- 976 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
Yorgun Yıllar
Gölgemin, önüm sıra uzayıp gitmesi bana büyük cesaret veriyordu. Korkularımın kulağıma söylemlerinden sonra sığındığım yegane şeydi...Gölgem ve ben.Birbirimizin zıddıydık aslında. O uzundu, ben kısa. O hep benden bir adım ilerideydi, ben gerisinde zamanın.
Yazları ve akşamları olurdu.Hele gün ortasında uzadıkça uzar, sağı-solu kolaçan eder, tehlikeyi önceden haber verirdi ya da benden önce varırdı gideceğim yere.
Akşamları can yoldaşım olurdu. Gecenin karanlığında, sokak lambaları ve dükkanlardan yayılan ışıkların arasından ilerler, başka gölgelerle kol kola girer sarmaş dolaş olur sonra bir anda aralarından çıkıp tekrar yanıma gelirdi. Böyle zamanlar da yabancı bir gölgenin yanıma yaklaştığını düşünür içime tarifi imkansız bir ürperti kanat açıp çırparak konardı...
Şapkamın altına sakladığım sıfır numara saçlarım, boynumda asılı boya sandığım, oturduğum kaldırım taşında nöbet değişimi için gelen kırmızılı kadınla ben ve gölgem almıştık yerimizi...
Elinde tuttuğu çantadan aldığı paketten çıkardığı sigarayı, kırmızıya boyadığı dudakları arasına sıkıştırdı. Bu kadını burada ilk kez görüyordum. Balık etliydi.Baldırlarında, diz kapağının arkasına doğru ince cılgalar halinde oluşmuş varisler genişlemiş iyice belirginleşmiş, kısa volanlı eteği savruldukça akşamın karanlığında ay gözüktükçe bulutların arasından, beyaz teninde belli oluyordu. Yüksek topuklu ayakkabıda sendeleyerek yürüyor, ayakkabıdan taşan taraklı ayaklarından, ara ara çıkarıp ayaklarıyla soğuk betona basıyor sonra tekrar giyiyordu.
Siyah saçlarını ara ara savuruyor, yanına gelen arabanın, kapısını yahut penceresini açıp laf atan ya da pazarlık yapmak isteyenlere omuz silkip, karşı tarafta duran pezevengini göz ucuyla takip ediyordu.
Davut, anasından doğduğundan beri bu işi yapıyordu. Ta ilk okula giderken dedesi dememiş miydi. “Lan senin kanında pezevenklik var” diye. Seyrek sarı saçlarımı sever, enseme tokadı çakardı, koca göbeğinin üzerine yayılan top sakalıyla dedem.
Babam içkicinin tekiydi. Tek bildiği sızana kadar içmek, elinde olanla altılı ganyan oynamaktı. Sabahtan bir çıkar, yine sabaha karşı eve gelirdi. Ne yersiniz ? Ne içersiniz ? Umurunda olmazdı.
Anam;” Ekmek parası ver” dese, ” Kim veriyorsa git ondan al “derdi. Anamda ondan sonra babamdan bir daha para istemedi. Daha kırkı dolmamış kardeşimi beşikte bırakıp bir kilo pirinç, üç patatese kendini, tezgah arkasında çocukları için, açlıktan ölmemek için, kokuşmuş bedenlere peşkeş çekmişti.
Anamı, ilk kasap Nurettin’in yanında görünce, kasap bıçağıyla üzerlerine yürümüştüm ama, ne çare ki açlıktan midem birbirine yapışmıştı. Ete karşılık, et vermeliydik. Kursağımız doyuyordu. Midemiz dolu olduğu için rahatça uyuyorduk.
Bakkal Necim’ in dükkanının önünden geçtiğim zaman, dükkandan seslenir, avucumun arasına sıkıştırdığı lokumlar ve gofretlerden sonra kulağıma eğilip " İyi pirinç geldi.Anana söyle akşama uğrasın" der bende eve gidene kadar mahallenin çocuklar görür de elimden alırlar diye cebime sokuştururdum. Gizliden avuç avuç ağzıma doldurur yiyerek eve giderdim... Anam anlardı benim elimdeki lokumları yiyişimden. Akşam yemeğimizi yer yemez kardeşimizin beşiğini uğrumaya" sallamaya” başlayarak uyuturdum. Anam, başına aldığı siyah bürükle ya bakkal’ın yolunu tutardı ya kasabın ya da manavın...Hiç kimse anama iyi gözle bakmıyordu. Bizim halimizi bir gün bile sorma gereği hissetmeden yargılamış, dışlamışlardı.
