalına. Kim bilir mutlu belki de, Tek üzüntüsü biz. Biliyor, Biliyor ki hep onunla dolu yüreğimiz. Ah! Nedir bu giz? Ne o elini uzatabiliyor bana, Ne de ona ben. Arada bir duvar ki Sadece duygular, düşünceler Geçebilir içinden. Geçilemeyen, geçilmez bir sis. Oysa, görüyorum onu ben, Ve gördüğünü bildiğim bir his. Belki anlatıyor orda çocukluğunu, Sevdiği kızları şakalarla. Çocuk çocuk bakıyor gözleri Kim bilir? Dalıp bazen uzaklara... Bakmayın benim deli doluluğuma... Sakın yadırgamayın. Yüreğimde bir yer var, onu sakladım... Küller değil, inanın, güller içinde... Onu, o son gördüğüm gülümseyen yüzüyle... Hep gülümsüyor... Orda rahat, biliyorum. Orda daha mutlu... Oğlum... Neden aldın başını da gittin ah oğlum, Dünya bu kadar dar mıydı sana? Dönülmeyen yerlere uçup da gittin, Yaşamak bu kadar ar mıydı sana? Güzel yüzün hayâlimden gitmiyor, Bu acılar, bu kederler bitmiyor, Öyle özledim ki, dertler yitmiyor, Bekle yavrum kavuşacağım sana... Mutluluk her zaman uzaktı sana, Doyasıya yaşamak yasaktı sana, Bilemezdim yavrum, bırakır mıydım? O azgın dalgalar tuzaktı sana. Artık rüyalarda sarılıyorum, Öpüyorum delikanlı yüzünü, Ah bilsen yavrum, çok özlüyorum, Artık atamam ben, acı, hüzünü... Oğluma... Bir akarsu gibiydi, gitti... Bir kuşun ötüşü yarım kaldı. Tomurcuklar dalında kurudu gitti, Bir sevdâ öyküsü yarım kaldı... Bilinmeyen dağlarda bahardı, Erişmemiş mevsimlerin çiçeği. Büyümeden solan filizim, Gözlerimin yağmayan bulutu... İçimin yakan, kavuran ateşi, Bastırdığım çığlığımdı, feryâdım, Döktüğüm, dökemediğim gözyaşım, Evlâdım, evlâdım, canım evlâdım... Onu, yüce Yaradanıma emânet ettik. Bakmayın deli doluluğuma... Anneyim... Unutmam... Unutamıyorum... Hâlenur Kor 27 Ağustos 2009 (Rahmetli yavrum Cüneytin Vefatının 15. yılı... Onu hepimiz çok özledik. Ama, onun hep bizimle olduğunu biliyoruz.) Anlatamıyor... Gitti, Gitti ki acılar denizinde Debeleniyoruz. Çıkma çabamız içten değil belki, Bu denizi terketmek değil isteğimiz. Oysa dili dönse, Neler söyleyecek bize. Istırabımızın ne kadar boş, Ve onun ne kadar huzur dolu olduğunu... Belki bize rahat bir yer Hazırlamakla meşgul, Sonsuz köşemize çekilmeden... Önden gitti Bilinmeze pür telâş, Şimdi duyguları dingin. Yastıklarımızı kabartıyor belki Rahat ettirmek için. Sonsuz köşemize çekilmeden, kim bilir? Halenur Kor ORDA BİR YERDE... Durgun sudan bakan çocuk gözleri Dalgalar kâh çığlık getiriyor sahile, Kâh gülücükler... Gök de ağlıyor, Göğün gözyaşları dökülüyor denize, Her damlada acılar halka halka büyüyor, yayılıyor, Keskin bir acı doluyor genize... Kıyıya vuruyor hıçkırıklar, Deniz kabuklarına saklanmış ümitler, Tahta parçalarıyla sarmaş dolaş gülücükler. Acılarını balıklar yutmuş, Yüreğini