RIZALIK YOLU: Mustafa Kemal ATATÜRK'ÜN RIZALIK DEVLETİ
Rızalık Yolu, bireysel vicdanın toplumsal adalete dönüşümünü anlatan bir ahlak ve felsefe kitabı olacak. Köpek metaforu üzerinden insanın içsel dönüşümünü, hatasından dönme erdemini ve rızalık bilinci...
Köpek Metaforundan Laik-Demokratik Hukuk Devletine Bir Felsefi Yolculuk
Bir Metafor Olarak Köpek: İnsan Olmanın ve Rızalık Yolunun Anlamı
İnsanı yücelten, onu diğer varlıklardan ayıran temel özellikler nelerdir? Haktan ve hakikatten yana baş kaldıran, döktüğünü dolduran, ağlattığını güldüren, yıktığını yapan; bu yolda incinmeyen, incitmeyen, doğru söyleyen kişi, gerçek anlamda insan olma yoluna girmiş demektir. İşte bu yola RIZALIK YOLU denir.
Bu derin hakikati anlamak için verilen köpek metaforu üzerine düşünelim: Bir köpek kümese girer ve tavukları yer. Köpek bir hayvandır ve bu eyleminin iyi ya da kötü olduğunu bilemez. Onun için bu, sadece içgüdüsel bir doyumdur. Aynı şekilde, bazı insanlar da sûrette insan olabilir, yani insan suretindedir. Ancak yaptığı bir eylemin iyi mi kötü mü olduğunun bilincinde değilse, onun sîreti, yani özü itibarıyla hâlâ hayvani düzeydedir.
İnsan olma yolculuğu, kişinin yaptığı eylemin ahlaki sonuçlarının bilincine varmasıyla başlar. İşte o zaman sûrette olduğu gibi sîrette de insan olma yoluna girer. Fakat bu, kemale ermek için tek başına yeterli değildir. Asıl erdem, farkına varılan hatayı telafi etmekte ve o hatadan dönmekte yatar. Metaforumuzdaki kişi, yediği tavukların parasını, zarar verdiği sahibine öder ve onun rızalığını alırsa, artık sûrette insan, sîrette insan-ı kâmil olma mertebesine yükselir. Çünkü bu, sorumluluk bilincinin en somut ifadesidir.
Bu yolun özü, kişinin tüm sıkıntıları kendinden bilmesidir. "Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim." sözü bu derin hakikati ifade eder. Nasıl ki el, gövdenin kaşındığı yeri bilirse, can da kendi derdinin dermanını içinde taşır. Bu yolun yolcuları ikiye ayrılır: Ârifler ve kâmiller, daima özünü yoklar, kusurunu arar; cahiller ise daima kendini aklar. İnsan-ı kâmil, sürekli özünü yoklayarak eksiğini ve kusurunu bulur. Maddi veya manevi olarak zarar verdiği her mazlumun zararını, ziyanını tazmin eder ve nihayetinde rızalık yoluna girer. İşte esas olan da budur.
Peki, bu bireysel erdemler toplumsal düzeye nasıl taşınır? İşte bu noktada, Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923-1938 yılları arasında tesis ettiği laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti modeli, bu felsefenin bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Atatürk, akla, mantığa, bilime ve fenne yakın olanı; sevgi, merhamet, vicdan ve ahlak sahibi olanı; hak, hukuk, adalet ve rızalık yolunda olanı; alın teri dökerek, emek harcayarak, değer üreterek helal kazanç elde edeni, kısacası gerçek anlamıyla İNSAN olanı merkeze aldı.
Onun kurduğu sistem, kula kul olmayan, özgür iradeli bireyler yetiştirmeyi hedefledi. İnsan hakları, yurttaşlık hakları, demokratik haklar ve özgürlükler gibi siyasi haklar ile bireyi güçlendirdi. Bu, metaforumuzdaki gibi, toplumu oluşturan bireyleri, eylemlerinin sonuçlarının bilincinde olan, haksızlık yaptığında telafi etme erdemini gösterebilen, birbirinin rızasını arayan kâmil insanlar haline getirme projesiydi. Atatürk'ün hedefi, insanın içindeki yaratıcı, özgür ve sorumlu cevheri ortaya çıkarmak ve "kümes"in dar kalıplarını kırarak, aklın ve vicdanın aydınlattığı uygarlık yolunda ilerleyen bir toplum inşa etmekti.
