- 439 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Korku ve Kaygı Arasındaki Ayrım
Korku; Latince “phopos” kelimesinden türemiştir. Prof. Dr. Özcan Köknel “Korkular” adlı kitabında “Korku, canlının, insanın algıladığı, gördüğü ya da düşündüğü, imgelediği, tasarladığı tehlikeli, tehdit dolu durum, kişi, nesne olay ve olgu karşısında gösterdiği doğal evrensel duygulanım durumu, ruhsal tepkidir. Korku, kaygının bir duruma kişiye, nesneye, olaya, olguya yönelmesi, bunların üzerinde odaklanması, toplanması, yoğunlaşması olarak kabul edilebilir.” Diye açıklamıştır(s.16). Yani herkes korkuyu da kaygıyı da yaşamıştır ya da yaşayacaktır.
Korku ve kaygı günlük hayatta sürekli birbirine karıştırılmaktadır. Her ne kadar günlük hayatta eş anlamlı olarak kullanılsa da eş anlamlı değildirler. Bunun nedeni iki kavram arasındaki farkın bilinmemesi ve benzer fiziksel göstergelerin olmasıdır. Heyecan, kalp atışları, terleme, mide kasılması, titreme, kas gerginliği gibi tepkiler fiziksel göstergeler arasındadır.
Peki kişi hem korku hem kaygı yaşayabilir mi? Ya da korku mu kaygıyı doğurur kaygımı korkuyu? Diye düşündüğümüzde ikisinin birbirine yakın ilişkide olmasını bir ekmeğin yaparken una ihtiyaç varsa, un kullanmadan ekmek yapamazsa ve unun niteliği de ekmeğin kalitesini belirleyecekse aynı bunun gibidir kaygı ve korku ilişkisi. Kaygı su, korku da un gibidir aslında.
O zaman kaygıyla korkuyu birbirinden nasıl ayırt edeceğiz. Korkuyla kaygıyı ayırt etmeye yardımcı olabilecek bir tanesi, olayların niteliklerini ve bunlara dayalı olarak doğurabilecekleri çeşitli olası sonuçlardır. Yani ‘Fiziksel Tehdit’ anlamı varsa korku, ‘Fiziksel Tehdit’ anlamı yoksa kaygıdır.
Konun daha iyi anlaşılması için durumu örneklerle izah etmeye çalışalım:
Elinde bıçakla üzerimize yürüyen biri karşısında ya da bir çocuğun pencereden aşağıya sarkmasında yaşanan duygu korkudur. Çünkü fiziksel yaşam tehdidi vardır.
Yolda başıboş dolaşan bir köpekle karşı karşıya kaldığımızda “köpeğin bizi ısırabileceğini ve bunun da kuduz olasılığını gündeme getirebileceği” düşüncesiyle korku üretmemiz ve kaçınma içine girmemiz gerçekçi olacaktır. Köpeğe ‘Yaşamımızı Tehdit’ anlamı yüklüyor olmamız – Bunun gerçekçi olduğu köpeklerin ısırabileceği, hatta kuduz olabilecekleri konularında edindiğimiz bilgilerde mevcuttur – bizi korku duygusuna itecektir. Köpeği gördüğümüzde, belki ilk önce duraklayacağız, sonra yolumuzu değiştirecek ya da kaçmaya başlayacağız. Bütün bunları köpekten kaygılandığımız için değil, korktuğumuz için yaparız.
Korku ve kaygının iç içe geçtiği aşağıdaki örnekle ikisi arasındaki ayrım zihinlerimizde netleşecektir:
Bir paraşütçü düşünün. Bir grup arkadaşıyla paraşüt eğitimine katılıyor. Öğrenim dönemi tamamlandıktan sonra, ilk atlayışı yapmak üzere uçağa binilip havalanılıyor. Şimdi bu kişiyi atlama sırasını beklerken gözlemleyelim. Örneğin, kalbi her zamankinden daha sık atmaktadır; kan dolaşımı hızlanmıştır. Kas hücrelerindeki ateşleme arttığından kaslarda gerginlik başlamıştır, vb. Bu tepkilere bakarak, kişinin korku mu, yoksa kaygı mı yaşadığını kestirmek kolay değildir. Çünkü daha önce de belirtimiz gibi fizyolojik dışavurumda korku ve kaygı birbirlerinin benzeridirler. O zaman, dikkatimizi olayın kendisine çevirelim ve kişi için paraşütle atlama olayının ne gibi gerçekçi sonuçlar doğurabileceğine bakalım. Paraşüt açılmaya bilir ya da açılsa bile kişi olmadık bir yere ya da istenilen yere çok hızlı çakılabilir. Şimdi sırada bekleyen bu paraşütçümüz karşı karşıya kaldığı olayla ilgili olarak, biraz önce sözünü ettiğimiz değerlendirmeleri kafasında geçiriyorsa, yani olaya fiziksel tehdit anlamları yüklüyorsa, bu düşünceden hareket ederek, onun fizyolojik tepkilerini korku olarak tanımlamamız mümkün olacaktır. Ancak paraşütçümüzün kafasının içinde, fiziksel tehdide ilişkin yorumların yanı sıra, atlamasının sonuçlarına başka anlamlar yakıştıran düşüncelere de rastlayabiliriz. Örneğin, yere yanlış iniş yapıp orada kendini seyretmeye gelen arkadaşlarının, annesinin, babasının, sevgilisinin ve hocasının “gözünden düşüp” rezil olacağını; diğer paraşütçülerin atlayışlarının kendisininkinden daha iyi olup da, hoca tarafından onların daha çok beğenilip, sevilebileceğini düşünüyor da olabilir. Olayın gerçekçi nitelikleri arasında, ‘göze girme ya da gözden düşme’ gibi sonuçlar olmamasına rağmen, kişi bu olaya ‘kişisel tehdit’ (başkalarının gözündeki değeri gibi) anlamı yüklüyor olacaktır. İşte onu kaygılandıracak olan da bu tür bir anlam, yorum ve değerlendirmedir. Bu paraşütçümüz, sırada beklerken kafasının içinden geçen düşünceler hem ‘fiziksel’ hem de ‘kişisel’ tehditler içeriyorsa, kendini hem kaygılandırıyor hem de korkutuyor demektir.
Kısacası, kişi olaya fiziksel bir risk ya da tehdit anlamı yüklüyorsa, kendisini korkuyor; kişiliğine bir risk ya da tehdit anlamı yakıştırıyorsa kendini kaygılandırıyor olacaktır. Korku ve kaygıyı asıl ayırt ettiren ölçüt olaydan çok, olaya verilen anlamların niteliğine bağlı olduğuna göre, kişi bir olay karşısında kendini hem korkutup hem de kaygılandırabilir.
Kaygı korkudan farklıdır, çünkü korkuya neden olan, korkunun yöneldiği bir nesne vardır. Oysa kaygının nesnesi hiçliktir ve hiçlik bir nesne değildir. Korku bir nesnesi olduğu için zapt edilebilir, yenilebilir, tedavi edilebilir. Ancak kaygı zapt edilemez; çünkü hiçbir sonlu varlık kendi sonluluğunu yenemez. Kaygı, suskun ve gizli de olsa hep oradadır. Varoluşsal kaygı prikoterapiyle giderilemez, çünkü prikoterapi sonluluğu değiştiremez
Osman Tatlı
www.osmantatli.com.tr
[email protected]
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.