- 1297 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
İzdüşüm
Ruhum acıyor. Yüreğim şimdi eski devirden kalma suyu çekilmiş bir su sarnıcı. En iyi sen bilirsin suya şükürlerimi. Ve yine en iyi sen bilirsin susuz kalması bir yüreğin ne demektir. İsyan var içimde ve gözlerimden akan yaşlar bile bastıramayacak gibi geliyor artık bu isyanı. Sen mi incittin beni. Hayır diyorum içimden. Seni suçlamamak adına değil bu söylevim. Bilirsin ki hataları yarı yarıya pay edenim. Sana verdiğim değer beni incitti. Hayatında olsa da olur olmasa da olur bağlamında gereksiz bir detay gibi durduğumu anladım. Hani eski eşyaların tepeleme yüklendiği tozlu bir ardiye odasında bir gün lazım olur diyerek bırakılmış sonra unutuluşmuş bir eşya gibiyim. Öte yandan lüzumu halinde atılacakların listesinde geçiyor ismim. Sen de hatırlatıp durmuştun zaten eskiye dair konuşurken. Ne dostlarla ayrılmıştı yollarımız akan zaman içinde. Oysaki yaşarken anı, bu dostluğun bir gün biteceğini yolların ayrılacağını getirmiyor insan aklına. Başka şehirlere göç edenler, evlenip dostluk şerhinden düşenler ve hatta ahir dünyaya göç edenler vardı aralarında. Yani hayatın gerçeği bu dediğin günü, nedense hiç unutmadım. Evet, böyleydi her insan gibi ben de biliyordum bunları. Ne dostlarla ayrıldı yolumuz derken eskiye dair işte biz de dostluğumuzu eskitmiş olacağız demiştim sana.
Sana attığım tüm çığlıkların bana dönmesi işte hayatın gerçeği dedirtti. Öyle ya evren de atılan her çığlık sahibine dönüyor. Bana dönen çığlıklar sağır etti içimdeki küçük kızı. Ne çok çığlık atmışım... Küstü, artık konuşmak istemiyor küçük kız. Bir bağıntısı vardır bilirsin "sağır ve dilsiz" bir arada anılır. Hem yorgun ve nasıl da bıkkın içimdeki bu geveze kız. İyi oldu bir nevi farkına varması değersizliğinin. Hep düşünüp duruyordum ne zaman susacak diye. Zor olsa da susarak konuşabilirmiş insan. Öyle diyorlar. Denemeden nerden bileceğim değil mi? Hem zaten başıma bela olan, dahası başıma bela açan o küçük kızdı aslını sorarsan. Sana dair ne varsa bir çukur açıp diri diri toprağa verdim dün gece. Ya tohum olsun yeşersin dedim ya da çekilsin kalan canı karışsın toprağa. Bilirsin işte en iyi toprak temizler. Bakarsın ki bir gül fidesi yeşerir. Ve bir bülbül aşka durur dalında. Bülbülün işi değil mi güle âşık olmak. Bülbül âşık olmuyorsa var mıdır gülde kabahat.
Bir gün bende gideceğim en nihayetinde. Elimde kocaman bir kalem, kocaman siyah bir nokta koyup gideceğim sevgili dost. Sen aynı umursamaz tavrınla, dağ duruşunla kendinden emin, eğilmeden bakacaksın ardımdan. Kaç yemin bozduğumu hatırlayan bir tebessüm yapışacak yüzüne. Dağa küsüp giden tavşanın hikâyesini hatırlayacaksın keyifle. Zirvendeki taşları çınlatan neşeli bir ıslığa bürünecek rüzgârın. Tarihin tekerrünü anımsayacaksın muzaffer edalar takınarak. Tarih sayfalarını donatan, adı hiç unutulmayan tüm savaşların galibi güçlü adamların nidasına bürünecek dağ duruşun. Elbette ki yıkılmayıp, ayakta kalacaksın tüm dağlar gibi. Bakma sen Nemrut’un zirvesinin paramparça elenip, un ufak olması; esip geçen zaman rüzgârının hoyratlığıdır sadece. Çok güçlü çok yüksek ve engin bir ufka sahip olmasının getirisidir bu durum. Biliyorum sende çok taşlanan, güçlüler dünyasındasın. Biliyorum, sana zamanın dışında bir canlının zarar vermesi olası değil. Kimse sana bu denli yaklaşacak şansa sahip olmayacak. Senin ele geçirilemez, fethedilemez dağ duruşuna bakınca, sende biliyorsun ki bu benim hayal dünyamda sana verdiğim değerin bir göstergesi sadece. Öte yandan benim davranış biçimim elbette böyle bakınca abesle iştigal gibi duruyor. Ama kabul et ben doğru yolu seçip adım atmadım mekânına, kapılmış olsam da akıntına. Sınırları aşan bir yapım hiç olmadı. En doğru yolu seçip; sarmaşık misali bir duvara ki yedi kat, sarılıp aşmayı denedim. Aşmak istemedim sınırları, hayata dair uzaklardan esen bir yasemin kokusu bıraktım sadece. Sen son bir nokta koy demiş olsan da, son nokta diye bir şiire teşvik etsen de beni. Biliyorsun ki teşvik primleri iş görmüyor bu bünyede. Ve biliyorsun ki ben hep üç nokta koydum yazılarıma. Bana göre nokta bir bitiştir. Bitiyor muyuz?
