gün yüzüne çýkarýp çýkarýp
yapay bir çiçeði suluyorum her gün
her gün, biraz daha yüzüme gülsün
biraz daha gözüme girsin diye
solmadan
capcanlý duruþunu seviyorum
kendimi seviyorum sonra
ölesiye
ona benzemek
ne güzel…
onun, beyaz beyaz çiçekleri var
benimse, bembeyaz umutlarým
/ah bir de kararmasalar!/
veriyoruz baþ baþa
yarýný konuþuyoruz, hayatýn yapaylýðýný
gülüþümüzü, yapaylýðýný
ama buna inat
köklerimizi topraða salýþýmýzý
konuþuyoruz…
konuþuyoruz…
konuþuyoruz!
patlýyor kahkahalarýmýz
yaþama inat
ben, Neval El Seddavi’nin
“Sýfýr Noktasýndaki Kadýn” romanýný okuyorum
o, beni…
gülüþüyoruz arada bir
arada bir de aðlaþýyoruz
odamýz, hepten kýzýl kýyamet
aldýrmýyoruz
derdimiz, hayata sýfýrdan baþlamak
yaralanýyoruz kimi zaman
kâh tuz basýyoruz yaramýza
kâh yalaya yalaya
iyileþtirmeye çalýþýyoruz
alýþýyoruz
yaramýzla
güle oynaya yaþamaya
kimi zaman da aðzýmýzý bozuyoruz
kadýnlara yakýþtýrýlan bir sözcüðü, tutup
düzene karþý, dünyaya karþý
“adam gibi adam” olamayanlara karþý
haykýrýyoruz, “fahiþe!” diye diye
bozuluyor edebimiz
hiç istemesek de…
ama edebimizle
ölmesini de biliyoruz
hayatýn sýfýr noktasýnda
ve naaþlarýmýza
edebimizle, aðlamasýný da
kimseye yük olmadan
sýrtlayýp çökük omuzlarýmýza
naaþlarýmýzý, kararan umutlarýmýzý
yürüyoruz geceye
sessizce
kimsesizce
dünyaya, tüküre tüküre...
Saadet Ün – 25.08.2010