''Dr. Ahmet Hakkı, toplumsal bir zekayla birlikte ortak bir hafızaya sahip olmamız gerektiğini belirterek bunun da bize ortak bir kimlik sağlayacağını söyledi. Şu anda dağınık kimliklerde olduğumuzu, artık ulusal kimliklerden sıyrılıp ümmet olma yolunda ortak bir kimliğe ihtiyacımızın olduğunu söyledi. Bu sempozyumu da bu yönde atılmış adımlardan biri olarak gördüğünü söyledi.''
Güzel bir nokta; ama çağa ayak uydurmak şartıyla...
Endülüs sempozyumu gerçekleştirildi
İnsan ve Medeniyet Hareketi’nin Bahariye Mevlevihanesi’nde gerçekleştirdiği sempozyuma katılım oldukça yoğundu.
25.11.2011
19 Kasım Cumartesi günü Endülüs’ün fethinin 1300. yılı münasebetiyle İslam Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Birliği (İDSB) tarafından organize edilen “Uluslar arası Endülüs Sempozyumu” gerçekleştirildi.
Kur’an-ı Kerim tilavetinin sonrasında açılış konuşmaları için İDSB Genel Sekreteri Necmi Sadıkoğlu, IRCICA Genel Direktörü Dr. Halit Eren, Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı(TGTV) Başkanı Hamza Akbulut ve İnsan ve Medeniyet Hareketi Genel Başkanı İlhan Yörükçü sırasıyla kürsüye geldiler.
Ardından ilk oturum için konuşmacılar yerlerini aldı.
Her yerde sempozyumlar ve bilimsel çalışmalar yapılmalı!
Birinci oturumda ilk konuşmacı Yaşar Şadoğlu idi. Emevilerden başlayarak genel bir tarih incelemesi yapan Şadoğlu, dönemin siyasi tarihini kuş bakışı bir anlatımla ele aldı. 1462 tarihinin dönüm noktası olduğunu belirterek bu tarihte Cebelitarık’ın işgal edildiğini söyledi.
Daha sonra Endülüs’ün tarihini ana hatlarıyla anlatarak konuşmasını tamamladı.
Yaşar Şadoğlu’dan sonra söz alan Endülüs’lü yazar Prof. Dr. Hüseyin Bouayad da Endülüs medeniyetinin dünyaya katmış olduğu değerlerden bahsetti. Endülüs’te bir bilim hareketinin gerçekleştirildiğini söyleyen Bouayad, buradan İbn Rüşd gibi çok büyük alimlerin yetiştiğini belirtti. Endülüs’te yaşayan hanedanlıkların şehircilik ve diğer hizmet alanlarında yapmış oldukları yeniliklerden bahsetti. Moriskoların yaşadığı zulümlere de değinen Bouayad, burada yaşanmış zulümlerin dünyanın hiçbir yerinde yaşanmadığını söyledi.
Konuşmasının sonlarına doğru öneri ve tavsiyeleri olacağını belirten Prof. Dr. Hüseyin Bouayad’ın önemli gördüğümüz sözleri şunlardı:
- Endülüs yılı istiyoruz.
- Bugün Müslüman coğrafyalar tarihi bir dönemden geçiyor. Bu sebeple Müslümanların önemli bir ilim yolu açması gerekiyor. Bu coğrafyanın her tarafında sempozyumlar ve bilimsel çalışmalar yapılmalıdır. Bu çok önemlidir.
- Müslümanlar hakkında insaflı yazılar yazan yabancı yazarlara ödüller verilmelidir.
- Yarışmalar düzenlenerek halklara ve toplumlara İslam anlatılmalı.
- Avrupa’da yaşayan Müslümanlara yardım ve destek verilmeli.
Medeniyet soluk getirir!
Sempozyumun önemli konuşmalarından birisini de Prof.Dr. Mehmet Özdemir gerçekleştirdi. Endülüs’ün büyüklüğü ve değerini kısaca anlatan Özdemir, Endülüs’ün gerçek bir varlık olarak kalabildiği dönemlerde en büyük siyasi, ekonomik ve kültürel güç olduğunu vurguladı.
Ondan önceki konuşmacıların, bahsedeceği konuları anlattıklarını söyleyerek hoş bir anı anlattı. Onun ardından kafasında şekillendirdiği ve daha çok içe dönük bir eleştiri niteliğinde olan konuşmasına geçti.
