Bir kimseyi sahip olmadığı sıfatlarla övmek, onu kibarca yermek demektir. cemil sena
Asakar'ın Beş Krallığı
fantastik türünde bir romandır....
6. Bölüm

Capter 6 savaşçı Lyra nın soyu sarminoris varisi

33 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum
Capter 6 savaşçı Lyra nın soyu sarminoris varisi

Ay ışığı kaldırıma düşüyordu.
Ferr yavaş adımlarla ilerliyordu.
Ne bir hedefi vardı, ne de bir yönü.
Bir parkın önünden geçti, bir köşe kafede oturan yaşlı bir adamla göz göze geldi, ama yürümeye devam etti.
Kafasının içi Daniel’in sözleriyle çınlıyordu:
"Soyunun sesini yeni duymaya başladın."
Bir an için yaşadığı tüm "küçük tuhaflıklar" birer gölge gibi sıralandı gözünün önünde.
İlkokulda kitabın içinden çıkan ters yazılmış not.
Lisenin kütüphanesinde kendi kendine açılan kitap kapağı.
Geçen ay aynada yansımasının göz kırptığını gördüğü o an…
Ama hiçbirini ciddiye almamıştı.
Şimdi ise hepsi birer çağrı gibi yankılanıyordu.
________________________________________
Yurda vardığında saat geç olmuştu.
Sally odadaydı, kulaklıkları takmış, telefonuyla ilgileniyordu.
Ferr sırt çantasını bıraktı, üstünü değiştirdi.
“Bugün ilginçti…” diye başladı ama Sally başını kaldırmadan “hı?” deyince sustu.
Bir an içinden anlatmak geldi.
Ama… vazgeçti.
“Boş ver,” dedi. “Sadece yorgunum.”
Lambayı kapattı.
Uykuya geçmeden önce gözlerini tavana dikti.
İçinde bir fısıltı vardı.
Giderek netleşti.
________________________________________
Kendini karanlık bir kütüphanede buldu.
Duvarlar eski taşlarla örülmüş, raflar sonsuzluğa uzanıyordu.
Kitaplar hareket ediyordu. Sayfalar kendiliğinden açılıyor, cümleler parlıyordu.
Bir kitap yere düştü.
Kapakta tek kelime vardı: Tosine.
Elini uzattı. Dokunduğunda zemin titredi.
Kitap açıldı ve içinden eski sahneler yükseldi — kendi çocukluğu, kendi unuttuğu garip anlar.
Yalnızca bir iz vardı:
“Soy, yalnızca kanla değil, hatırlamayla da aktarılır.”
Sonra bir figür belirdi — yüzü olmayan, ama Ferr’in sezgisel olarak tanıdığı bir kadın.
“Emanetin, unuttuğun hikâyende saklı.
Ona yalnızca hatırlayan ulaşır.”
Kadın arkasını döndü, göğsünden bir diadem çıkardı.
diadem ışıldarken kayboldu.
________________________________________
Ferr bir anda uyandı.
Soluk soluğaydı.
Yorganı üstünden attı, sally hazırlanmaya başlamıştı bile, bende şimdi seni uyandıracaktım dedi. ‘Kahvaltıya geç kalacağız hadi hazırlan’.
Ama bir saniye bile bekleyemezdi.
Çabucak hazırlanıp üniversiteye gitti.
Samuel ve Daniel’in her sabah uğradığı o eski kütüphane salonuna koştu.
Onları bulduğunda nefes nefeseydi.
“Rüya gördüm. Ama bu rüyayla değil. Bu... bir mesajdı.
Hepsini hatırladım. Çocukken olan her şeyi, aynadaki ilk kırılmayı, kitapta yazanları...
Ve biri bana ‘emanetin hikâyende’ dedi.
Ne yapmamız gerektiğini bilmiyorum ama artık kaçamam. Ben de bu işin içindeyim.”
Daniel başını salladı.
“Hoş geldin Ferr. Artık birleştirmemiz gereken bir puzzlemız var”
Ferr, hâlâ rüyanın etkisindeydi.
Kütüphane salonunun eski taş duvarları her zamanki gibi soğuk, raflar her zamanki gibi sessizdi ama içindeki dünya artık bambaşka görünüyordu.
Daniel ve Samuel, onu dikkatle dinlemişlerdi.
Ferr bitirdiğinde kısa bir sessizlik oldu.
Samuel:
“Yani sana da gösterildi… Tıpkı bana olduğu gibi.
Ama bu kez geçmiş, sadece sembollerle değil, sana ait anılarla konuşmuş.”
Daniel başını salladı.
“Bu demek oluyor ki... senin emanetin, fiziksel bir nesne değil.
Geçmişin bir bölümünde saklı. Belki bir mektup, bir şarkı, bir işaret…”
Ferr, gözlerini yere indirdi.
“Rüyadaki o kadın, bana ‘emanetin hikâyende’ dedi.
Hatırladığım her şey… parça parça. Sonra arkasını döndü ve göğsünden bir diadem çıkardı parlamasıyla kaybolması bir oldu Ama bunlar birleşirse bir yere götürecek gibi.”