Sonuç olarak, bu metafor bize yalnızca bireysel bir ahlak dersi vermez; aynı zamanda nasıl daha adil, daha hakkaniyetli ve daha insani bir toplum olunacağının da ipuçlarını sunar. Yolumuz, önce kendi özümüzü yoklamak, sonra da verdiğimiz zararları telafi ederek kolektif bir rıza ile toplumsal huzuru inşa etmek olmalıdır. Gerçek kemalet ve gerçek insanlık, işte bu zorlu ama onurlu yolda gizlidir.
Giriş: Metaforun Sınırlarında Bir İnsanlık Arayışı İnsanı tanımlamak, felsefenin kadim problemlerinden biridir. Onu diğer varlıklardan ayıran nedir? Akıl mı, dil mi, ahlak mı, yoksa tüm bunları kuşatan daha bütüncül bir “olma” hali mi? Verilen köpek metaforu, bu soruya cevap ararken sadece bireysel bir ahlakı değil, aynı zamanda kolektif bir medeniyet tasavvurunun da ipuçlarını sunar. Metafor, insan olma halini iki düzlemde ele alır: Sûret (biçim, görünüş) ve Sîret (öz, karakter, ahlaki nitelik). Sûrette insan olmak, biyolojik bir gerçekliktir. Ancak sîrette insan olmak, etik bir kazanım, bir kemale erme yolculuğudur. İşte bu yolculuğun adı “Rızalık Yolu”dur.
Bu makale, söz konusu metaforu temel alarak, öncelikle bireyin sûretten sîrete olan bu içsel dönüşümünün felsefi ve psikolojik temellerini inceleyecektir. Ardından, bu bireysel erdemlerin toplumsal düzleme nasıl taşınabileceği sorusuna odaklanacaktır. Buradaki temel argümanımız, Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923-1938 yılları arasında tesis etmeye çalıştığı laik, demokratik ve sosyal hukuk devletinin, rızalık felsefesinin kurumsal ve toplumsal bir tezahürü olduğudur.
Nihai amacımız, İmam Gazâlî’nin—özellikle Tehâfütü'l-Felâsife (Filozofların Tutarsızlığı) eserinde sergilediği—eleştirel, şüpheci ve sezgiye dayalı metodolojisini bir lens olarak kullanarak, bu “insan merkezli medeniyet projesini” psikolojik, sosyolojik, felsefi ve tarihsel boyutlarıyla analiz etmek, sentezlere varmak ve bir tez-antitez diyalektiği içinde incelemektir.
1. Bölüm: Metaforun Anatomisi: Sûret, Sîret ve Rıza Kavramlarının Felsefi Tahlili 1.1. Köpek Metaforu Üzerine: Cehalet, İrade ve Sorumluluk Metaforumuzdaki köpek, cehaletin ve içgüdüsel yaşamın sembolüdür. Eyleminin ahlaki sonuçlarından habersizdir. Onun için “iyi” veya “kötü” yoktur, sadece “doyum” vardır. Buradan yola çıkarak, insanı hayvandan ayıran temel özelliğin, eylemlerinin sonuçlarını öngörme, onları ahlaki bir çerçevede değerlendirme ve bu değerlendirmeye dayanarak irade sergileme kapasitesi olduğu sonucuna varırız. Gazâlî’ci bir bakışla, bu kapasite “akıl” (نُطْق, nutk) ile donatılmış olmaktan gelir. Ancak Gazâlî için saf akıl yeterli değildir; onun kalp (قَلْب, kalb) ile, yani sezgi, vicdan ve manevi sezgiyle desteklenmesi gerekir. Köpek, ne aklı ne de bu manada bir kalbi haiz olduğu için sorumlu değildir. İnsan ise her ikisine de sahip olduğu için, köpeğin yapamadığını yapmakla yükümlüdür: sorumluluk almak.