Tarihimizi anlamamız gerektiğini söyleyerek onunla yüzleşebilecek duruma gelmemiz gerektiğini belirtti. Hissî olarak yaşadığımızı ancak bilgi olarak eksik kaldığımızı söyleyerek, “bir medeniyet taklit üzere değil, bir farklılık, yenilik, tarz ve ferahlık sağlıyorsa gerçek bir medeniyettir” dedi.
Medeniyetin bir soluk getireceğini söyleyerek, Endülüs’e gideceklere tavsiyelerde bulundu. Endülüs’e gidildiğinde ve Müslümanların yaptığı camileri ve yapıları gördüğümüzde oradan bir daha çıkmak istemeyeceğimizi söyledi. Oraların yaşamak için değil düşünmek için yapıldığını vurgulayarak, aynı şeyin Hristiyan yapılarında olmadığını söyledi.
Tekrar bir medeniyet kuramamamızın sebeplerini iki başlıkta toplayan Özdemir; kendi tarihimizi yeterince irdeleyemediğimizi ve etrafımızda olup bitenleri tam olarak anlayamadığımızı söyledi. Sözlerinin sonunda, batının geçmiş tarihi kasıtlı olarak göz ardı ettiğini söyleyen Özdemir, bizim geçmişi iyi bilmemiz gerektiğini, Endülüs tarihi üzerine ciddi bir çalışma yapmamız gerektiğini ve kendi kaynaklarımıza geri dönerek doğruyu eğriyi bulmamız gerektiğini söyledi.
Oturum başkanı Doç. Dr. Lütfi Şeyban konuşmaların özetini yaparak oturuma son verdi.
İlk oturumun ardından fotoğraf sergisine geçildi.
Vasat ümmet olmalıyız!
Fotoğraf sergisinin ardından 2. oturum için konuşmacılar yerlerini aldılar. Oturum başkanlığını Prof. Dr. Ahmet Kavas yaparken, ilk konuşmacı da Prof. Dr. Abdussamed Romero Roman’dı. Uzun yıllar Mekke’de ilim tahsil eden, Endülüs müziği üzerine incelemelerde bulunurken Müslüman olan, İspanya’da belediye başkanlığı yapan Romero, önemli bir zihni birikim ve tecrübeyle salonu mest etti diyebiliriz.
İlk olarak sempozyumun düzenleniyor olmasından büyük heyecan duyduğunu ifade etti. Artık Türkiye’nin Endülüs’e bakmasının vakti geldi diye düşünürken bu sempozyumun karşısına çıktığını söyledi. Konuşmasının ana konusu kültürel çeşitlilik ve Endülüs’ün Müslüman dünyaya katkıları üzerine olan Roman, medeniyetin en yüksek seviyesinin Endülüs’te yaşandığını belirtti.
Endülüs’ün tevhid ekseninde olduğunu, bu dinin denge dini olduğunu belirterek, orta yol medeniyeti olarak başarı elde edilebileceğini söyledi. Endülüs’ün orada kalpleri fethettiğini vurguladı.
Müslümanların orada yaptığı ilmi katkıların Avrupa Rönesans hareketinin temelini oluşturduğunu söyleyerek konuşmasını noktaladı.
Ortak bir hafızaya ihtiyacımız var!
Abdussamed Romero’dan sonra konuşma sırası Iraklı Dr. Ahmet Hakkı’daydı. İslam medeniyetinin en önemli şehirleri olan Bağdat ve Endülüs’ü karşılaştırdı. Bu iki şehrin ilmi çalışmalarından tarihine kadar önemli bölümlerini anlatarak özel birkaç söz söylemek istediğini belirtti.
Not alabildiğimiz kısımlarından çıkartacağımız sonuç ise gerçekten önemli ve üstünde durulması gereken şeylerdi diyebiliriz.
Dr. Ahmet Hakkı, toplumsal bir zekayla birlikte ortak bir hafızaya sahip olmamız gerektiğini belirterek bunun da bize ortak bir kimlik sağlayacağını söyledi. Şu anda dağınık kimliklerde olduğumuzu, artık ulusal kimliklerden sıyrılıp ümmet olma yolunda ortak bir kimliğe ihtiyacımızın olduğunu söyledi. Bu sempozyumu da bu yönde atılmış adımlardan biri olarak gördüğünü söyledi.
Daha sonra Abdurrahman Malik Ruiz anlayabildiğimiz kadarıyla Mekke- Endülüs ilişkileri üzerine bir konuşma yaptı. Metnini İngilizce olarak hazırlayan ve çevirmenin de aksandan ötürü sıkıntı çekmesinden dolayı Malik Ruiz’in konuşması pek anlaşılamadı.