O zaman ablam daha ilkokul sondaydı. Bir kaç sene sonra memeleri sivrilip, vücut hatları belli olmaya başlayınca bakkalın kulağıma söylediği söz" ablan gelsin akşama. Onun en sevdiği şekerlemelerden gelecek!"
Artık her akşam anam ile ablam gidiyor, gittikleri yerlerden elleri- kolları dolu geliyorlardı. Zaman geçtikçe, bıyıklarım terleyip yediklerimden semirmeye başladığımda adımın önüne başka bir ad daha gelmişti. “Gavat Davut!” Başlarda ne olduğunu anlayamasam da sonradan çözmüştüm. O zaman ki aklımla; iyi bir şeydi mutlaka, koskoca adamlar bunu söylediklerine göre onların gözünde değerli idim!
Değerim, değerlendikçe değerleniyordu...
Bildiğim tek şey artık ne bakkal, ne kasap, ne de manavın bana yetmediğiydi...
Babam, arkadaşlarıyla kavga etmiş, içki şişesinin kafasında patlamasından sonra ölesiye tekmelenmiş sonrasında eşek cennetini boylamıştı. Sözüm ona “senin karınla kızın iyi motor olmuşlar, önüne gelen tosluyor” demişlerde; babamda erkeklik(!) gururuna yedirememişti.
"Baban öldü " demişlerdi. "Baba" demeyeli neredeyse on beş yıl olmuştu... Ben pazarlıyordum.Anamla, ablam çalışıp kazanıyor, hazırlıyor babam da gelir, yer, içer, zıkkımlanır yatardı.. " Bu da nereden geldi ? Nereye gitti demezdi"
Buralar artık bana dar geliyordu. Kasabaya taşınmaya karar verdik.Bahçe içinde bir gecekondu uydurup üç-beş çekyat yerleştirmiş kurmuştum kendimce evi...
Sadece boğazım doysun istemiyordum. Artık cebimde paralansın, altımda bir araba, evim olsun istiyordum. Sonra da anamı, ablamı bu işlerden çekip kurtaracaktım...
Gün geldi. Evimde oldu, arabamda. Hatta öyle çok para kazanıyordum ki paraları koyacak yer bulamıyordum. Nerede kalantor zengin varsa, hemen çenesinin altına girip; "İyi bir gece geçirmek ister misin?" dediğimde heriflerin ağzı kulaklarına geliyor, leş gibi kokan salyaları sünerek yerlere dökülüyordu..
Son zamanlarda zarar etmeye başlamıştım. Aldığım yazlığın taksitlerini ödeyemiyordum. Anam, yaptırdığı yirmi altıncı kürtajda kan kaybından ölmüştü. Ablam da zengin bir züppeyle kaçmış sırra kadem basmıştı. En küçük kardeşim ile ben orta yerde kalmıştım. Yapacak bir şey yoktu. Kendimi borç batağından kurtarmak için küçük kız kardeşimi, bir evin önüne" annemiz ile ablamız burada. Seni alacaklar içeriye.Sakın bir yere gitme” diye tembihlemiş tanımadığım bir evin kapısına zili çalıp bırakmıştım. O da biliyordu ki annem hiç bir zaman gelmeyecekti. Ablamın ise kimin elinde olduğu meçhuldü. Ben ise kendi derdime düşmüştüm. İstanbul’un yolunu tuttum. Sakata gelmemek için belimdeki silahın emniyetini açık bırakıyor her an tetikte bekliyordum.
Koca memleket İstanbul!
Ucu, bucağı belli değil!
Her bir köşesi birbirinin aynı!
Yoksulu da çok, zengini de…
Bildiğim tek iş pezevenklikti. Başka türlü hayatımı kazanmamıştım. Öyle alelade yemekten, giyinmekten hoşlanmazdım. Alıştığım bir düzen vardı. Ve ben o düzeni devam ettirmek istiyordum. Elimde, avucumda ne varsa bitip tükenmişti. Sağda- solda edindiğim deneyimlerden sonra bu işin tek yolu yine benden geçiyordu. Elim yüzüm düzgündü. Ee ağzımda iyi laf yapıyordu. Geriye yapmam gereken tek şey kalıyordu. O da evden kaçan kızları, kadınları kollayıp, iki güzel laf ile bana inanmalarını sağlayıp, sığınma bahanesiyle evime götürüp, sahip olduktan sonra pazarlamak için anlaşma yapıyordum. Kazandığımızı yarı yarıya bölüşüyorduk. Tabi ben fiyatı biraz daha yükseltince benim cebime giren onların iki katı oluyordu. Elbette ki bunu sadece ben biliyordum.Zaman içinde pazarladığım kadın sayısı artmıştı. Çevrem genişlemişti. Ün’üm, nam’ım dört bir yana dağılmıştı. Kolay mıydı bu zamanda memleketin dört bir yanında ev açıp karı satmak?!