1.2. Sûret ve Sîret Ayrımının Psikolojik ve Tasavvufi Kökenleri Sûret ve sîret ayrımı, İslam düşüncesi ve özellikle de tasavvufta merkezi bir öneme sahiptir. Sûret, dış görünüş, beden, formdur. Sîret ise iç dünya, ruh, niyet ve karakterdir. Tasavvuftaki insan-ı kâmil idealine ulaşmak, sûreti değil sîreti terbiye etmekle mümkündür. Metaforumuzdaki “sûrette insan” olan birey, biyolojik olarak insandır ancak eylemlerinin ahlaki karşılığını düşünmemektedir. Bu, Gazâlî’nin İhyâ-u Ulûmi’d-Dîn (Din İlimlerinin Yeniden Canlandırılması) eserinde ele aldığı “nefs-i emmâre” (kötülüğü emreden nefs) haline benzer. Nefs-i emmâre, insanı içgüdüleriyle, tıpkı bir hayvan gibi yaşamaya sevk eder.
Sîrette insan olma yolculuğu ise “nefs-i levvâme” (kendini kınayan nefs) ile başlar. Bu aşamada birey, yaptığı hatanın farkına varır ve kendini kınar. İşte bu farkındalık, rızalık yolunun ilk ve en kritik adımıdır. Psikolojik olarak bu, pişmanlık ve suçluluk duygularının sağlıklı bir şekilde işlendiği bir öz-eleştiri sürecidir.
1.3. Rızalık Yolu: Telafi, Tazmin ve Transformasyon Metafor, hatayı fark etmenin yeterli olmadığını, asıl erdemin hatayı telafi etmek (“döktüğünü doldurmak”) ve mağdurun rızasını kazanmak olduğunu vurgular. Bu, sîrette insan olmaktan, “insan-ı kâmil” olma mertebesine yükselmektir. Buradaki “rıza” (رِضَا, rıḍā) kavramı, hem mağdurun affediciliğini hem de failin iç huzurunu ve toplumla yeniden bütünleşmesini ifade eder. Sosyolojik olarak, rıza mekanizması, toplumsal çatışmaları onarıcı adalet (restorative justice) prensipleriyle çözme aracıdır. Hukuki olarak ise, tazminat ve özür, soyut cezalandırmanın ötesine geçen, ilişkileri onaran somut adımlardır.
“Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim.” sözü, bu felsefenin özünü oluşturur. Bu, kurban psikolojisinden çıkıp, fail sorumluluğunu alan bir bilinç halidir. Gazâlî’ci bir yoruma göre, bu, kişinin her başına gelenin, ilahi bir imtihan veya kendi eylemlerinin bir sonucu olarak görüp, tevekkül ve sorgulama dengesini kurmasıdır. Can, derdinin dermanını içinde taşır; yani çözüm, dışarıda aranmamalı, kişinin kendi öznel sorumluluk alma iradesindedir.
2. Bölüm: Gazâlî’nin Metodolojisi: Şüphe, Akıl ve Sezgi ile Hakikati Arayış Atatürk’ün projesini Gazâlî’nin lensinden okumadan önce, Gazâlî’nin metodunun ne olduğunu anlamak elzemdir.
2.1. Tehâfüt ve Eleştirel Akıl: Meşşâî Felsefesinin Eleştirisi Gazâlî, Tehâfütü'l-Felâsife’de, Aristo geleneğini takip eden Fârâbî ve İbn Sînâ gibi Meşşâî filozofların metafizik görüşlerini (kâlemin ezeliği, cismanî dirilmenin inkârı, Allah’ın cüz’îleri bilmeyeceği gibi iddialar) şiddetle eleştirir. Ona göre filozoflar, aklı mutlak bir otorite olarak görerek dinin verdiği kesin bilgiler (nakil) alanında hadlerini aşmışlardır. Gazâlî’nin buradaki amacı, aklı tümden reddetmek değil, onun sınırlarını çizmek ve onu doğru yerde, doğru şekilde kullanmaktır. O, dogmatik bir inanç yerine, eleştirel bir şüphecilikten yola çıkarak hakikate ulaşılacağını savunur. Bu, körü körüne taklidi reddeden, her şeyi önce şüphe ile sorgulayan, ardından aklı ve kalbi (sezgiyi) birleştirerek kesin bilgiye (yakîn) ulaşmaya çalışan bir yöntemdir.
