MANTARA GİDEN ÇOCUK-I
MANTARA GİDEN ÇOCUK
Henüz horozların bile uyanmadığı, kuşların hâlâ mavi rüyalarında süzüldükleri bir vakit… O sıcacık yatağımdan nasıl da uyandım…
Bir küçücük oda içerisindeydim. Etraf alaca karanlıktı. İki küçük penceresinden bakıldığında dışarısı hâlâ aydınlanmamıştı.
Yorganı üzerimden yavaşça kaldırıp, sedirden aşağıya indim. Bastığım zemin topraktı. Duvarları da topraktı. Çıplak ayaklarım, yere bastığında sanki gıdıklanıyordu.
Her zaman yatağımın yanında bir sandalye durur, elbiselerimi onun üzerine koyardım. Yine ayı yerden birer birer alarak elbiselerimi giymeye başladım. Önce pantolonumu giyiyordum; bir bacağımı sokmuştum ki birdenbire durakladım. Kendi kendime;
“-Acaba yeni mi yatmıştım?..” gibi garip bir soru beni olduğum yerde duraklatıyordu.
Düşüncelerim adeta durmuştu. Hiçbir şeye karar veremiyordum. Sonradan, ilk akşamdan bir karar verdiğimi hatırlıyordum. Erkenden kalkacaktım. Hiç kimse uyanmadan, hiç kimse görmeden evden çıkacaktım.
Sevinçliydim. Kendi kendime uyanmıştım. Diğer günlerde beni çoğu zaman annem uyandırırdı. Kalktığımda güneş çoktan doğmuş olurdu. ‘Acaba güneş nasıl doğacaktı?’, şimdi onu da merak ediyordum. Çok heyecanlıydım. Bu, benim için büyük bir olay oluyordu.
Etraf ne kadar sessizdi. Sanki hiç kimseler yoktu. Yalnız karanlık vardı. Karanlık adeta her tarafı örtmüştü. Bütün insanları içine gizlemişti. Karanlık, bilinmesi ve çözülmesi zor bir sır idi. Sakladığı, örttüğü her şey kendi gibi birer sır oluyordu.
Hiçbir şey bilinmiyordu… Karanlık bütün canlıları adeta bağlamıştı. Sadece yukarıda çekirgeler ötüşüyordu. Karanlığın bekçisi gibiydiler çekirgeler. Tavanın her bir köşesinde sanki nöbet tutmuşlardı. Sırasıyla, birbirleriyle haberleşiyorlardı. Önce bir ses verip susuyor, sonra bir diğeri başlıyor. Bu böyle sırasıyla devam edip gidiyordu. Ne güzel haberleşiyorlardı.
Çekirgeler öyle ötüyorlardı ki, sanki ‘yakalayın, kaçıyor’ der gibiydiler.
Bütün bu olayların içinde garip garip dururken, ellerimin bir anda mintanımın düğmelerini iliklemeye çalıştığını fark ettim.
Şapkamı almak için sandalyeye eğildiğimde sırtıma bir şeyin değdiğini hissettim. Birdenbire irkildim. Sonra anladım ki yataktan kalktığımda iyice terlemişim. Atletim su gibi ıslanmıştı. Ve hatta o kadar çok terlemişim ki sular ta mintanımdan dışarı çıkmıştı. Bütün vücudum sanki suların içinde kalmıştı. Sırtımın tam ortasında damla damla sular, adeta kıvrım kıvrım süzülen yağmur sularının akışı gibiydi.
Süzülen damlalar bütün vücudumu uyandırıyor ve bedenimi bir anda harekete geçiriyordu. Beni öyle sıcak tutuyordu ki bütün vücudumu gıdıklamaya, beni sanki güldürmeye uğraşıyor gibiydi.
Daha bir önce sanki donmuş gibi durup kalan şu koskoca bedenim, şimdi buz misâli yavaş yavaş erimeğe başlıyordu. Vücudumda adeta bir ateş yanıyor ve beni çözüyordu.
