Bir zamanlar, Ýstanbul’da Ýstanbullular yaþardý. Gerçek hanýmefendiler, beyefendiler vardý. Üstelik, gökyüzü mavi, deniz masmaviydi. Birileri “Ýstanbul’un taþý topraðý altýn” diye bir laf çýkardýlar, Önce insanlar kirlendi, Sonra, deniz ve martýlar…
Bir ‘Ýstanbul Türkçesi’ vardý; Düzgündü, nazikti, kibardý. Eþ- dost muhabbetlerinde nezaket Edebî sohbetlerdeki kadardý. Önce o dil yozlaþtý, kayboldu nezaket, Sonra güler yüzler, dostluklar ve muhabbet…
Fenerbahçe’de Münir Nurettin, Maksim’de Zeki Müren söylerdi Ve Ýstanbullular, bu müziði dinlerdi. Önce þarkýlara girdi arabesk, Sonra bir yaþam biçimi oldu, gurbetçilerle eþleþti, Yazýk, bunca yüz yýllýk kültür de arabeskleþti.
Duvarlarýndan leylaklar, mor salkýmlar sarkan bahçelerde Cumbalý, güngörmüþ konaklar, Çamlýklar içinde, el oyasý gibi köþkler vardý, Önce bahçeler bozuldu üçer- beþer Beton yýðýnýna döndü o güzellikler…
Arnavut kaldýrýmý sokaklarýn kenarlarýnda Serin gölgeli yemyeþil aðaçlar vardý, Sokaklar, misk gibi ýhlamur, akasya ve huzur kokardý. Önce aðaçlar kesildi, sonra huzur ve ümitler, Yollar asfaltlandý Zavallý þehir, bunu medeniyet sandý.
Pencereden pencereye bakýþlarla yaþanan sevdalar, Pembe parþömenlere yasýlan ne mektuplar vardý E- mailler icat edilmeden önce; Muhabbetler, mesajlara dönünce Bakýþlar da, sevdalar da yozlaþtý bence…
Ýþgal altýndaki bir ülkede Tecavüze uðramýþ, iþkence edilmiþ Ve görkemli geçmiþi belleðinden silinmiþ soylu bir kadýn gibi Tevfik Fikret’in Facire-i dehr’i, (*) Yaþlý ve yorgun bir asilzadedir þimdi Ýstanbul þehri…