- 623 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
MASALSI GERÇEK!..
Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, zamanın çok çok evvelinde, yalnız bir Kurt yaşarmış…
Kendine yetmeye, her işini kendisi görmeye çalışırmış, korkarmış borçtan, hele de minnet olanından…
Onurluymuş, güçlüymüş, yetebiliyormuş pek çok konuda kendisine…
Ama Kurtluk hali bu, yetemediği zamanlar da oluyormuş, başka kurtların yardımına gereksinim duyduğu nadir zamanlar da oluyormuş, ayrıca maddi de değilmiş yardım gereksinmeleri…
Hani çok hasta olduğunda, bir tas çorba bekliyormuş, gücünün yetemediği bir şeyi yerinden kaldıramadığında, diğer ucunu tutabilecek birisi, çok çok gerektiğinde, birisi bir ekmek ya da başka gereksindiğini alıp gelsin veya yanında olsun arada, hiç değilse bir hatır sorsun, bir merak etsin de sorsun, nasılsın diye…
Ama isteyemiyormuş da, sadece bahsediyormuş, gereksinimi her neyeyse, ondan bahsediyormuş, bu konuda kendine yetemediğinden, yardıma gereksinimi olduğundan bahsedebiliyor ve karşısından bekliyormuş talebi…
Oysa kimsenin umuru değilmiş aç ya da tok oluşu, yardıma gereksinim duyuşu…
Beklermiş, duyduğu, gördüğü ya da hissettiğinde, hemen kendi koşsun istermiş dost dediklerinin, söylemeksizin, istemeksizin.
Şen şakrak iyi günlerinde koştura koştura gelenlerin, öylesi günlerde de kendiliklerinden gelmelerini beklermiş.
Onun bildiği, dost söyletmezmiş, söylemeye, istemeye fırsat vermezmiş, o hisseder, görür ve gerekeni kendiliğinden yaparmış.
Bazen, çok nadir de olsa utana sıkıla, günlerce düşünerek ve de çaresizlikle yarım ağız iletiyormuş isteğini ama yerine getirilmiyormuş verilen söz, kimi de gerektiğinde olmuyor, iş işten geçtikten sonra gerçekleştirilmeye çalışılıyormuş.
Kurt kendisi gibi bilirmiş herkesi, inanırmış her söylenene, her verilen söze ve gözü yolda beklermiş, saatlerce, günlerce beklermiş ama nafile…
Her defasında daha bir burulur içi, incinir, üzülür dururmuş kendi kendine…
Yok demiş bir gün. Olmuyor, olmayacak bu böyle, baksana, elden olan öğün olmuyor, olsa da vaktinde olmuyor…
Almış kendisini karşısına ve başlamış söylenmeye, bir hayli de sert, kesin ve kararlı bir ses tonuyla. Hatta, hafif tertip azarlamış da kendisini…
Bundan böyle beklemek, hele de istemek yok. Açlıktan ölsen bile yok. Varsın aç yatıver bir iki gün, ölmezsin ya, seninle de yaşayacak değil o hastalık, geçecek elbet, nasılsa bir gün kendine gelip kalkar doyurursun karnını. Ayrıca ölümden öte de köy yok!..
Bırak dağınık kalsın, kırılsın, dökülsün, ortalıkta dursun, olduğu kadar, bekleme kimseden ucundan tutmayı. Gidebilirsen git hallet, gidemiyorsan bırak hallolmasın o iş. Hastaysan hastasın, sırtın ağrıyor ve ağrı kesici pomat süremiyormuşsun, elin ermiyormuş, boş ver, o ağrı da ömür boyu sürecek değil, nasılsa geçecek bir gün. Diğerleri?.. Boş ver diğerlerini de, olduğu kadar…
Bu karar kendine getirmiş Kurdu, sevinmiş, daha bir güçlü, daha bir iyi hissetmiş bu kararla kendisini…
O günden sonra da kimseden bir şey istememiş, beklememiş, kendi işini görebildiğince kendisi görmüş.
Bu uygulayışla da ensesi kalınlaşmaya başlamış, halledebildiği her iş sonunda da daha bir kalınlaşmış. Gün gelmiş, bedeni görünmez olmuş ensesinin kalınlığından, öyle ki neredeyse sırf ense olmuş Kurt…
Görenler, şaşkınlıkla soruyormuş Kurda, “Neden ensen bu denli kalın?” diye…
Her defasında da aynı yanıtı veriyormuş Kurt…
Kendi işimi kendim görüyorum da ondan!..
p.r.alkan
YORUMLAR
evet, "nasılsa geçecek bir gün..." en çok kullandığım kelimelerden... Bu da geçecek...
Nedense, Kelile ve Dimne'nin hikayesindeki yılan geldi aklıma birden... Ne mutlu ki size, hikayedeki yılan gibi olmaktansa, ensesi kalın bir kurt olmayı yeğlemişsiniz...