SENSİZ KARANLIKLARDAYIM...
Kâbuslar işgal etti rüyalarımı,
Uykularım karanlıklarda boğuldu Sonra gözlerim yaşardı ve karanlık yerlere düştü gözyaşlarım Yüreğim kör kuyularda kıvrandı Yusuf misali Ellerim titrekti dokunduğumda bembeyaz sayfanın satırlarına Bilirim seni anlatmaya yetmez birkaç satır Yürekten kopsa da seni anlatmaya yetmez birkaç damla gözyaşı Paha biçilemez senin için akıtılan yaşlara bilirim Ve uğruna koparılan başlara paha biçilemez... Ama karanlıklardayız bugün Ey Şems-i hidayet Kör kuyulara düşüyor gözyaşlarımız “Şeytanın ayetleri “okunuyor, hayat kitabımız Kur’an ‘ın ayetleri yerine İmansız zalimler içinde imanımın zırhı olan başörtüm karanlıklara itiliyor bugün Ve ben Hatice’tül Kübra olmak istiyorum zifiri karanlıklarda… O günde karanlıktı her yer Karanlıktı varoluş sebebini idrak edemeyen aciz beyinler Minicik kız çocuklarının atıldığı kör kuyular kapkaranlıktı Karanlıktı Ebu Cehil’in bastığı topraklar Ve Beytullahtaki tüm ışıklar söndürülmüştü Haremi şerifte Allah için dökülen gözyaşları Uzza’nın bakışları üstüne düşüyordu Uzaklarda bir yerlerden İsmail’in,” âmin” deyişini duyar gibiydim sanki Ama öyle karanlıktı ki Mekke o Sirac-ı Hakikatin evvelinde Bulamıyordum İsmail’i İbrahim ‘in duasını bile duyamıyordum artık… 571 yılıydı, bir pazartesi, seher vakti İlk kez güneş doğmuştu sanki Mekke de Yıllar sonra ilk kez sabah olmuştu Nurundan apaydın olmuştu şark ve garb Gönlü gülistan olmuştu anneler sultanının Çünkü iki cihan güneşi doğmuştu o gün Çünkü Hz. Âmine o Şems-i Hidayet’e anne olabilmek şerefine nail olmuştu… Ebedi âleme göç edeceği vakit, bağrına yasladın başını Sana bakıp hikmetli ve faziletli olacağını haber verdi aziz annen, ilahi kudretin verdiği güçle İşte o ilahi güç hidayeti nakşetti gönüllerimize İşte büyüklüğünü tasdik ettik Ey Sultanı Ervah Hasan ve Hüseyin’i kucaklayışınla hayran kaldık şefkatine Vahşi yi bağışlayışınla âşık olduk merhametine Ve Ebu Bekir’in yürek parçalayan gözyaşlarıyla Hasret kaldık canlar feda o gül yüzüne… Ey Gül-i Rana, Gurbetinde, sabahlar titretiyor yüreğimi Her sabah Medine-i Münevvere de uyanamamanın sancısı acıtıyor Ravza-ı Mutahhara da ağlayarak sabahlayamamanın acısı yakıyor Asrın Ebu Cehilleri şeytanın ayetlerini kulaklarımıza fısıldamak cüretini gösterirken Abdullah Bin Mesut olamamak ızdırabı karatıyor gecelerimi Ey Müezzin-i Azam. İşte bunca azabın içinde Ve içimi burkan hüznün gölgesinde Adına yazdığım şiirleri fısıldıyorum geceye Aşkından harab olan gönülleri buluşturan gece Beni de basıyor bağrına Sonra gözlerim doluyor birden, duygularım dopdolu oluyor Ve gözlerimden süzülen her damla yaş, yüreğime sızıyor yavaşça… Eğer yüreğimde hissettiğim bu dayanılmaz acı sana duyduğum aşksa, Eğer ellerimi titreten şey adını kâğıtlara yazmaksa Düşecekse gözyaşlarım bir gün Medine sokaklarına ve kırkikindi yağmurları gibi süzülecekse yanaklarımdan Bir avuç gözyaşıysa beni sana ulaştıracak Ve vuslatsa bunca ağlamanın sonu, kavuşmaksa Doğduğun gün ağlayacağım sana… Daru’l vuslatta Sümeyra olduğum gün, yandığımı bileceğim gül cemalin aşkıyla Aşığım sana EY YILDIZ YÜZLÜ NEBİ, Hayranım sana… Ne olur beni de, beni de kabul et ravzana EY GÜL-İ RANA Ne olur beni de kabul et ravzana… |
Aşığım sana EY YILDIZ YÜZLÜ NEBİ,
Hayranım sana…
Ne olur beni de, beni de kabul et ravzana EY GÜL-İ RANA
Ne olur beni de kabul et ravzana…
..............................................................