Bedenleri zaman içinde pörsüyen, işe yaramayan ne kadar güvendiğim o… varsa hepsini yerleştirmiştim o evlere. Aydan aya bankaya haracım yatıyordu. Beyler, paşalar gibi yan yatıp keyfime bakıyordum. Nerede akşam, orada sabah…
Bir yediğimi bir daha yemez, giydiğimin yüzüne bakmazdım. Ta ki o Necdet iti peyda oluncaya kadar. Açtığım sekiz eve el koymuş, benim haracıma ortak olmuştu. Sülük gibi kanımı emmeye başlamıştı. Artık buna bir son vermeliydim. Benim tezgahımı bozacak adam daha anasının karnından doğmamıştı. Bir gece bulunduğu mekanı basıp alnının orta yerine boşaltmıştım şarjörü… Sonra; bilerek ve kasten adam öldürmekten on iki yıl hapse mahkum olmuş, altı yıl yattıktan sonra da aftan tahliye olmuştum.
Mahpushane deyip de geçmeyin sakın. Anamdan emdiğim sütü fitil fitil burnumdan getirdiler.
Bir de anamı- bacımı sattığımı, bir sürü biçare kadının kanına girdim diye adım godoş’a kadar yükselmişti…
Helaları temizleme işi benimdi. Neredeyse dilimle yalattıracaktı şerefsizler. Bir zaman sonra, Karaçamlı Naci lakaplı koca cüsseli bir adam ardımda- önümde dolanmaya başladı.
Diğer bir namı da oğlancıydı. “Kendini şu itten sakın, bunun gözü göz değil. Gündüz neyse de geceleri belinin lastiğini sıkı tut” dedi.Bingöllü salyangoz Recai. Ben en sondaki ranzanın, alt bölmesinde yatıyordum. Bir gece eşofmanımdan içeriye girip gezen bir çift eli hissedince; yastığımın altında sakladığım altı numara şişi o ellerin sahibinin, ay’da parlayan çakır gözlerinden içeriye soktum. “ Yandım anam” dedikçe ben elimdeki şişi rastgele saplıyordum. Bana dokunan parmaklarını, ayakkabımın topuğuyla ezene kadar bastım,kırdım… Koskoca adam sadece yarım nefesten ibaret yerde can çekişiyordu. Hırsımı alamıyor, sürekli tekme tokat vuruyor elime geçirdiğim sandalyeleri kırılıncaya kadar beynine indiriyordum.. Herkes toplanmıştı başımıza. Esrarkeşler, katiller, idamlıklar…
Namussa bu da namustu! Öyle ya!
O geceden sonra çok düşündüm…
Ben şu yaşıma kadar anamla, bacımın sırtından geçinmiş, sonrasında başka hayatların sönmesine bir nevi yardım etmiştim… Her sofra da et yemiştim.Kendi anamın bacımın etini.
Yerde leş olan şu adama baktıkça kendimden iğrenmeye başlamıştım. Benim omzumda o kadar insanın vebali vardı. Bu günah yığıntısıyla nereye kadar yaşayacaktım. Elimdeki kan kurudukça kokusu ağırlaşmaya, parmaklarımı birbirine zamk gibi yapıştırmaya başlamış, ayrılmasına olanak vermiyordu. Diğer mahkumlar yerde yatan dev gibi adamı sürüyerek koğuşun kapısına kadar getirdiler. Yer kan gölü olmuş, ağır bir koku ortalığa yayılmıştı. Birileri paspas, kova getirip yerdeki kanları temizledi. Koğuş ağası” gece tuvalete kalkmış, Girdiği bunalımdan çıkamayıp kendini şişlemiş diyeceksiniz ! ” dedi.