2.2. Şüphecilikten Sezgiye: Kalbin Bilgisi Gazâlî, El-Munkız Mine'd-Dalâl (Dalâletten Kurtuluş) adlı otobiyografik eserinde, yaşadığı şüphe krizini ve hakikati arayışını anlatır. Duyuların ve aklın bile güvenilir olup olmadığını sorgular. Nihayetinde, hakikate ulaşmanın yolunun sadece kuru bir akıl yürütme olmadığını; ilham, keşf ve mükaşefe (kalbin Allah tarafından aydınlatılması) gibi sezgisel yollarla mümkün olduğunu ileri sürer. Onun epistemolojisi (bilgi kuramı), akıl (aql), nakil (revelation) ve sezgi (intuition) üçlüsünün bir sentezidir.
Bu metodoloji, Atatürk’ün projesini analiz ederken bize nasıl bir yol sunar?
Eleştirel Yaklaşım: Gazâlî gibi, Atatürk’ün projesini de eleştirel bir gözle, hem olumlu hem de olumsuz yönleriyle ele almalıyız. Taklitçi bir övgü veya reddiye değil, analitik bir inceleme gerekir.
Akıl-Sezgi Dengesi: Projenin sadece akılcı (rasyonalist) yönünü değil, toplumsal vicdanı, kolektif sezgiyi ve manevi ihtiyaçları nasıl karşıladığını veya karşılayamadığını sorgulayabiliriz.
Pratik Sonuçlar: Gazâlî, teorik metafiziği eleştirirken pratik ahlak ve toplum düzenine verdiği önemle öne çıkar. Atatürk’ün projesi de son derece pratik, toplumu dönüştürmeye yönelik bir projedir. Buradan hareketle, projenin “pratik faydasını” ve “ahlaki sonuçlarını” incelemek önem kazanır.
3. Bölüm: Tez: Atatürk’ün Projesi – Rızalık Felsefesinin Kurumsal İnşası Gazâlî’nin eleştirel metodunu kullanarak, öncelikle Atatürk’ün projesinin “tez”ini, yani onu nasıl bir “rıza medeniyeti” olarak okuyabileceğimizi ortaya koyalım.
3.1. Sîrette İnsan Yetiştirmek: Eğitim ve Aklın Özgürleşmesi Köpek metaforundaki “cehaletten kurtulma” ilkesi, Atatürk devrimlerinin temel taşıdır. Tevhid-i Tedrisat Kanunu (1924) ve Millet Mektepleri, “sûrette insan”ı, “sîrette insan”a dönüştürmenin bir aracı olarak görülebilir. Hedef, taklidi (dogma) değil, tahkiki (sorgulayıcı) bilgiyi yaymaktı. Bu, Gazâlî’nin taklitçiliği reddedip eleştirel şüpheyi önemsemesine paraleldir. Eğitim, bireye eylemlerinin sonuçlarını hesap edebilme aklını (nutk) kazandırmayı amaçlıyordu. Köy Enstitüleri fikri ise bu idealin zirvesiydi: Sadece okuyup yazan değil, “yaparak, yaşayarak, döktüğünü dolduran, üreten” bir insan modeli.
3.2. Rızanın Kurumsal Çerçevesi: Hukuk Devleti ve Demokrasi Metafor, zararın tazmin edilmesi ve rızanın alınmasını merkeze koyar. Atatürk’ün inşa ettiği hukuk devleti, bu ilkenin kurumsal karşılığıdır.
Medeni Kanun (1926): Bireyler arası ilişkileri (aile, mülkiyet, miras) çağdaş, adil ve öngörülebilir kurallara bağlayarak, keyfiliği ve “güçlü olanın haklı olduğu” anlayışını ortadan kaldırmayı hedefledi. Bu, toplumsal ilişkilerde karşılıklı rızayı ve hakkaniyeti tesis etme çabasıydı.
