Leylek, Auguste Angellier, Çev. Sunar Yazıcıoığlu
Beyaz leylek mavi gökte güçlü kanadıyla
Havaya sert vuruşlar indirirerekten, Pembe ayakları aşağı sarkmış, boynu ileride, Uçuyor altın sarısı, gök mavisi, sıcak, iklimlere. Hayaline kavuşmuş olduğu için, Yıldırımlardan sarhoş havada kanat çırpıyor, Sonu gelmeyen ovanın çiçeklerin, ormanların, Vadilerin, denizin uzun akışının farkına bile varmıyor ; Tarlalar ve tepeler, ufuktan görünüyorlar, En ufak bir kaçışta âniden kayboluyorlar ; Büyük şehirlerse bir uçurumun dibinde sanki, Yalnız o an var, bir hamlede geride kalıyorlar; Bir günde, bir ülkenin sınırlarını aşar; Yarıp geçtiği ya da arkasında kalan rüzgarda, Güçlü arzusu, yorulmayacak şekilde, onu her zaman Kendinden geçmiş olarak güneşli göklere atar. Ama birden olağan üstü bakışı, Bir kayanın yarığında, bir eğrelti otu yanında, Bir engerek yılanının usulca sürünerek kaydığını görür ; Kararlı uçuşu bir anda alçalıverir. Düşüşü durur ve tekrar havalanır, Ürperten bir görüntüyle yılanı kaldırır, Şafak rengindeki gagasının içinde, sakat bırakır, O sırada yılan siyah kıvrımında düğümlenir ve kıvranır. İşte o zaman hep parlak güneşi, Kutsal suların yakınlarındaki uzun konaklama yerlerini, Ya da ışıklı akşamlarda parlak dalgaların sel gibi aktığı, Kubbeleri yaldızlı minarelerin üstünü düşünür, Rüzğarsız yükseklikte gidişini sürdürür, sevinçlidir, Böylece sonu gelmeyen topraklar yine uzakta kalır, Muhteşem uçuşunda, teleklerinin siyah kıvrımı Gökyüzünde parlak beyazlığını göze çarptırır. Auguste Angellier Çev. Sunar Yazıcıoğlu Şiirin aslı: La cigogne, Quand la blanche cigogne, à travers le ciel bleu, Frappant à larges coups d’air de sa puissante aile, Le col tendu, ses pieds roses pendant sous elle, Vole vers les climats d’or, d’azur et de feu, Emportée à son rêve, et buvant dans l’éther L’ivresse des éclairs, elle perçoit à peine Le long déroulement de l’incessante plaine, Des fleuves, des forêts, des vallons, de la mer ; Les champs et les coteaux, sortant de l’horizon, Disparaissent soudain dans une fuite infime ; Et les grandes cités, comme au fond d’un abîme, N’existent qu’un instant et s’éloignent d’un bond ; Un jour lui fait franchir les bornes d’un pays ; Dans les vents quelle fend ou bien qu’elle devance, Infatigablement son fort désir la lance Vers les cieux aux soleils toujours épanouis. Mais soudain son regard prodigieux a vu, Dans la fente d’un roc, sous un pied de fougère, Ramper le glissement furtif d’une vipère ; Son inflexible vol d’un coup s’est abattu. Quand sa chute s’arrête et remonte en essor, Elle emporte, dans l’air frissonnant, le reptile, Et, dans son bec couleur d’aurore, le mutile, Tandis qu’en noirs replis il se noue et se tord. Alors, songeant toujours aux éclatants soleils, Aux longues stations au bord des eaux sacrées, Ou sur les minarets aux coupoles dorées Où le soir lumineux ruisselle en flots vermeils, Joyeuse, elle reprend, à la calme hauteur D’où les terres sans fin redeviennent lointaines, Son vol splendide, dont l’ourlet noir de ses pennes Isole dans l’azur l’éclatante blancheur. Auguste Angellier |
Güzelliklerin tümüyle Beğendim...
Kutlarım...
................................................... Saygı ve Selamlar.