öğle güneşinde uyuyan bitli köpeğin düşleri-2
Bir gün daha sırayı savdık. Bu sıcak bile bitiremedi işimizi. Belki bir kadın bitirir. Ya da patronunuz? Patronun kıçına şişe sokmak isteyen kaç kişi vardır acaba?
Mum gibi eriyen asfalt, çöp bidonları ve ağaçlar çaresizce bekliyorlar dışarıda. Elektrik telleri, akordu olmayan gitar teli gibi sarkıyor gökyüzünden. Kuşlar ötmüyor, kedi ve köpekler gölgede heykel gibi hareketsiz yatıyor, bir araba bile geçmiyor caddeden. O beklenen, muhteşem yaz bu mu?
Herkesin eşit bir şekilde zengin olduğu dünyayı hiç düşündünüz mü? Dünya üzerindeki bütün sermayeyi eşit olarak paylaştıklarını. Fakir insan kalmadığını bir düşünün. Ne korkunç olurdu bazıları için. Düşüncesi bile onların kıç deliklerini titretiyordur eminim. Yoksa çöplerini kim toplayacak? Lağımları kim temizleyecek, yemeklerini, gündelik işlerini kime yaptıracaklar? Sandalye, masalarını, rahat koltuklarını, arabalarını, ayakkabılarını, kime yaptıracaklar? Yerin metrelerce altından çıkartılan, karılarına satın aldıkları elmasları ve altınları kendileri mi çıkaracak beyefendilerin? Fabrikalarında kim çalışacak? Restoranlarda onlara kim servis edecek? Böyle uzar gider bu liste…
Hera’nın oğlu Hephaistos da anasının sevmediği, hor görülen, Zeus tarafından tekmelenerek kovulan varlık değil midir? Çünkü emekçidir. Demircilik, kuyumculuk, makine yapardı… Olympos’taki tanrılara minder, taht, koltuk yapan hep o dur. Yeni değil, eskiden beri böyle gelmiş bir düzen bu…
Hephaistos hakkında biraz daha bilgi verirsek, Latince adı (vulkan) yani Volkan’dır. Zeus tarafından tekmelendikten sonra, üç gün üç gece gökyüzünden düşer. Çanakkale açıklarında Limnos adasına iner. Oradaki halkı yabanilikten kurtarıp sanat yapıtları yapmayı öğretir. (Cevat Şakir, Hey Koca Yurt kitabında uzun uzun bahseder…)
Bir grup insan bilinçli olarak zenginleştirilmiyor kanımca. Sadece geçinecekleri bir miktar para veriliyor ellerine. Eee zenginler haklı kendilerince. Birileri dünyanın pis işlerini yapmalı değil mi?
Kahve fincanından küçük bir delik için dönümlük yeşil alanları kendilerine ayırmalarına ne demeli? Tahmin ettiğiniz şeyden değil, golften bahsediyorum. Yaşlı osurukların konuşarak zihinsel masturbasyon yaptıkları o ziyan edilmiş alanlardan. Çocukların orada koşması gerekmez miydi? Şehirli çocukların, yalınayak çimlerde koşacakları, yuvarlanacakları, uçurtma yapacakları, top oynayacakları, resim yapacakları, oyunlar oynayacakları, böyle başı boş, özgür, sınırlandırılmamış, bakımlı bir alan ne güzel olurdu? Ama zenginler böyledir, nefes almak, çiğnemek, sıçmak gibi işleri yapabiliyorken kendileri yaparlar. Ha bir de karılarını düzerler, muhtemelen kendileri…
Bugün sadece bir kez sertleştim. 40 derece sıcakta büyük başarı. Ve ben bunu düşündüğüm sıra deprem oluyor. Hafif salladı. Her an ensemizde nefesi. Kendini hatırlatmayı iyi biliyor. Neyse, biz yaşamaya bakalım…
Körfez Bar’da(Bodrum’dadır.) bir gece hatırlıyorum. Gecenin ilerleyen saatlerinde içmeye devam ediyordum. Bara gidiyorsam yalnız giderim. Konuşmak zorunda olmadan, sadece içkimi içer, güzel müziği dinlerim. Genellikle gittiğim gibi yalnız dönerim eve. Ancak bazı geceler hayat başka sürprizler hazırlayabilir size… Benim gibi birinin başına beş yılda bir gelir. Ne mi oldu? Devamını başka bir zaman anlatırım…
Şimdi çükümü yürüyüşe çıkarmalıyım. Belki denize giderim, belki karada öylece yürürüm ölüme, belki hayata, kimbilir? Sağlıcakla…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.