Laiklik: Devletin tüm din ve inançlar karşısında tarafsız olması ilkesi, farklı sîretlerdeki bireylerin (Müslüman, gayrimüslim, dindar, seküler) devlet ve birbirleri nezdinde eşit muamele görerek, bir arada yaşayabilmelerinin “rıza zeminini” oluşturur. Bu, “kul” olmaktan çıkıp “yurttaş” olmaktır. Gazâlî’nin dönemindeki mezhep çatışmaları düşünüldüğünde, bir üst kimlikte uzlaşmanın toplumsal barış (rıza) için önemi daha iyi anlaşılır.
Demokrasi ve Çok Partili Hayat Denemeleri: Milli iradeyi temsil eden TBMM, nihayetinde milletin kolektif rızasının tecelli ettiği yerdir. Serbest Cumhuriyet Fırkası gibi denemeler, farklı seslerin ve taleplerin meşru zeminlerde ifade edilerek sistemle bütünleşmesi, yani “rıza üretmesi” için bir araçtı.
3.3. Üretim ve Helal Kazanç: Ekonomik Rıza Atatürk’ün “ülküsü”, metaforun son cümlelerinde vurgulandığı gibi, “alın teri dökerek, emek harcayarak, değer üreterek helal kazanç elde eden” bir toplumdu. Kapitülasyonların kaldırılması, İş Bankası’nın kurulması, yerli sanayi hamleleri (KİT’ler), bu “üreten insan” idealinin ekonomik politikalarıydı. Bu, sömürgeci bir düzende başkasının kümese girip tavuk yemesine izin vermeyen, kendi emeğiyle kazanarak onurlu bir yaşam kuran, dolayısıyla hem kendi rızasını hem de toplumun saygısını (rızasını) kazanan birey modelidir.
4. Bölüm: Antitez ve Sentez: Gazâlî’nin Lensinden Eleştiriler ve Denge Arayışı Gazâlî’nin eleştirel ruhu, bu projeyi sadece övmekle kalmaz, onun içsel gerilimlerini, uygulamadaki açmazlarını ve felsefi olarak eksik kaldığı noktaları da sorgulamamızı sağlar.
4.1. Antitez 1: Aklın Mutlaklaştırılması ve Manevi Sîretin İhmal Edilmesi? Gazâlî, aklı metafizik alanda mutlaklaştıran Meşşâî filozofları eleştirirdi. Benzer bir eleştiri, Atatürk’ün projesinin pozitivizm ve rasyonalizm vurgusunun çok güçlü olmasına yöneltilebilir. “Akıl ve bilim” yol gösterici olarak benimsenirken, Gazâlî’nin önemsediği “kalp”, “sezgi”, “maneviyat” ve “vicdan” gibi kavramlar, kamusal alanın dışına itilmiş, özelleştirilmiştir. Bu durum, bireyin sîretini sadece akılcı-rasyonel yönüyle beslerken, manevi-duygusal yönünü ihmal etmiş olabilir mi? Toplumsal rıza, sadece hukuki ve akılcı bir sözleşmeden mi ibarettir, yoksa daha derin bir manevi ve vicdani mutabakatı da gerektirir mi? Bu, projenin en önemli eleştiri noktalarından biridir.
4.2. Antitez 2: “Kümesin Kalıplarını Kırmak” mı, Yeni Kalıplar Oluşturmak mı? Proje, “kümes”in dar kalıplarını (dogma, taklit, bağnazlık) kırmayı hedefliyordu. Ancak, jakoben ve tepeden inmeci modernleşme yöntemleri, zamanla kendisi yeni bir “kümes”, yeni bir katı kalıp haline gelme riski taşımadı mı? Halkın rızası alınmadan, onun adına karar veren bir seçkinler zümresi, metaforumuzdaki “cahiller” gibi “kendini haklı çıkarma” eğilimine girebilir mi? Tek parti dönemi uygulamaları ve özellikle İsmet İnönü döneminin otoriter nitelikleri, bu eleştiriyi beslemiştir. Gazâlî’nin şüpheci metodolojisi, iktidarın her türlüsünün—hatta en “aydınlanmış” olanının bile—mutlaklaştırılmaması gerektiğini bize hatırlatır.