Sonra ki günlerde koğuş ağaları değiştikçe; fermanlarda değişiyordu. Türkiye”nin en hızlı araba çalan adamı bizim koğuşa düşmüştü. Eli yüzü bir halta yaramıyordu.Tıpkı fare gibi bön bön bakıyor, ağzını açtıkça seyrek, sarı tavşan dişleriyle pis pis sırıtıyordu. Onun arkasından koli koli yiyecek,içecek, giyecekler gelmişti. Ee adam nam salmış koskoca hırsızlar şahı . O akşam ve sonraki günlerde karnımız doydu, midemiz bayram yerinde ki çocuklar gibi neşeliydi…
O gelinceye kadar; suyu selden kendisi Osman’gilden ara ki içinde bulacağın adı üzerinde olan kuru fasulyeden bağırsaklarımız bozulmuş, hepimiz birer veremliye dönmüş, ruhlarımız çekilmiş gibi ayakta sallanıyorduk…
Adama yakın olmak için kendi ranzamdan feragat etmiştim… Kıçının dibinden pire gibi ayrılmıyor, ne derse anında yapıyordum. Sahibine sadık bir köpek gibi komutlarını bekliyordum. Tuttuğu avukatlar iyi çalışmış bir hafta sonra suçsuz olduğu kanıtlanınca hapisten çıkmış, bana da giderken kartını vermişti. Ondan iki hafta sonra da ben çıkmıştım hapisten.Yaptığım ilk iş kartvizitin üzerindeki ezberlemiş olduğum adresin bulunduğu mekana doğru yol almaktı…
Beni hemen tanıyan arpa gözlü Recai yakın korumasına aldı. P.. aldığım paranın neredeyse iki katını kazanıyordum. Yaptığım tek şey yanında sallana, sallana yürümekti. Bana olan güvenini diğer adamları kıskanmaya başlamış, olur olmaz şeylerden tartışma çıkararak benim ayağımı kaydırmak için her çareye başvuruyorlardı.
Bir akşam eve dönerken, yolda kalmış bir araba gördüm.Haliyle yardım edebileceğimi düşünüp arabamdan indim. Arabanın tekeri patlamış, şoför yedek lastiği takmak için uğraşıyordu. Tepesinde gezinen kadının ise hiç sabrı yoktu.Bir yere yetişme derdindeydi. Yardım etmek için yaklaşıp” Yapabileceğim bir şey var mı ?” dedim. Yeşil gözlü kadının, siyah kadife elbisesinin yakasında parlayan elmas gözümü kamaştırmıştı. Küçük dudaklarına sürdüğü, ateş kırmızısı ruju ile aklımı başımdan almaya yetmişti.Başı dikti.Ve emin adımlarla, yanıma doğru topuklarını vura vura geldi. Parfümünün kokusu beynimde dalgalanmaya, beni benden almaya başlamıştı. Sağ elini uzatıp, ceketimin yakasından kavrayıp, kulağıma yaklaştı. Saçlarının ipeksi dokunuşu ve kokusu müthişti.” Sana ne kadar para istersen veririm. Beni istediğim yere götüreceksin.Anlaştık mı?” Dilim tutulmuş kaskatı kesilmiş bir türlü dönmüyordu. Hemen arabamın kapısını açıp ön koltuğa oturdu.Kapıyı kapatmamıştı.Gidip kapıyı kapatıp, hemen arabada ki yerimi aldım.Her şey bir anda olmuştu. Kimdi? Neydi? Nereden çıkmıştı? Anlamamıştım. Ama müthiş bir şeydi. Nereye gideceğimi bilmeden basmıştım gaz pedalına…
Gözümü açtığımda onun evinde, yatak odasındaydım. Başım feci bir şekilde ağrıyordu. Gece ne olduğuna dair zihnimi açmaya çalıştıkça; başım daha çok zonkluyordu.Sanki biri ağır bir şey ile başıma vurmuştu. Elimi enseme götürdüğüm zaman kocaman bir şişlik olduğunu fark ettim. Saat öğleye yaklaşıyordu. Çalan telefonumu açtığımda telefonda ki ses, en yakın arkadaşım Niyazi’ye aitti” Abi kaç kurtar kendini, tuzak kurmuşlar sana. Hemen o evden uzaklaş! Oraya geliyorlar” Kim geliyordu.Dilim uyuşmuş gibi dönmüyor ne olduğunu bile soramıyordum. Pantolonumu giyerken, gömleğimi arıyor ama çatlayan başımdan, her şeyi çift gören gözlerimden bir türlü aydınlığa çıkamıyordum.
Gömleğimi buldum. Tam sağ kolumu sokarken içeriye yoldan aldığım o ateş parçası kadın girdi. Üzerinde son derece dekolte bir elbise vardı. Neredeyse çıplaktı. Benimle konuşmasını ve ya bir şey sormasını bekledim ama o hiç oralı olmadan, elinde viski doldurduğu bardağını alıp terasa çıkıp, orada ki koltuğa oturup karşı tepeleri izlemeye koyuldu. Üzerimi tam giyinmiş kapıya yönelmiştim ki hiç tanımadığım adamlardan birinin okkalı yumruğuyla kendimden geçip yere yığıldım..
...