"Hayal bu ya;
Bir varmýþ bir yokmuþla baþlayan evvelin bir zamanýnda;
Makinacý Hidayet
-gerçek yada rivayet-
yeðeni Ali’nin kimliðiyle Aliye’nin annesi Hatice’yi
Devlet Demir Yollarý’na yapmýþ iþçi.
Onlar ermiþ muradýna, biz çýkalým kerevetine derken,
böylece
aradan koskocaman bir 35 yýl geçti
ve Hidayet Dede
günlük-güneþlik bir günde
eskinin Haydarpaþa Ana Garý’nda,
bugünün Ýstanbul Kültür ve Sanayi fuarý’nda
7 yaþýnda Aliye ile
iskele yanýndaki büfenin terasýna
birþeyler yemek için girdi.
Garsona iki kaþarlý tostla bir ayran söyledi.
Ismarlamalarý beklerken;
"Ah, Ana Gar!" diyerek
iç çekti Makinist Hidayet;
"Bir kolu Baðdat’a varýr,
diðeri tarihe uzanýr
adý Haydarpaþa’dýr.
Ne tireni,
ne çekeni,
nede giden-geleni var
þimdi yar!" dedi.
Aliye dedesinin ne mýrýldandýðýný
anlamadý,
karný aç olduðu içinde aldýrmadý;
"Bir diyar düþün ki yar,
að gibi rayla dolu,
sýrtýnda baðýmsýzlýk yolu,
adý Anadolu!
Düþünün bir orman ki sevilecek;
Bir orman,
bir aðaç,
bir dal,
bir yaprak,
bir çiçek!
Her yýl meyva veren kökü kesilecek.
Bir Gar düþün Aliye’m gayri..."
Dedi Makinist Hidayet
torununa dönerek;
"Þimdi
hem seveni,
hem çekeni,
hem tireni,
hemde giden-geleni var,
yar!"
"Efendim?"
"Aklýma Eskiþehiþr’deki bir hocamýn sözü geldi de..."
"Ne dedin dede?"
"Eski bir türkü..." dedi içinden;
"Saðdýktýr türküler." Ayrýlarak düþünceden;
"Ele vermezler seveni."
Diye geçiþtirdi ve;
"Haydi,
yediysen yemeðini..."
"Dede n’olur bir ayran daha?"
"Aliye’m. sana caným feda!
Garson kardeþim,
bir ayran daha torunuma
ve hesabý getirde lütfen, gidelim"
"Olur beyim."
Makinist Hidayet Hesabý ödedikten sonra
torunuyla dýþarý çýktý,
Haydarpaþa Garý’nýn merdivenlerine baktý.
Nazým’ýn heykeli önünde kalabalýk vardý,
yaklaþtýlar heykele.
Gözlüklü iyi giyimli bir beye,
arkadan biri;
"Haydi bey, ileri!,
kaçýracaðýz tireni!" Diyerek itti.
Bu emekli muallim Muamer Kadri miyop gözlerini;(**)
"Ben çoktan kaçýrdým Tireni"
Diyerek Nazým’a dikti;
"Tiren mi dede?"
"Evet Aliye!
Hele þu üçüncü kata gidelim,
’El Sanatlarý Hüner Atölyesi’ni bir gezelim,
vakit kalýrsa yine bineriz eski hatta giden tarihi-nostalajik-antika tirene,
Tuzla’ya hadar bizde."
"Makinist Hidayet’in ilk eðitiim yýlý
ve o þimdi ’Makas’ dersindedir.
-ana raydan ayrýlan dýþ raya makas denir-
Cer Atölyesi Hocasý;
"Ana gar üzüm sapý gibidir."
Der ve ekler;
"Bütün meyva bu saptan çýkar,
üzüm gibi yurt içine sarkar,
ama her tatlý þeyin birde acý yaný olur,
gün gelir Baðbozumu’nda buzulur."
"Bunun Ana gar ve rayla ne alakasý var?"
Diye sorunca o gün Hidayet,
hocasý kara tahtaya giderek
bir üzüm salkýmýnýn resmini çizdi
ve sapýn baþýný gösterdi;
"Bak bu Ana Gar,
üzüm taneleri ise istasyonlar.
Bilim, teknik ve ekonomi ilerledikçe;
Bakým, sulama, topraðý havalandýrma, yeni fidan dikme,
toplamai taþýma,suyunu sýkma, saklama,satma ve nakliye,
yani ’Üzümün yüm silsilesi’ tek bir makine ve iþçiye
yaptýrýlýnca
vede böylece ürün ucuza malolup satýlýnca,
Baðbozyumu baþlar Ana Gar’da, tüm istasyonlar ve raylarda."
Hocasý o gün sözüne kara tahtadaki üzüm salkýmýný göstererek;
"Bir Gar düþün oðlum Hidayet;
Diye devam etti;
"Ne seveni,
ne çekeni,
ne tireni,
nede gelen-gideni var,
yar!"