Son konuşmacı olan Fatma Merve Çınar da Osmanlı ve Türkiye’de Endülüs üzerine doktora, tez, kitap ve yazılı belgeler üzerine konuşma yaptı. Bu alanda oldukça az eser olduğunu belirten Çınar, bu yönde atılacak adımların çok önemli olduğuna vurgu yaparak, herkesi bu yönde çalışmaya davet etti.
Son olarak soru- cevap kısmına geçilerek sempozyum sona erdi.
Kur’an-ı Kerim tilavetinin sonrasında açılış konuşmaları için İDSB Genel Sekreteri Necmi Sadıkoğlu, IRCICA Genel Direktörü Dr. Halit Eren, Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı(TGTV) Başkanı Hamza Akbulut ve İnsan ve Medeniyet Hareketi Genel Başkanı İlhan Yörükçü sırasıyla kürsüye geldiler.
Ardından ilk oturum için konuşmacılar yerlerini aldı.
Her yerde sempozyumlar ve bilimsel çalışmalar yapılmalı!
Birinci oturumda ilk konuşmacı Yaşar Şadoğlu idi. Emevilerden başlayarak genel bir tarih incelemesi yapan Şadoğlu, dönemin siyasi tarihini kuş bakışı bir anlatımla ele aldı. 1462 tarihinin dönüm noktası olduğunu belirterek bu tarihte Cebelitarık’ın işgal edildiğini söyledi.
Daha sonra Endülüs’ün tarihini ana hatlarıyla anlatarak konuşmasını tamamladı.
Yaşar Şadoğlu’dan sonra söz alan Endülüs’lü yazar Prof. Dr. Hüseyin Bouayad da Endülüs medeniyetinin dünyaya katmış olduğu değerlerden bahsetti. Endülüs’te bir bilim hareketinin gerçekleştirildiğini söyleyen Bouayad, buradan İbn Rüşd gibi çok büyük alimlerin yetiştiğini belirtti. Endülüs’te yaşayan hanedanlıkların şehircilik ve diğer hizmet alanlarında yapmış oldukları yeniliklerden bahsetti. Moriskoların yaşadığı zulümlere de değinen Bouayad, burada yaşanmış zulümlerin dünyanın hiçbir yerinde yaşanmadığını söyledi.
Konuşmasının sonlarına doğru öneri ve tavsiyeleri olacağını belirten Prof. Dr. Hüseyin Bouayad’ın önemli gördüğümüz sözleri şunlardı:
- Endülüs yılı istiyoruz.
- Bugün Müslüman coğrafyalar tarihi bir dönemden geçiyor. Bu sebeple Müslümanların önemli bir ilim yolu açması gerekiyor. Bu coğrafyanın her tarafında sempozyumlar ve bilimsel çalışmalar yapılmalıdır. Bu çok önemlidir.
- Müslümanlar hakkında insaflı yazılar yazan yabancı yazarlara ödüller verilmelidir.
- Yarışmalar düzenlenerek halklara ve toplumlara İslam anlatılmalı.
- Avrupa’da yaşayan Müslümanlara yardım ve destek verilmeli.
Medeniyet soluk getirir!
Sempozyumun önemli konuşmalarından birisini de Prof.Dr. Mehmet Özdemir gerçekleştirdi. Endülüs’ün büyüklüğü ve değerini kısaca anlatan Özdemir, Endülüs’ün gerçek bir varlık olarak kalabildiği dönemlerde en büyük siyasi, ekonomik ve kültürel güç olduğunu vurguladı.
Ondan önceki konuşmacıların, bahsedeceği konuları anlattıklarını söyleyerek hoş bir anı anlattı. Onun ardından kafasında şekillendirdiği ve daha çok içe dönük bir eleştiri niteliğinde olan konuşmasına geçti.
Tarihimizi anlamamız gerektiğini söyleyerek onunla yüzleşebilecek duruma gelmemiz gerektiğini belirtti. Hissî olarak yaşadığımızı ancak bilgi olarak eksik kaldığımızı söyleyerek, “bir medeniyet taklit üzere değil, bir farklılık, yenilik, tarz ve ferahlık sağlıyorsa gerçek bir medeniyettir” dedi.
Medeniyetin bir soluk getireceğini söyleyerek, Endülüs’e gideceklere tavsiyelerde bulundu. Endülüs’e gidildiğinde ve Müslümanların yaptığı camileri ve yapıları gördüğümüzde oradan bir daha çıkmak istemeyeceğimizi söyledi. Oraların yaşamak için değil düşünmek için yapıldığını vurgulayarak, aynı şeyin Hristiyan yapılarında olmadığını söyledi.