örselemiş kumlar bir ileri, bir geri, Duygularına gem vurmuş... Kâh bir balığın gözünde bakışı, Kâh suya vuran gün ışığında. İstiridyedeki inciler gözyaşı. Hüzün şarkısını getiriyor dalgalar, Getiriyor ninnisini sesinin. Ağıtına karşılık veriyor kayalar, El sallıyor karanlık bir köşeden, Hazin bir iç çekiş duyuluyor yankılarında, Ağlıyor gibi bir kuytuda... Hâlenur Kor 1994... hayatımın en acı günü... MİNİK KUŞ... Gerçek âlemde almıştı yerini Çoktan... Özlemişti annesinin ellerini. Ah bir sarılıverseydi ellerine O eller okşasaydı saçlarını. Ne yapmalıydı korkutmadan? Özlem kaplamıştı her yeri, Ve bir yol buldu: Çok minicik bir kuş oldu ansızın, Yoluna çıktı merdiven basamağında anasının İşte geliyordu, bir şeylere üzülmüş, Atkısına bürünüp, kabuğuna büzülmüş. Görmüştü işte onu, En çâresiz, masum bir şekilde yatarken. Uzandı şefkâtli elleri, Özlediği, sıcacık ana elleri... Yüreği avuçlarında atarken, Titreyen kibrit çöpü ayaklarıyla Sarıldı parmaklarına, Yüz sürdü tırnaklarına... İşte öpüyordu onu, gagasını, Okşuyordu başını. Bak yine veriyordu hazırlayıp aşını. Birkaç dakika o ona sarıldı, o ona, İşte özlediği evlât ve bir ana. Usulca öptü ellerini gagasıyla, Arkasından bir baş öylece kaldı Dayanıp cama... ARDINCA... Geldi ve gitti. Varlığını hissettirmeden kaldı. Yüreğime bir bıçak sapladı, gitti, Bir ömür acıtan. Neresinden baktı dünyaya acaba? Penceresi buzlu muydu? Kırık mıydı baktığı camlar? Kapısını kapatıp da mı gitti? Bakışları mı kaldı burada, Yoksa mutsuzluğu mu? Ümitlerini ekebilmiş miydi tarlalara? Çatladı mı tohumları kim bilir? Gülüşleri mâsumdu kapı ardında kalan. Bakışları deldi geçti baktığı yerleri. Rüya gibiydi elleri, varla yok arası. Adımları nerede? Duyguları, sevgileri kilitli kaldı odasında, Ceketinin cebinde mahcup bir aşk mektubu, Gözleri, gecelerce tavana takılan... Sıcaklığı bende kaldı, üşütür ısıtırken. Yarım gülüşleri ne söylüyordu acaba bulutlara? Sessizce gitti, sessiz, dilsizce... Vedâsı kilometreler ardından duyulan... Ve kor düştü yüreklere, Dağlandı yürekler. Vedâsı sessizdi, dilsizce... Bakışları orada kaldı, Benimkilerse yolda... Uzaktı mesafeler, çok uzak... Acısı, bakışları, gülüşleri ateşten bir top, Oturan bağrıma dertop. Acelesi nedendi acaba? Neden çağırmışlardı bu kadar çabuk? Vedası dudaklarında kaldı, Bakışları gökyüzünde mahcup. Sahibi kim cebindeki aşk mektubunun? Neden uzak bu kadar yollar? Hâlenur Kor 1994 Yılında Samsuna gezmeye yolladığımız, iki gün sonra acı haberini aldığımız 21 yaşındaki canım oğlum Cüneyt Kor için yazdığım bir şiir... Allah düşmanıma böyle bir acı yaşatmasın. Bütün evlâtları ailelerine bağışlasın. 27 Ağustos 2009 Halenur Kor TÜM DOSTLARIMDAN ONUN İÇİN DUA İSTİYORUM... |