________________________________________
Zil çaldığında üçü de istemeyerek ayağa kalktı.
Günün ilk dersi Çağdaş Felsefe Tarihiydi ama artık felsefi gerçeklik değil, varoluşun bizzat kendisi kafalarının içindeydi.
Samuel:
“Derste not alıyor gibi yapalım. Sadece burada görünmeliyiz. Asıl ders bizde başlıyor.”
Üçü sınıfa birlikte girdi.
Arka sıradaki pencere kenarına oturdular.
Öğretmen tahtaya “Nietzsche: İrade ve Sonsuz Dönüş” yazarken, Ferr’in gözleri o söze takıldı:
“sonsuz dönüş.”
İçinde bir şeyler kıpırdadı.
________________________________________
Samuel, defterinin arasına gizlediği küçük notları çıkardı.
Orada kendi rüyasındaki sembol vardı.
Daniel, Ferr’in anlattığı diadem motifini deftere çizerken sessizce konuştu:
“Bu diadem bir şeyin anahtarı olabilir. Belki bir aile yadigârı, belki geçmişten kalan bir takı.
Annenin, büyükannenin eşyalarında böyle bir şey olabilir mi Ferr?”
Ferr düşündü.
“Büyükannemin eski bir mücevher kutusu vardı. Çocukken hep bakardım. İçinde garip şekilli bir diadem vardı… ama hiç önemsememiştim.
Belki o…”
Samuel fısıldadı:
“Gidip bakmalısın. Belki bu gece…”
________________________________________
Öğretmen o sırada konuşuyordu:
“Nietzsche’nin ‘Amor Fati’ dediği şey, kaderin sevgisi…
Başınıza ne gelirse gelsin, onun sizin yolunuz olduğuna inanmak...”
Daniel gözlerini Ferr’e çevirdi.
Yavaşça mırıldandı:
“Bizim kaderimiz, bizim seçmediğimiz ama bizim için yazılmış bir yol.
Ve biz onu sevmeyi öğreniyoruz.”
Ferr gülümsedi.
Artık yalnız olmadığını biliyordu.
Ve bu yolculukta üçü birlikteydiler.
Okul kantininde masa her zamanki gibi doluydu.
Ama havadaki enerji farklıydı.
Sally pipetini kahvesinde çeviriyor, arada Ferr’e kaçamak bakışlar atıyordu.
Matt ise telefonuna gömülmüş gibi görünse de aslında Samuel’in her mimiğini süzüyordu.
Sally:
“Siz son günlerde sürekli üçünüz takılıyorsunuz.
Hani bizim dört beş kişilik grubumuz vardı ya, ne oldu?”
Ferr göz devirdi ama tatlı bir tonla cevapladı:
“Ya şey… Daniel’in yeni bir proje fikri vardı. Tarihle ilgili. Ben de yardım ettim biraz.”
Matt aniden başını kaldırdı.
“İlginçtir, bize hiç bahsetmediniz. Hani geçen hafta birlikte müze gezisi planlıyorduk?”
Samuel cümle kurmadan önce göz ucuyla Daniel’e baktı.
“Haklısınız. Özür.
Bu aralar biraz... akademik sıkışmalar var. Hocalarla boğuşuyoruz.”
________________________________________
O sırada gruba Hoca Yardımcısı Layla yaklaştı.
Elinde yoklama listesi vardı.
“andrew hocanın felsefe dersine katılım notları giriliyor.
Özellikle Daniel ve Ferr, son üç oturumu kaçırmışsınız. İkinci sınavın ortalamasıyla kurtaramazsınız.”
Ferr yüzünü buruşturdu.
“Unutmuşum… O gün rüyada büyücüyle konuşuyordum da hocam,” demek istese de
sadece “Üzgünüm, dikkat edeceğim,” diyebildi.
Layla Hoca gittiğinde, Matt alaycı bir şekilde sırıttı.
“Rüyalar, vizelere karşı pek etkili olmuyor sanırım.”
Samuel:
“Ama bazen insanın yönünü bulmasında daha işe yarar.”
________________________________________
Sally:
“Bu akşam etkinlik var. Sosyoloji kulübü film gecesi.
Herkes orada olacak.
Yine ‘projeleriniz’ yüzünden gelemeyecekseniz önceden haber verin de kendimizi daha az dışlanmış hissedelim.”
Ferr:
“Hayır hayır. Geliyoruz. Bu kez kaçmak yok.
Hem… belki biraz normalleşmek iyi gelir.”
Daniel sessizdi.
Düşünceleri çok daha uzağa, belki bir mahzenin kapısına ya da bir kadim kehanetin kıyısına gidip geliyordu.
________________________________________

O gün akşam üçü de film gecesine katıldılar.
Ama hiçbir şey anlayamadılar.
Zihinleri karışıktı.
Sosyalleşirken içten içe parçalanıyorlardı.
Çünkü sıradan hayata karıştıkça, kader planı hep biraz daha erteleniyordu.
Sabahın ilk ışıkları kampüsün taş duvarlı yemekhane pencerelerinden süzülüyordu.
Masanın köşesinde üç kişilik bir kahvaltı tepsisi.