4.3. Sentez: Dengeyi Bulmak: Akıl-Kalp, Birey-Toplum, Gelenek-Modernite Gazâlî’nin nihai amacı, akıl ile vahiy, felsefe ile din arasında bir denge kurmaktı. Atatürk’ün projesinin kalıcı başarısı da benzer bir dengede yatar:
Akıl ve Vicdan Dengesi: Laiklik, dini devlet işlerinden ayırarak aklı ön plana çıkardı. Ancak, bireyin özel alanındaki manevi ihtiyaçları ve toplumsal vicdanı besleyecek mekanizmaları görmezden gelmemek gerekir. Rıza, hem aklın hem de vicdanın onayıdır.
Birey ve Toplum Dengesi: Proje, bireyi özgürleştirmeyi hedefliyordu. Ancak kolektif bir dönüşüm projesi, kaçınılmaz olarak bireyi bir ölçüde araçsallaştırma riski taşır. İnsan-ı kâmil, toplum için feda edilmemelidir.
Gelenek ve Modernite Dengesi: Geleneği tümden reddetmek, toplumu köksüz bırakabilir. Gazâlî, geleneği (nakli) tamamen reddetmemiş, onu akıl ve sezgi ile harmanlayarak yeniden yorumlamıştı. Atatürk’ün projesi de (harf devrimi, kıyafet devrimi vs.) köklü kopuşlar içeriyordu. Uzun vadeli toplumsal rıza, modernleşme ile aidiyet duygusunu sağlayan geleneksel değerler arasında bir diyalog kurmakla sağlanabilir.
Sonuç: İnsan-ı Kâmil’den Kâmil Topluma Giden Zorlu Yol Köpek metaforu, bize sadece bireysel bir ahlak dersi vermez. O, bir medeniyet projesinin mikrokozmosudur. Mustafa Kemal Atatürk’ün vizyonu, bu mikrokozmostan hareketle, bireysel düzeydeki “rızalık” arayışını, makro düzeyde kurumsal bir çerçeveye oturtma, yani “kâmil toplumu” inşa etme çabasıydı. Laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti, bireyleri kul olmaktan çıkarıp, eylemlerinin sorumluluğunu alan, haksızlık yaptığında telafi eden, üreten ve birbirinin rızasını arayan “yurttaşlar” haline getirmeyi amaçlayan bir “Rıza Medeniyeti Projesi” idi.
İmam Gazâlî’nin eleştirel, şüpheci ve dengeli metodolojisi ile bu projeye baktığımızda, onun hem devrimci hem de insani derinliğini daha iyi görürüz. Aynı zamanda, aklın mutlaklaştırılması, jakobenizm riski ve manevi sîretin ihmal edilmesi gibi içsel çelişkilerine ve tehlikelerine karşı da uyarıcı bir işlev görür.
Nihayetinde, hem bireyin hem de toplumun kemale erme yolu, “Rızalık Yolu”dur. Bu yol, önce kişinin kendi özünü yoklamasıyla, sonra verdiği zararları tazmin etme erdemiyle ve nihayetinde farklılıkların karşılıklı rıza ile bir arada yaşayabildiği bir toplumsal sözleşmeyle inşa edilir. Atatürk’ün projesi, bu zorlu ve onurlu yolculuk için cesur bir başlangıç, bir davetti. Onu anlamak ve eleştirel bir bakışla geliştirmek, bu yolculuğu sürdürmekle mümkündür. Gerçek kemalet ve gerçek insanlık, işte bu bitmeyen arayışın ta kendisidir.
KAYNAKÇA Birincil Kaynaklar (Atatürk):
Atatürk, Mustafa Kemal. Nutuk (Söylev). Türk Tarih Kurumu Yayınları.
Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri. Cilt I-III. Atatürk Araştırma Merkezi.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.