BİR ÇİZGİ
İnsanlar; Mevsimler gibidir
İlk Baharı , Yazı,Kışı var Huylar; Terbiyeye tabidir Güz baharı, umudu ,düşü var Mevsimlerde ay, aylarda gün On iki ay, yedi günü var Zaaflar, korkular; Dün ve Din ‘Sosyal baskılar’ denen ‘bir tanı’ var Günler; Pazar, pazartesi, Salı Çarşamba, Perşembe, Cuması var Cumartesi; Museviler, Pazar; İseviler Cuma; Müslüman’ın bayramı var İsa’ya, Musa’ya; Bende inanırım Necaşi’nin deyimi ile ;‘Bir çizgi var’(1) Aradan kaç yıl geçti;Hala yanarım(1) Çizgiyi yol edemedik;‘Bir yazgı var’(1) Mevsimler; Hakka kul ,yarsuad ‘Kehf suresi’ olmasa; İsyanım var(2) Hızırın ‘Gemi delmesindeki’ Murad(2) Haşa; Hızırleyin nice nisyanım var(2) -----------Şiirde anlatılanlar 1-Habeş Kralı Necaşi Eshame Müslümanların gördüğü baskı ve zulüm dayanılmaz bir hâl almıştı. Ambargolar, işkenceler birbirini takip ediyordu. Herkes canından, malından, ırz ve namusundan endişe ediyordu. Bu şartlarda, Allah Resulü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) "O, ülkesinde kimseye zulmedilmeyen kraldır." diyerek övdüğü Necaşi Eshame’nin ülkesine, Habeşistan’a hicret izni çıktı. Farklı tarihlerde iki ayrı kafile halinde yola çıkan sahabeler, Kızıldeniz’i aşarak Afrika topraklarına geçti. Burada, Hz. Peygamber’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) haberini verdiği-gibi-hürmetle-karşılandılar,aziz-birer-misafir-gibi-ağırlandılar. Bu ilgi ve alaka Mekke müşriklerini ziyadesiyle rahatsız etmişti. Sonradan büyük sahabeler arasında yer alacak olan Amr b. As (r.a.) başkanlığında bir heyeti, bu ülkeye göndermeye karar verdiler. Maksat, Kral Necaşi’yi Müslümanlar aleyhine kışkırtmak, onların-kendilerine-teslim-edilmesini-sağlamaktı. Necaşi, heyetin iftiralarını, yalanlarını dinledikten sonra, kendisine sığınan insanları dinlemeden bir karar vermeyeceğini beyan etti. Müslümanlardan bir grubun saraya çağrılmasını istedi. Allah Resulü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) amcasının oğlu, Hz. Ali’nin de büyük kardeşi olan Cafer b. Ebu Talip (r.a.) başkanlığındaki heyet, Necaşi’nin huzuruna çıktı. O günün protokol kuralları uyarınca hükümdarın huzuruna çıkanlar secde ederlerdi. Fakat onlar inançlarının gereği olarak bunu yapmadılar. Müşrikler buna çok sevinmişler, huzurdan kovulacakları hevesine kapılmışlardı. Ama Necaşi tepki göstermedi, onları saygıyla dinleyip sorular sordu. Cafer b. Ebu Talip (r.a.) özetle şunları söylemişti: "Biz, cahil bir kavimdik. İçki içer, kumar oynar, zina eder, insan öldürürdük. Bütün kötülükleri irtikâp eder; fakat tek faziletli iş işlemezdik. Allah (c.c.), içimizden bir peygamber gönderdi. O bize doğru yolu gösterdi. Bizi her-türlü-kötülükten-çekip-çıkardı-ve-her-türlü-faziletle-donattı." Hıristiyan olan Necaşi Eshame; Hz. İsa (a.s.) ve Hz. Meryem’i sordu. - Cafer (r.a.), hicretlerinden hemen önce inen Meryem sûresini okudu. O okudukça Necaşi’nin gözlerinden yaşlar akıyordu. Sonunda eğilip yerden ince bir çöp aldı ve tarihe geçen şu sözleri söyledi: "Allah’a yemin ederim ki, sizin peygamberinize nazil olanlarla,-HZ.-İSA’YA-İNENLER-ARASINDA-ŞU-ÇÖP-KADAR-DAHİ-FARK-YOKTUR!.." Habeş kralı Necaşi Eshame, neticede Mekke müşriklerinin getirdiği hediyeleri de geri çevirip, ülkesine sığınan Müslümanları himaye edeceğini ilân etti. Bu kararı rahiplerin muhalefetine rağmen verdi. Nakledildiğine göre, Müslümanlarla çok kısa süre görüşmesine rağmen onların anlattıklarından ve yaşantılarından etkilenip kısa zamanda İslam’ı kabul etti. Hicret’in 9. yılında, vefatını vahiy yoluyla öğrenen Hz. Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) gıyabında bizzat cenaze namazını kıldırdı. O günden bu yana Necaşi, zulme uğramış Hak dostlarına kucak açan, kol kanat geren adil hükümdar olarak Müslümanların-gönlünde-taht-kurdu. Gördükleri maddi ve manevi işkenceler sebebiyle vatanlarını bırakmak zorunda kalarak Habeşistan’a (614 ve 615 yılında) hicret eden sahabeler, Afrika’nın ilk Müslüman topluluğunu oluşturdular. Birinci kafilede 4’ü kadın 15, ikinci kafilede ise 19’u kadın 111 sahabenin olduğu naklediliyor. Bu insanlar, köklü bir geçmişe sahip, Habeş krallarının hüküm sürdüğü bölgeye, Etiyopya’nın kuzeyine, bugünkü Tigray eyaletinin başkenti Mekele yakınlarına yerleştiler. Bugün bu belde Necaşi köyü olarak tanınıyor. 2- KEHF SURESİNDE ANLATILAN HZ. MUSA, HIZIR ALEYHİSSELAM VE SABIR SINAVI Hz. Musa’nın Hızır’la yaşadığı Sabır imtihanı Antakya - (Başka iddialar olamkla birlikte;Rivayet odur ki; Samandağ ve çevresinde yaşanmıştır). Kur’an-ı Kerim, veciz, sembolik ve şiirsel anlatımı içinde Hızır geniş bir yer tutar. Harikulade üslubuyla Hızır ile Musa arasında geçen "Sabır sınavı", Kehf suresinde 60-82 arası yirmi iki ayette açıklanır. Konuyu Fahreddin Razi Tefsir-i Kebirde destanlaştırır. Özetle: Musa Hızırı bulur ve Ona kendisine doğru yolu-sıratı müstakimi-(Rüşt) öğretmesini ister. Hızır bu beraberliğe bir şart getirir. Hızırın yaptıklarına Musa hiç karışmayacak, sormıyacak ve izah istemeyecektir. Anlaşır ve birlikte yola koyulurlar. Seyahatin seyri sırasında Hızır, dışardan bakıldığında sıradan insana normal görünmeyen işler yapar. Bunlar, fakir balıkçılara ait sahilde demirlemiş bir geminin delinmesiyle su alıp hafif yan yatması, sokakta oynayan bir çocuğun Hızır tarafından bir tokatla öldürülmesi ve istedikleri halde kendilerine ekmek vermeyen bir şehrin (Antakya) çıkışında harap bir duvarın tamir edilmesidir. Musa peygamber, her üç olayda da sabredememiş, müdahale etmiş ve sorgulamış. Hızır aleyhisselam anlaşmayı üç defa bozan yol arkadaşını, olayların açıklamasını yaptıktan sonra terk etmiştir. Birincisi, sağlam gemilere el koyan bir zalim kral Antiyoş vardır. Kıyıda bekleyen gemi bir gurup fakir balıkçılara aittir. Hızır, hafif yaralamakla gemiyi zalim kralın gaspından kurtarmıştır. Küçük bir tamirden sonra denize açılacak gemiyi yeniden halka kazandırmıştır. İkincisi, ebeveyni mümin olan bu çocuk ileride kâfir ve zalim olacak, ana babasını zor durumlara sokacaktır. Üçüncüsü, yıkıntı duvarın temelinde iki yetim çocuğa ait, gömülü bir küp altın vardır. Çocuklar henüz ona sahip olabilecek ve kullanabilecek yaşta değiller. Duvar ilk yağmurda yıkılınca yetimlerin hakkı talan edilecektir. İşte kendisine Allah tarafından istikbali görebilme izni verilen Hıdır Aleyhisselam girişimlerini bilinçli olarak yapmaktadır. Kehf suresinin ikinci kıssasında da Musa peygamberle Hızır aleyhisselâmın yaşadığı olaylar anlatılır. Musa (a.s), Hızır (a.s)’dan ledün ilmi (Allah tarafından bazı kullara verilen özel ilim) öğrenmek ister. Buluşurlar ve birlikte yolculuk yaparlar. Önce bir gemiye binerler, gemi denize açılınca Hızır (a.s) gizlice ambara inerek gemiyi deler. Durum anlaşılınca gemi tamir için geri döner. Musa (a.s) buna bir anlam veremez ve Hızır’a itiraz eder. Hızır (a.s) işin iç yüzünü açıklar. Gemi denizde iş yapan yoksullarındır. Yoluna devam ederse ileride korsanlar pusu kurmuş olup, gemiyi zorla ele geçireceklerdi. Ârıza ile geri dönüş gemiyi gasptan kurtardı (el-Kehf, 8/71, 79). Yolculuğa karada devam ettiler. Hızır (a.s) bir yerleşim merkezinde rastladıkları bir çocuğu öldürdü. Çocuğun görünürde hiçbir suçu olmaksızın öldürülmesi Musa (a.s)’nın yine itirazına yol açtı. Âyette olayın bilinmeyen tarafı şöyle ifade edilir: "Oğlana gelince, onun anası ve babası iman etmiş kimselerdi. Bunun için onları bir azgınlık ve kâfirlik bürümesinden endişe ettik" (el-Kehf, 18/80). Yasarsa ana babayı küfre düşürecek olan bu çocuk