Odanın içi gittikçe daralmış ve karanlıkı gittikçe garip olaylarla dolmuştu. Kendimi soru yağmuruna tutuyordum. Fakat hiçbirine cevap bulamıyor ve her zaman olduğu gibi hep susuyordum. Sanki bir boşluktaydım. ‘Bağırsam bile kimse duymaz’ diyordum kendi kendime. Sonra;
-Karanlıkta kimse beni duymasın. Boş ver… diyordum.
Çünkü karanlık beni de gizleyecek, saklayacaktı. Ben de karanlıkta bir sır olacaktım.
Karanlığa benim de ihtiyacım vardı.
Bende başlayan çözülmelere, değişikliklere vücudumdan akan o ter damlaları sebep oluyordu. Sanki o son damla beni birdenbire hareketlendiriyordu. O damla adeta bütün vücudumu basmıştı. Aniden düşen bir yağmurun taşmasına sebep olan bir bent gibi oluveriyordu, sırtımdan akan terler.
Dilim de çözülmüştü birden. Yüzüm o karanlıkta gülümsüyordu. Hatta gülmek istiyordum. Fakat sessizce, kendi kendime konuşuyordum. Sanki gönlümle dertleşiyor, gönlümle sohbet ediyordum.
Yine sorular soruyordum kendi kendime;
-Ya karanlık olmasaydı… Ya terler basmasaydı vücudumu… Bütün amaçlarım gerçekleşir miydi? diyordum. Bütün bedenim ve düşüncelerim nöbet tutmuştu sanki. Hepsi de benim için görev başındaydı. Vakit gelmişti. Beni uyandırmışlardı. Hepsi ayrı ayrı vazifeliydi. Karanlık beni gizlemekle, bedenim sular çıkararak beni kendime getirmekle, dalgınlıktan kurtarmakla… Hepsi de beni hareketlendirmekle görevli idiler.
Bir an gülmek geliyordu içimden. Sırtımdan akan ter damlaları çok hoşuma gidiyordu. Sanki birileri sırtımı okşuyor gibiydi. Kendi kendime gıdıklanıyordum. Buda beni adeta gülmeye zorluyordu. Gülmemek elde değildi. Lâkin bütün bu sessizlik içinde nasıl gülebilirdim ki?.. Hemen elimi ağzıma kapatıyordum. Her akşam yattığımda annem sırtımı okşardı. Bazen de şakayla gıdıklardı. Yine onu hatırlamıştım. Sanki annemin elleri sırtımda geziyor gibiydi. Birden düşüncelerim beni kendine çekiyordu.
‘Sakın gülme ha!’ der gibiydiler. ‘Yoksa birileri duyar. Hatta herkes birdenbire nedir bu acayip durum, hem de bu vakit?’ derler gibi sözleri, düşüncelerim bana söylüyordu adeta. Sonra kendi kendime;
-Tamam. Gülmeyeceğim. Hatta hiç ses çıkarmayacağım, diye söz veriyordum kendime.
Düşüncelerimle tatlı tatlı anlaşırken o alaca karanlıkta hâlâ yüzümün tebessümünü görür gibiydim. Annemin beni o gıdıklayışı gözümün önünden hiç gitmiyordu. Annemin bir daha, bir daha yapmasını isterdim hep. Hatta anneme;
-Bir daha yapsana anne? Ne olur bir daha yap, diye yalvarırdım adeta.
İşte, kendimi gülmemek için zor tutmam bundandı. Sustum… Kendimi dinliyordum.
-Allah’ım ne garip şu an, diyordum.
Karanlık beni gizlemek için sanki sıkıca kucaklıyordu. Sonunda kabına sığmayan su gibi birdenbire patlayıveriyordum. Artık bendimden iyice taşmıştım.
Elbisemi giymiştim. Kendi kendime, ‘artık çalışmalıyım’ diyordum. Benimle beraber her şey hareketleniyordu.
-Neden bu kadar telaşlıyım? diye söyleniyordum. Sonra, kulaklarımda sadece sesleri kalan o gecenin bekçileri çekirgeler düdük çalmayı bırakmışlardı.