TEBRİKLERİM VE SAYGILARIMLA İMAN DOLU YÜREK
.............................................................
Böyle bir dostunuz oldu mu?
Daima düşünceliydi.
Susması konuşmasından uzun sürerdi.
Lüzumsuz yere konuşmaz; konuştuğunda ne fazla, ne eksik söz kullanırdı.
Dünya işleri için kızmazdı.
Kendi şahsı için asla öfkelenmez ve öç almazdı.
Kötü söz söylemezdi.
Affediciliği tabii idi.
intikam almazdı.
Düşmanlarını sadece affetmekle kalmaz, onlara şeref ve değer de verirdi.
Kendisini üç şeyden alıkoymuştu: Kimseyle çekişmezdi.
Çok konuşmazdı.
Boş şeylerle uğraşmazdı.
Umanı umutsuzluğa düşürmezdi.
Hoşlanmadığı bir şey hakkında susardı.
Hiç kimseyi ne yüzüne karşı, ne de arkasından kınar ve ayıplardı.
Kimsenin kusurunu araştırmazdı.
Kimseye hakkında hayırlı olmayan sözü söylemezdi.
Yanında en son konuşanı ilk önce konuşan gibi dikkatle dinlerdi.
Bir toplulukta bulunduğu zaman bir şeye gülerlerse, o da güler;
Bir şeye hayret ederlerse, o da onlara uyarak hayret ederdi.
Gerçeğe aykırı övgüyü kabul etmezdi.
Her zaman ağırbaşlıydı. Konuşurken çevresindekileri adeta kuşatırdı.
Kelimeleri parıldayan inci dizileri gibi tatlı ve berraktı.
Yürürken beraberindekilerin gerisinde yürürdü;
ayaklarını yerden canlıca kaldırır, iki yanına salınmaz, adımlarını geniş
atar,
yüksek bir yerden iner gibi öne doğru eğilir, vakar ve sükunetle rahatça
yürürdü.
Kapısına yardım için gelen kimseyi geri çevirmezdi.
Bir gün kendisinden yaşça küçük bir dostunun omuzlarından tutarak şöyle
demişti:
'Sen dünyada garip bir kimse yahut bir yolcu gibi ol!'
Her zaman hüzünlü ve mütebessim bir haletle dururdu.
Dert üzere sarfedilen hiçbir kötü sözü ağzına almamıştı.
Sıkıntılı hallerinde kabalaşmaz, bağırmazdı.
Fakirlerle birlikte yerdi; öyle ki onlardan ayırt edilemezdi.
Önüne ne konulursa yerdi.
Sade kıyafetler giyer, gösterişten hoşlanmazdı.
Konuşurken yüzünü başka tarafa çevirmez, bulunduğu mecliste ayrıcalıklı bir
yere oturmazdı.
Sabahları evinden çıkarken şöyle söylerdi:
'ılahî doğru yoldan sapmaktan ve saptırılmaktan, kanmaktan ve
kandırılmaktan, haksızlık etmekten ve haksızlığa uğramaktan, saygısızlık
etmekten ve saygısızlık edilmekten sana sığınırım.
Sıradan değildi; ama sıradan insanlar gibi yaşardı.
O, Hz. Peygamberdi (aleyhissalâtu vesselâm)…..