yerine, yüce Allah o aileye daha hayırlı ve daha merhametli başka bir çocuk verecektir (el-Kehf, 18/80). Giderken yolları bir kasabaya (Antakya) düştü. Kasaba halkından yiyecek istediler. Fakat halk yiyecek vermedi. Bu arada Hızır’ın dikkatini yıkılmak üzere olan bir duvar çekti. Duvarı doğrulttu ve sağlamlaştırdı. Bundan dolayı bir ücret de istemedi. Hz. Musa buna da bir anlam veremeyip itiraz etti. Hızır (a.s) isin iç yüzünü açıkladı: Bu ev iki yetim çocuğa aitti. Duvarın içinde, çocuklar büyüyünce sahip çıksın diye saklanmış bir hazine vardı. Çocukların babası sâlih bir zat olduğu için, ona verilen değer sebebiyle duvarın erken yıkılması ve böylece hazinenin erken ortaya çıkması önlenmiş oluyordu. Çünkü yetim çocuklar o yaşta haklarını koruyacak bir durumda değildi (el-Kehf, 18/77-82). Hızır (a.s) bütün bunları kendiliğinden değil Allah’ın emriyle yapmıştır. Musa ve Hızır’ın buluştuğu yerin yani “Mecma’ül- Bahreyn”in “Samandağ” olduğuna inanılmaktadır. Buradaki Türbenin girişinde bununla ilgili bilgi verilmistir. Samandağ’ın, Asi nehrinin denize dökülen yer olması, “Mecma’ül- Bahreyn”in insanların kabulünde burası olmasını kuvvetlendirmiştir. Hızır makamlarının bazıları yer olarak Asi nehrinin kıvrımlarını takip eder. Bu türbe, Hatay’da bulunan Hızır Türbelerinin en önemlisi olarak kabul edilir. Burada anlatılan hikâye şu sekildedir. “Hazreti Musa dünyanın en zeki kişisini merak eder. Allaha sorar. Allah ise Hıdır cevabını verir. Bu adamı merak eden Musa, nasıl bulacağını merak eder. Allaha sorar. Allah yere sapladığın asan nerde büyürse, torbandaki balıkların nerde canlanırsa, nerde birden bire yağmur yağmaya başlarsa ve nerede iki deniz birbirine kavuşuyorsa (Mecma’ül-Bahreyn) orada onu bulursun demiş. Hazreti Musa onu bulmak için yaveriyle yollara çıkmıs. Ama bir türlü tarif edilen özelliklerde bir yer bulamamış. Sonunda Samandağ’ına varmıs ve yorgunluktan uyuyakalmış. Uyandığında yere sapladığı asasının yeşillendiğini, beraberinde getirdiği tuzlu tavukların canlanarak denize doğru ilerlediklerini ve sürekli yağmur yağdığını görmüş. Denize yakın bir yerde de bir kuşun basını suya daldırıp çıkardığını görmüşler. Az ileride de bir balıkçı adam görmüşler. Bu arada kuş, ağzına bir damla su alıp havalanmış. İhtiyar balıkçı bunların yanına yaklaşarak kendi ilimlerinin, Allahın ilminin yanında ancak denizden alınan bu bir damla su kadar az olduğunu ifade etmiş. Musa, balıkçıya Hıdır’ı nasıl bulacağını sormuş. Balıkçı kendisinin yola çıkacağını soru sormaması ve işlerine karışmaması koşuluyla onu Hıdır’a götürebileceğini söyler. Musa kabul eder. Yola koyulurlar. Az bir zaman sonra balıkçı, kıyıda gördüğü kayıkları delmeye başlar. Musa sebebini sorar fakat balıkçı yanıtlamaz ve aralarında yaptıkları anlasmayı hatırlatır. Biraz daha ilerlemisler ve balıkçı bir çocuğu öldürmüs. Musa tekrar bunun sebebini sorsa da cevap alamaz. Asi ırmağının kenarında ilerlerken Harbiye’ye varmışlar. Burada ekmek yapan kadınlara rastlamışlar. Karınları acıktığı için ekmek istemisler fakat kadınlar vermemiş. Daha sonra yıkılmıs bir duvarın üzerine oturmuşlar. Balıkçı bu duvarı onarmış. Musa bunun sebebini sormus. Buna kızan balıkçı sinirlenmis ve bir bir anlatmaya baslamış. Kayıkları deldim çünkü padişah bütün sağlam kayıklara el koyuyordu. Çocuğu öldürdüm, çünkü büyüyünce kötü biri olacaktı. Bu duvarı onardım. Çünkü iki çocuğun ölmüs anne ve babaları çocukları büyüdüklerinde bulsunlar diye bir define saklamışlardı. Duvarı onarmasam yabancılar bu defineyi bulup çalabilirlerdi. Bunları sana anlattım. Ben artık gidiyorum diyerek uzaklasmış. Musa aradığı Hıdır’ın bu ihtiyar balıkçı olduğunu anlamış." ‘DERLEME’ ‘ALINTI’(Emeği geçenlerden Allah Razı Olsun) |