Bak bir varmış bir yokmuş denen masallardaki gibi mi olduk biz... Geçen zaman içinde vardım ben/sen... Şimdi yok muyuz? Senin tabirinle ben, uyduran hatta uydurduğuna inanan usta bir masalcı mıyım? Olsun diyorum. İnsan kendi masalını kendi yaratmalı. Hem insanlar böyle değil mi? Tüm kural ve sınırlarınla, yaptıkların ve yaşadıklarınla sen de kendi masalını yaşayan değil misin? Her insan kendi masalını kendi yaratır... Olan biten karşısında düşününce; geçen yıl bu zamanla, şimdi ki bu zaman arasında bir yıllık süreçte senin de, benim de hislerim bambaşka. "Yenilen" kim; belli değil ama her ikimiz de "yenilendik" biliyorum...
Hayat bu işte... Yaşamak bu. Yalnızlıklarımız hiç bitmeyecek. Elbette ki kavgalarımız ve sevdalarımızda... Biterse hayat ve yaşama sebepleri de biter. Hayatla mücadele tarzımız, kavgalarımız. Sebepleri ne olursa olsun kavga bitmez. Ve galiba ikimizde fazlaca kavgacıyız. Bulunduğu durumdan memnun olanlar kavga etmez ancak. Düşününce halimden memnunum diyen sen güldürüyorsun beni. Kendinden memnun hayatla barışık mutlu adam siluetine nasıl da yakışıyor şu kavgacı ruh. Ve galiba biz kavgalarımızla; hatta en çok da kendimizle kavga ederek ve en çok da kendimizle inatlaşarak bir şeyleri değiştirme çabasındayız. Yeniyi beğenmeyip eskiyi sevsek bile yenileniyoruz işte. Hatta eskici sen bile...
Dostluğumuzu dünya ve güneşin dostluğuna benzetiyorum. Bir nevi metazori gibi hatta mecburiyet. Oysaki ikimizin de sevmediği bir olgu mecburiyet. Söylesene dost güneşin küsüp dünyaya çekip gitme hakkı var mı? İşte dünyanın oynamıyorum yahu çok yoruldum dön dolaş bitmez çile üstelik her geçen toprağımın suyu çekiliyor yüküm çoğalıyor işim zorlaşıyor diyerek dönmeyeceğim diye tutturmak gibi bir hakkı. Ve hatta ne bu güneşin kızgın ışıkları tüketti beni, alevinden yandım arkadaş çekip gideyim şunun yörüngesinden deme hakkı yok işte. Saçma bir düşünce gibi duruyor hani dostluğumuza dair ne yani diyorsun içinden "yuh" bu kadar da iddialı olma. Belki de söylemek istediğim şey tüm bu esprilerin arkasında gizli. İşte bu kadar doğal bizim dostluğumuz ve bir bu kadar gerekli ve hatta bir bu kadar gereksiz. Bilirsin hikâyeyi say ki dünya güneşe âşık. Şimdi utansın mı bu aşkından. Yani güneşe âşık olan bir insan utanmalı mı bu aşktan. Yahut işte güneş olmaz diyip vazgeçip ışık saçmaktan, karanlığa mı gömmeli tüm dünyayı.