Birinin tostundan bir ısırık alınmış, diğerinin çayı hâlâ buharlanıyordu.
Daniel, Ferr ve Samuel, sanki konuşmamayı özellikle seçmiş gibi sessizce oturuyorlardı.
Bir süre sonra Samuel kaşığını bıraktı.
“Dün geceki film... bana hiçbir şey ifade etmedi.
Belki de artık ‘normal’ bizim için işlemiyor.”
Ferr gülümsedi.
“Sally, ben daha kahveye şeker atmadan sekiz kez bakış attı.
Matt ise tüm gece telefonuna gömülmüş gibi yapıp bizi dinledi.”
Daniel başını salladı.
“Dostluk kurallarına aykırı gidiyoruz. Ama dostluk adına bazı gerçekleri saklayamayız.
Ferr… sen gitmelisin.”
Ferr gözlerini büyüttü.
“Nereye?”
Samuel araya girdi:
“Rüyandaki kadının kolyeyi göstermesi.
Büyükannenin sandığında gördüğün şekil.
Hepsi... bağırıyor. Diadem orada.
Eğer o emanet buysa, artık bekleyemeyiz.”
Ferr derin bir nefes aldı.
“İngiltere... ailesel bir karmaşa. Oraya gitmek demek,
yalnızca diadem değil, kendi geçmişimle yüzleşmek demek.”
Daniel:
“Ama yüzleşmeden hiçbir güç uyanmaz.
Emanet senden saklanmıyor. Sadece seni hazır bekliyor.”
________________________________________
O gün Ferr, danışman hocasına kısa ama resmi bir e-posta attı:
“Kısa süreliğine ailevi nedenlerle İngiltere’ye gitmem gerekiyor.
Dönüşte telafi planımı sunacağım.”
Ertesi gün uçak biletini aldı.
Valizine yalnızca bir defter, birkaç giysi aldı.
İngiltere’ye inen uçak sisli bir sabaha konmuştu.
Ferr çantasını omzuna takarken gözleri tanıdık ama soğuk bir gerçeklikteydi:
Bu şehir, onun geçmişiydi.
Ama artık o kişi değildi. Uber sürücüsü sessizdi.
Radyoda bir klasik müzik çalıyordu — neredeyse savaş öncesi bir marş gibi çarpan bir keman sesi vardı.
Ferr, camdan dışarı bakarken mırıldandı:
Nerden başlamam lazım? En iyisi aileme tek seferde sorayım ….
________________________________________
Baba Albert, evin garajında ağırlık çalışıyordu.
Annesi Lillian, spor kompleksinin hesaplarına gömülmüştü.
Ablası Mabel, telefonla yeni açılacak şubenin dekorasyonuyla ilgili konuşuyordu.
Ferr, içeri girerken sesini duyan ilk kişi annesi oldu.
“Ferr? Beklemiyordum seni.
Haber verseydin, biraz hazırlık yapardım.”
Ferr hafifçe gülümsedi.
“Bu sefer hazırlıklı olmak istemedim.
Sadece… bazı şeyleri öğrenmeye geldim.”
________________________________________
O akşam masa etrafında alışılmadık bir sessizlik vardı.
Albert, tabağındaki bezelyelere odaklanmıştı.
Mabel, ara sıra Ferr’e kaçamak bakışlar atıyordu.
Lillian, kibar ama kontrollüydü.
Ferr dayanamayıp sordu:
“Anne… baba…
Benim soyumla ilgili neden hiç konuşmadınız?”
Albert:
“Ferr, bu nereden çıktı şimdi?
Geçmiş, geçmişte kaldı. Soy diye bir şeye takılma.”
Ferr:
“Ama bu soy sıradan bir şey değil.
Sarminoris adını duydunuz mu?”
Mabel kaşığını düşürdü.
Lillian başını öne eğdi.
“Sarminoris,” dedi fısıltıyla.
“Lyra’nın soyudur.
Kadim bir kraliçeydi.
Onun kanı, kadınlar aracılığıyla aktarılır.
Ve her nesilde bir kıza işaret bırakır.”
________________________________________
Ferr:
“Ben miyim o?”
Albert:
“Senin büyükannen… Elanor.
Onun eşyaları arasında bir diadem vardı.
Işık değişince parlayan, mavi taşlı… kimse ne olduğunu bilmezdi.
Ama o, her zaman ’bu sadece süs değil’ derdi.”
Ferr:
“Onu görebilir miyim?”
Lillian başını salladı.
“Tavan arasındaki kutuda.
Onu senin için sakladım.
Elanor ölmeden önce, ‘bu Ferr’e ait’ demişti.”
________________________________________
Gece yarısı tavan arasına çıktığında kutuyu açtı.
İçinde eski mektuplar, solmuş fotoğraflar…
Ve mavi taşlı, karmaşık işli bir diadem vardı.
Onu eline aldığında…
ağırlaştı.
Sanki nesne hafızasıyla konuşuyordu. Birden diademin içinde bir parıltı oluştu ve şu cümle belirdi:
“Taç takılmadan kraliçe uyanmaz.”
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL