Dışı budak, içi kanser insan sürüleri
Yürüdüler… Dışı budak, içi kanser insan sürüleri
Yoktu iman, zer’e kadar rüzgârın savuracağı külleri Kestiler… Filizin tomurcuğunu, açmayı düşünen gülleri Güller ki; Bir bahar sabahında yeniden dirildi Kıvamında tutuştu aşk, bulmuştu ahengi. Ruhunu karabasana satmış, aydınız diye geçinen zümre Zehir tohumları saçıyorken, şu kısacık ömre Yine ekseninde dönüp, duran sonsuzluğa meydan okuyan küre Güller ki; Işığın hüznünde dirildi Gökkuşağında yediye bölündü, gök rengi. Kum saatinden daha çabuktu verilen süre Fay kırıldı, insan ne tez unuttu dersini böyle Varmak mı, şöyle dursun mahşer yerine Güller ki; Göz ibiğinden nem alıp filizlenirken Gökten su verildi. İşte yüzümüzdeki ay, Toprağın kalbine serildi. Güneşin ışığında fosforlu böcek arayan insan Ruhunda türettiği, gerçeğin kendisinden çok uzak Ne arayış ki; konuşmak istediği, bilmediği lisan Oysa tasması rahminde, boynuna takılmış tuzak Güller ki; Şefkatin uzandığı en uzak nokta Ay yiterken, uyanmadı kul şafakta Uygun buldu, yasağı yaşamakta Poyraz erken farıtırken ekinleri Kızıl orakta biçildi insan selleri. Güller ki; Umut ışığında tanrının elleri Güller ki; Bahşedilen cennet bahçeleri Derin bir hülyanın esiri nefis Sanki gözümün önünden perde kalktı sis Göründü insan sureti Susuz çölün ortasında inançsızlık Akbabaların nöbetinde Bir deri, bir kemik Güller ki; Ruhun şah damarında hu çeken dua Çok uzak bir sarnıç İnanıyorum… er geç kavuşacaksın; o kutlu suya. |