Çok okumak mı? Çok düşünmek mi? Nedir ortak paydamız seninle. Benzeş durum okumak olsa bile ben çocukluğun yaşandığı o evrede işte neyse ne; türlü sebeplerden kaçıp kitapların içine saklanmış bir çocuğum. Şimdi acı gibi dursa da tüm bu sözler aslına bakarsan bu seçim bile bir korunma güdüsü değil mi? Kendini koruma çabasıydı işte bir çocuğun. Kitapların arasında sıkıştırılmış bir çocuğun güçlü olduğunu söylüyorum yalan bile olsa bununla avunmak istiyorum. Ve belki bu yüzden hep çocuğa dair yazdıklarım. Ve hep çocukça.
Sen işte şimdilerde dolu dolu yaşanmış çocukluğun kendiyle çok barışık temsilcisisin benim gözümde. Ve nedense şimdi o mutlu çocuk benden daha çok saklanıyor kitaplar arasına. Hayır, dediğini duyuyorum nedense kulaklarımda. Elbette ki ben kendi fikrimi yazıyorum. Düşünce bağlamında yüzde yüz mutabakat sağlamak olası mı? Sen şimdi güçsüz ve ben sanki şimdi senden daha güçlüyüm desem ne derdin bana. Kızar mıydın? Yahut kızıyor musun? Ama biliyorum anlıyorsun. Hep isteğimiz bu değil miydi hayattan. Uzatırken elini bana anla beni tanı beni demiştin. Anlıyorum seni ve sende beni anlıyorsun. Ruhum acıyor derken belki de ortak paydamız buydu seninle. Evet, sevgili dost düşününce zaman denen eleğin hoyratlığında benim de en çok ruhum acıyor.
"Bu dünyada herkes benim gibi yalnız mı? Toplumsal bir yalnızlığın içine itilmiş durumdayız. Ama alıştım yalnızlığıma. Zarar görmemek, zarar vermemek adına tercihimsin yalnızlık." Seneler evvelinden yazdığım bu sözlerin bugün çok daha baskın etkileri altındayım. Bilerek daha doğrusu ayrımsayarak gerçeğin ve doğrunun kabulüdür tüm bu sözcükler. Seneler evvelinden çizilmiş bir rotanın sözleri. Mutabakatını bilmeden yüreklerimizin buluşmasının tek sebebi ve tek gerçeği. "Biz işte iki özgür ruhuz." Buluşmamız tesadüfî mi? Kader elbet ama tesadüf değil. İşte insanlardan, yaşadıklarımdan say ki korkuların etkisinden edilmiş basit sözcükler değil bunlar. Bir temenniydi aslında. Bilirsin bir hayata girmek bazen ne kadar zordur. Beni içine almayan sahiplenip, kavramayan bir hayat seninki. Elbet benim içinde aynı şeyler geçerli. Bende çekip almıyorum top yekûn seni hayatıma. Biliyorum zira bir hayata girmek kolay olmadığı gibi, bir hayattan çıkmak da zordur. Kolay değil öyle canım sıkıldı diyerek elini kolunu sallayıp gidebilmek bir hayattan. Yaşanan hayata bakınca sanki tüm bunlar olağan gibi dursa da. Her ikimizde biliyoruz ki asla tarzımız ve tavrımız olmadı bugüne değin böyle bir yaşam. Yoluma çıkışın dostane ve varlığın dostça sürüp giderken biliyorum ki biz seninle bu evrene düşen bir ışık huzmesinin sonsuza kadar uzayan iki eş gölgesiyiz. Nokta koyma çabalarımız hep var ve olacak çünkü biz seninle sonsuz noktaların yan yana gelişinden oluşan sonsuza uzanan bir doğruyuz sevgili dost. Ve nokta koyalım dedikçe sen ben diyorum ki içimden. Be adam ben bir noktayım ve sen işte kendi düzleminde benim izdüşümümsün. Böyle eş ve böyle benzeş...
Zeynep Özmen 16 Haziran 2012 - İzdüşüm
YORUMLAR
edebi değer taşıyan güzel bir yazı.ilgiyle okunan ve okudukça düşündüren,
her okuyanın kendi dünyasından bir şeyleri bulabileceği bir yazı.
dostluk,sevgi,yalnızlık ve anılar.yaşamın inişli çıkışlı sayfalarında hayatlar.
giden sevdalar,sızı dolmuş anılar.
DOSTLUK ve ötesi
tebrik ederim