2 gün
"İnsan hayatta her istediğini elde edemez ki"
İnceleme
<
Giovanni Drogo'nun Tatar Çölün'e bakan Bastiani Kalesi’ne atanmasıyla,
aslında amansız bir “yalnızlığa" atandığını anlaması, çok zamanını almıyor.
Nihayet kısa süre içerisinde geri dönüşün planlarını yaparken,
şartlar onun kalede kalmasını sağlar. Ve asıl hikâyede bundan sonra başlıyor.
Oğlunun, ardında bıraktığı anıları derleyip, toplamaya çalışan annesinin sesiyle
şöyle tasvir ediyor yazar;
"Demek ki annesi, bir daha hiç geri gelmemek üzere yitip gitmiş bir mutluluğu olduğu gibi koruyabileceğine, zamanın akışını durdurabileceğine, oğlu geri geldiğinde, kapı ve camları açmakla her şeyin eskisi gibi olabileceğine inanıyordu."(8.s)
Bazen, farkında olmadan geri gelmemek üzere gidersin, Teğmen Drogo bunun bilincine vardığında her şey için çok geçtir.
Drogo'nun kulaklarında bir melodiye dönüşen,
suyun sesi, rüzgârın çığlığı, doğanın ihtişamı, yalnızlığına dayak atıyor genç teğmenin.
"Suydu bu, evet, çevredeki kayaların tepelerinden dökülen uzak bir çağlayan. Fışkıran suyu titreten rüzgar, yankıların gizemli oynaşması, suyun çarptığı taşların çıkardığı değişik sesler, sürekli konuşan bir insan sesi oluşturuyordu. Bizim yaşamımıza değin sözler söylüyordu, hep anlayacak gibi olup bir türlü seçemediğimiz sözlerdi bunlar.” (77.s)
İnsan, beklentilerini ve hayallerini gerçeklerle yüzleşmek üzerine kuruyor çoğu zaman. Giovanni Drogo'da öyle yapmış bu tayin bölgesine atandıktan sonra.
Kalede geçirdiği zamanlarında, hayatını sorguyor ve beklenen o büyük savaşın asla gelmemesiyle hayal kırıklığına uğradığını düşünüyor her defasında.
Ta ki Binbaşı Ortiz'den şu sözlerini işitene kadar:
“Savaş mı? Siz hâlâ savaşı mı düşünüyorsunuz? Yeterince düş kırıklığı yaşamadık mı?” (186.s)
Kalenin, yalnızca fiziksel bir mekân olmadığı, aynı zamanda psikolojik bir durumu sembolize ettiğini ve ruhsal yönde kendi içinde bir savaş verdiğini de belirtmeliyim.
Bu durum, Giovanni ve diğer askerlerin, dış dünyadan izole oluşları
ruh hallerini ve ilişkilerini fazlasıyla etkiliyor.
“Birisi acı çektiğinde, acısı sadece kendisine ait oluyor, hiç kimse o acıyı birazcık olsun dindiremiyordu; bir insan acı çektiğinde, duydukları sevgi ne denli büyük olursa olsun, diğerlerinin bu yüzden acı çekmediklerini ve yaşamdaki yalnızlığı işte bu durumun oluşturduğunu fark etti.” (193.s)
Sen onca o yıl bekle, ömrünü ada, düşlerini besle, olmadı nefesini çürüt ayların, yılların koynunda günlerini eskit, sonra... Sonra, uzaklardan, çölün ortasından gelmesini beklediğin atlı tatarlar hiç gelmesin, uğramasın yalnızlığına!
Ama o kutlu gün geldiğinde yaşlı ve hasta ol emi! Umutla başlayıp, hayallerle devam eden, hayal kırıklıklarıyla son bulsun akıbetin. Taş duvarlar içinde, geçmiş ve gelecek arasındaki bağını koparıp alsın seni senden.
“Herkes kahraman olmak üzere doğmaz ki!” (140.s) diyen Binbaşı Ortiz haklıydı teğmenim!
Hoşça kal Giovanni Drogo!
Kalabalıktan sıkıldıysanız, kendinize Tatar
Çölü'nde tenha bir yalnızlık ısmarlayabilirsiniz!
