- 699 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
'Kum Gibi'
Kum gibiyim. Yandığımı bilmiyor kimse, herkes suçu bana atmakla yükümlü, yakıyor diyor. Yakıyor, evet, hayat sert gülüşleriyle yanımızda iken, yakıyorum gemileri.
Gemiler rotasız, deli divane gibi limanda huysuzlaşıyorlar. Saatin yelkovanına dokunan bir kadın; adı kadar gerçek olmayı diliyor. Gözlerinde yakılmış türküler, ağıtların bini bir dert sanki! Ellerinden su içerken, kan kokluyoruz beraber. Aynı sözcükler biz de.
‘Yüzüne bakınca susuyor.’
‘Yüzüne bakınca gülüyor.’
‘Yüzüne bakınca her kadın bu kadar sevimli olabilir mi?’
Ayrık olmayı seviyor, doğarken diğer insanlardan çok farklı doğmuş zaten. Soğuk bir toprağın sonbaharında, ilk nefesini alırken, ‘ekimler’ ilk defa otuz bir kere manalı oluyor. Onsuz o günden nefret ederken, artık seviyorum.
Sert değil, asla! Yüzünde toprak tanrısı, ellerinde emek tanrısı, yürüdüğünde rüzgâr tanrısı; hepsi Bir’e tabi, onun daha güzel olması için Yaratıcı tanrılar yaratıyor.
Bir diktatörün sevecenliği, kendi nüfusuna geçilene kadardır.
Bir hocanın dini, kendinden bahsedebildiği kadardır.
Bir yağmur tanesinin amacı, toprağı güldürebildiği kadardır.
Onun kadarlığında, lunaparklar, mesire alanları şenlikler içerisinde. Onun kadar olunca yüreğim, biliyorum ki ‘iyi’ olacağım. Saf, ışıl ışıl gözleriyle bakarken hâlâ dünyaya, yaşamak için bir başka sebep aramamalı! Bir de güldüğü zaman yüzünde esneyen kediler kadar tatlı saniyeler…
Bilmiyor…
Bilmiyor…
Bilmiyor…
Kaç tane kediden tatlı olduğunu, o bilmiyor.
O bilmeli ama.
Ama o bilmeli.
O ama bilmeli.
Bilmeli!
Şarkılar söylüyor kimi zaman. Susturuyorum hiç olmadık zaman da. İçime dert, içime keder; aynı tastan içemesek de, aynı sözlerle avutuyoruz bir olan yüreğimizi.
Günahlarımız, sevaplarımız biz de aynı.
Ellerinde anne sütü içiriyor bana, ‘kendine gel’ diyor dokunmak istercesine. Anne sütünü unuttuğum yıllar öncesine gitmek zor geliyor, onun hesabına bölünüyorum kare kare. Güneş tam ortamızda misafir, kuşlar Müzeyyen Senar.
Uçsuz bucaksız kış gözüküyor. Daha yaz gelmeden kışa özeniyorum. Kış ya da yaz fark etmiyor, onun dudakları hep parlıyor. Hep ilk dördündü ayın, Yunanistan’da Helen, Asya’da Leyla, uzaklarda Juliet…
Juliet gibi sesleniyorum ona Romeo olmaksızın:
-‘Bana Romeo’mu ver; sonra öldüğünde al da küçük yıldızlara böl onu; onlar göğün yüzünü öyle süsleyecektir ki, bütün dünya gönül verip geceye, tapmayacaktır artık o muhteşem güneşe.’
Romeo olmaksızın, bir âşığın diliyle, gökyüzündeki bulutları kemiriyor nefesim.
Ama o duymuyor.
Ama o görmüyor.
Ama o…
Kum gibiyim. Elene elene ben de kalana hayretle bakıyor komşular. Pervaneler, sivrisinekler, karıncalar, peygamber sinekleri; komşularım… Ve sessizliğe borçlarım… O kadar çok sessiz olmalıyım ki şimdi, sadece seni duymalıyım içimde. O kadar çok sen varken, beni konuşturmak da…
Pencereleri açın, lütfen daha fazla beni konuşturmayın!
'Kum Gibi' Yazısına Yorum Yap
"'Kum Gibi'" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.