-Neden ötmüyorlardı?..
Onların susmasıyla odanın içi daha bir derin sessizliğe bürünüyordu. O kısacık bir anda bile onlara adeta alışmıştım.
-Çekirgeler, kendileriyle konuşamadığımdan mı susmuşlardı? Yoksa benden mi korkmuşlardı? Başka bir şeyden mi kaçtılar? Çekirgeler neden sustular?.. Bütün bu sorular bana cevapsız birer bilmece oluyordu. Kendi kendime; ‘çekirgeler beni anlasalar… diye anlamsız söyleniyordum.
Telaşlıydım. Anlamıyordum çekirgelerin sırrını. Bu suskunluk, busesizliğin sırrını çözemiyordum. Çekirgelerin hepsi birden susmuştu.
‘Görevleri mi bitmişti? Tekrar ne zaman ötmeye başlayacaklardı?’ gibi sorular soruyordum kendi kendime ki birden aklıma o her şeyi çıplaklığı ile ortaya koyan, bütün herkesin uyandığı, hareketlendiği ‘gündüz’ geliyordu.
-Yoksa gün mü doğuyor? dedim kendi kendime.
Ve hemen aklıma çekirgelerin ötmediği geliyordu.
Birden kendimi yanımdaki sedirin üzerine atıp ve pencerenin perdesini yavaşça kaldırarak dışarıya baktım. Çekirgelerin neden sustuklarını şimdi daha iyi anlamıştım. Dışarısı hafiften aydınlanmıştı. Odanın kapısına doğru yürümeye başladım. Gündüzün bu kadar çabuk olacağını hiç düşünmemiştim.
Gün, sanki benden daha çabuk hareketlenmişti. Günün doğmasından öyle korkmuştum ki odanın içinde hep karanlığa ve adeta karanlık köşelere sığınıyordum. En önemli amacım şimdi hiç zaman kaybetmeden dışarı çıkmaktı.
-Şu kapıyı yavaşça bir açabilsem!..
Çünkü, kapı açılırken muhakkak ses çıkarırdı. Kapının kenarları hep gıcırdardı. Önce kapının kolunu çektim. Kapıyı tam çekiyordum ki aklıma ‘besmele’ çekmek geliyordu.
-Bismillâhirrahmânirrahîm, diyerek besmele çekiyor ve Allah’a yalvarıyordum. Arkasından durmadan;
-Ya Rabb’im! Sen kapıyı açmama yardım et, diyordum.
Yavaşça kapıyı çekiyordum. Yavaşça çekiyordum çünkü kapının arka tarafında bir zelze vardı. Zelzenin sallanıp kapıya çarparak ses çıkartmasından korkuyordum. İçim tuhaf tuhaf olmuştu. Bütün bedenim heyecandan tir tir titriyordu. Ellerim kapıyı bir tutuyor, bir bırakıyordu.
O karanlıkta gözlerimi yummuştum. Çıkacak sesleri kulaklarımın duymasını istemiyordum. Elim hâlâ kapının kolunda, çekmek için emir beklerken, odanın içerisinden bir ses geliverdi. Kendimi hemen köşeye çektim ve sesin geldiği tarafa doğru döndüm. Bu bir öksürük sesiydi.
-Kardeşim uyandı mı yoksa?.. dedim.
Bekledim bir an. Sonra ses kesildi. Yavaşça kardeşimin yanına vardım. Üzerindeki yorgan sedirden aşağıya doğru sarkmıştı. Kardeşimin üzeri açılmıştı. O, tatlı uykusunda yatarken üzerinden düşmek üzere olan yorganını usulca kaldırarak tekrar örttüm. O odada sadece kardeşimle ben kalıyordum. Kendi kendime;
-Sen uyuyadur kardeşim, diyerek yanından ayrılıp yavaşça kapıya doğru yürüdüm.
.......... BU ÖYKÜNÜN DEVAMI VAR ........... EKREM GÜRER