>
Giovanni Drogo'nun Tatar Çölün'e bakan Bastiani Kalesi’ne atanmasıyla,
aslında amansız bir “yalnızlığa" atandığını anlaması, çok zamanını almıyor.
Nihayet kısa süre içerisinde geri dönüşün planlarını yaparken,
şartlar onun kalede kalmasını sağlar. Ve asıl hikâyede bundan sonra başlıyor.
Oğlunun, ardında bıraktığı anıları derleyip, toplamaya çalışan annesinin sesiyle
şöyle tasvir ediyor yazar;
"Demek ki annesi, bir daha hiç geri gelmemek üzere yitip gitmiş bir mutluluğu olduğu gibi koruyabileceğine, zamanın akışını durdurabileceğine, oğlu geri geldiğinde, kapı ve camları açmakla her şeyin eskisi gibi olabileceğine inanıyordu."(8.s)
Bazen, farkında olmadan geri gelmemek üzere gidersin, Teğmen Drogo bunun bilincine vardığında her şey için çok geçtir.
Drogo'nun kulaklarında bir melodiye dönüşen,
suyun sesi, rüzgârın çığlığı, doğanın ihtişamı, yalnızlığına dayak atıyor genç teğmenin.
"Suydu bu, evet, çevredeki kayaların tepelerinden dökülen uzak bir çağlayan. Fışkıran suyu titreten rüzgar, yankıların gizemli oynaşması, suyun çarptığı taşların çıkardığı değişik sesler, sürekli konuşan bir insan sesi oluşturuyordu. Bizim yaşamımıza değin sözler söylüyordu, hep anlayacak gibi olup bir türlü seçemediğimiz sözlerdi bunlar.” (77.s)
İnsan, beklentilerini ve hayallerini gerçeklerle yüzleşmek üzerine kuruyor çoğu zaman. Giovanni Drogo'da öyle yapmış bu tayin bölgesine atandıktan sonra.
Kalede geçirdiği zamanlarında, hayatını sorguyor ve beklenen o büyük savaşın asla gelmemesiyle hayal kırıklığına uğradığını düşünüyor her defasında.
Ta ki Binbaşı Ortiz'den şu sözlerini işitene kadar:
“Savaş mı? Siz hâlâ savaşı mı düşünüyorsunuz? Yeterince düş kırıklığı yaşamadık mı?” (186.s)
Kalenin, yalnızca fiziksel bir mekân olmadığı, aynı zamanda psikolojik bir durumu sembolize ettiğini ve ruhsal yönde kendi içinde bir savaş verdiğini de belirtmeliyim.
Bu durum, Giovanni ve diğer askerlerin, dış dünyadan izole oluşları
ruh hallerini ve ilişkilerini fazlasıyla etkiliyor.
“Birisi acı çektiğinde, acısı sadece kendisine ait oluyor, hiç kimse o acıyı birazcık olsun dindiremiyordu; bir insan acı çektiğinde, duydukları sevgi ne denli büyük olursa olsun, diğerlerinin bu yüzden acı çekmediklerini ve yaşamdaki yalnızlığı işte bu durumun oluşturduğunu fark etti.” (193.s)
Sen onca o yıl bekle, ömrünü ada, düşlerini besle, olmadı nefesini çürüt ayların, yılların koynunda günlerini eskit, sonra... Sonra, uzaklardan, çölün ortasından gelmesini beklediğin atlı tatarlar hiç gelmesin, uğramasın yalnızlığına!
Ama o kutlu gün geldiğinde yaşlı ve hasta ol emi! Umutla başlayıp, hayallerle devam eden, hayal kırıklıklarıyla son bulsun akıbetin. Taş duvarlar içinde, geçmiş ve gelecek arasındaki bağını koparıp alsın seni senden.
“Herkes kahraman olmak üzere doğmaz ki!” (140.s) diyen Binbaşı Ortiz haklıydı teğmenim!
Hoşça kal Giovanni Drogo!
Kalabalıktan sıkıldıysanız, kendinize Tatar
Çölü'nde tenha bir yalnızlık ısmarlayabilirsiniz!
>
daha fazla
İletişim Yayınevi
- Puan vermedi
Okudu
Tatar Çölü
Dino Buzzati
- İletişim Yayınevi
- 2023
Henüz yorum yapılmadı.