Tekrar bir medeniyet kuramamamızın sebeplerini iki başlıkta toplayan Özdemir; kendi tarihimizi yeterince irdeleyemediğimizi ve etrafımızda olup bitenleri tam olarak anlayamadığımızı söyledi. Sözlerinin sonunda, batının geçmiş tarihi kasıtlı olarak göz ardı ettiğini söyleyen Özdemir, bizim geçmişi iyi bilmemiz gerektiğini, Endülüs tarihi üzerine ciddi bir çalışma yapmamız gerektiğini ve kendi kaynaklarımıza geri dönerek doğruyu eğriyi bulmamız gerektiğini söyledi.
Oturum başkanı Doç. Dr. Lütfi Şeyban konuşmaların özetini yaparak oturuma son verdi.
İlk oturumun ardından fotoğraf sergisine geçildi.
Vasat ümmet olmalıyız!
Fotoğraf sergisinin ardından 2. oturum için konuşmacılar yerlerini aldılar. Oturum başkanlığını Prof. Dr. Ahmet Kavas yaparken, ilk konuşmacı da Prof. Dr. Abdussamed Romero Roman’dı. Uzun yıllar Mekke’de ilim tahsil eden, Endülüs müziği üzerine incelemelerde bulunurken Müslüman olan, İspanya’da belediye başkanlığı yapan Romero, önemli bir zihni birikim ve tecrübeyle salonu mest etti diyebiliriz.
İlk olarak sempozyumun düzenleniyor olmasından büyük heyecan duyduğunu ifade etti. Artık Türkiye’nin Endülüs’e bakmasının vakti geldi diye düşünürken bu sempozyumun karşısına çıktığını söyledi. Konuşmasının ana konusu kültürel çeşitlilik ve Endülüs’ün Müslüman dünyaya katkıları üzerine olan Roman, medeniyetin en yüksek seviyesinin Endülüs’te yaşandığını belirtti.
Endülüs’ün tevhid ekseninde olduğunu, bu dinin denge dini olduğunu belirterek, orta yol medeniyeti olarak başarı elde edilebileceğini söyledi. Endülüs’ün orada kalpleri fethettiğini vurguladı.
Müslümanların orada yaptığı ilmi katkıların Avrupa Rönesans hareketinin temelini oluşturduğunu söyleyerek konuşmasını noktaladı.
Ortak bir hafızaya ihtiyacımız var!
Abdussamed Romero’dan sonra konuşma sırası Iraklı Dr. Ahmet Hakkı’daydı. İslam medeniyetinin en önemli şehirleri olan Bağdat ve Endülüs’ü karşılaştırdı. Bu iki şehrin ilmi çalışmalarından tarihine kadar önemli bölümlerini anlatarak özel birkaç söz söylemek istediğini belirtti.
Not alabildiğimiz kısımlarından çıkartacağımız sonuç ise gerçekten önemli ve üstünde durulması gereken şeylerdi diyebiliriz.
Dr. Ahmet Hakkı, toplumsal bir zekayla birlikte ortak bir hafızaya sahip olmamız gerektiğini belirterek bunun da bize ortak bir kimlik sağlayacağını söyledi. Şu anda dağınık kimliklerde olduğumuzu, artık ulusal kimliklerden sıyrılıp ümmet olma yolunda ortak bir kimliğe ihtiyacımızın olduğunu söyledi. Bu sempozyumu da bu yönde atılmış adımlardan biri olarak gördüğünü söyledi.
Daha sonra Abdurrahman Malik Ruiz anlayabildiğimiz kadarıyla Mekke- Endülüs ilişkileri üzerine bir konuşma yaptı. Metnini İngilizce olarak hazırlayan ve çevirmenin de aksandan ötürü sıkıntı çekmesinden dolayı Malik Ruiz’in konuşması pek anlaşılamadı.
Son konuşmacı olan Fatma Merve Çınar da Osmanlı ve Türkiye’de Endülüs üzerine doktora, tez, kitap ve yazılı belgeler üzerine konuşma yaptı. Bu alanda oldukça az eser olduğunu belirten Çınar, bu yönde atılacak adımların çok önemli olduğuna vurgu yaparak, herkesi bu yönde çalışmaya davet etti.
Son olarak soru- cevap kısmına geçilerek sempozyum sona erdi.
Yorumlar
Mesaj Yaz
26.11.2011 22:58:03
Yorum Yapın
Endülüs sempozyumu gerçekleştirildi ile ilgili yorum yapabilmek için üye olmalısınız.
Üye Ol
Üyelik Girişi Yap