6
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
18754
Okunma
OLMAYA DEVLET CİHANDA BİR NEFES SİHHAT GİBİ…
Her şeyin kıymetini elindeyken bilmek lazım aslında, kaybettikten sonra değil. Ne anlamı var ki, kaybettikten sonra “ah-vah” etmenin, “tüh” demenin, neyi geri getirir…
Kaybedilen sevdalar, sevgiler, sevgililer, sağlık-varlık geri gelir mi sanki, gelse de olur mu hiç eskisi gibi? Sahip olduğumuz her şeyin değeri sahipken verilmeli ve kaybetmemek için de çaba sarf edilmeli…
2002 Nisan-2003 Haziran tarihleri arasında tam bir yılı aşkın bir zaman su yolu etmiştim adeta ameliyathane koridorlarını, her ameliyathane kapısından girerken o kapıdan tekrar sağ-salim çıkamama ihtimalimi de göz önünde bulundurarak, dile kolay tam beş defa girip çıktım, ilk ikisi beşer saatlik olmak üzere… Şükürler olsun ki, sağ-salim çıktım, ilkinde narkozun etkisinden uzun süre çıkamadım, bir an ruhumun bedenimden uzaklaştığını hissettim, her seferinde rahat, kolaylıkla nefes almaya başladığımda Yüce Allah’a binlerce şükürler ettim hala da ettiğim gibi…
Meğer aldığımız her nefes ne kadar değerli imiş, dünya malının alamayacağı kadar değerli ve yine anladım ki, yaşanılan ne olursa olsun bu dünyada yiyecek ekmeğin varsa her türlü sıkıntı atlatılır, hiçbir şey olmamışçasına hayata devam edebilirmiş insan, kaldığı yerden hem de daha bir güçlü, daha bir yaşama sevinciyle yüklü, daha bir yaşadığı her anın kıymetini bilerek… Tüm bunların yanı sıra anladığım başka bir şey daha vardı: o da insan vücudunun nasıl mucizevi bir güce-enerjiye sahip olduğu, kendi kendini nasıl jet hızıyla yenileyip iyileştirdiği, bu kesinlikle süper bir olay…
Eğer insanoğlu, mucize ararsa kendi bünyesini tanıması yeterli diye düşünüyorum. Beyninin, yüreğinin, bedeninin nasıl muazzam, muhteşem yaratıldığını, nasıl mükemmel bir şekilde çalıştığını görmesi ve gördüklerini doğru şekilde kullandığında nasıl müthiş şeyler gerçekleştirebileceğinin bilincine varması, istediği her şeyi başarabileceği anlamına geliyor aynı zamanda…
Tüm bunlar bugün, sol ayağımın burkularak düşmem ve üzerine basamayıp acile gitmem sonucunda, olayların akışı içinde aklıma gelip dile getirmek istediğim duygu-düşüncelerim… Hastanede çekilen filmin çıkmasını beklerken etrafıma göz gezdirme gereği hissettim, o an aklıma gelen bir söz üzerine; ”Eğer, kendinizi kötü, moralsiz hissediyor, her şeyin üstünüze üstünüze geldiğini düşünüyorsanız, bir gün kalkıp bir hastaneye gidin, hastane koridorlarında üç-dört saat vakit geçirin, etrafınızdaki hastaların durumlarını gözlemleyin. Bu gözlemler sonucunda halinize şükrediyorsanız bu bir kazanımdır. Ama, hala halinizden şikayetçi iseniz, bir psikoloğa görünmekte fayda var demektir.”
Ben de etrafımı gözlemlerken sağ tarafımda yaşlı astım hastası bir amcanın oksijen tüpüne bağlı olmasına rağmen nefes almakta zorluk çektiğini, sol tarafımda on sekiz yaşlarında bir gencin ben gibi düşüp sol elinin bileğinden sakatlandığı için sızlanıp durduğunu, hemen ileride doktorun orta yaşlarda bir bayanla meşgul olduğunu fark ettim ve diğer hastaların durumlarına bakınca ayağımın kırık ya da çatlak olma ihtimaline şükredeceğimi aklımdan geçirdim.
Şüphesiz, kırık ya da çatlak olması hayat akışımı olumsuz yönde etkileyecekti, özellikle de ayağımda olması, bir ayağımı kullanamayacağım anlamına geliyordu. Ama, kalıcı bir hastalığın yaşam boyu söz konusu olmasının yanında bu geçici bir süreçti ve sabırla atlatılabilirdi. Hoş hastalığa nasıl baktığınız da tamamen kişinin olaya nasıl yaklaştığına göre değişiyor, 2002’ den bu yana sabah- akşam yüksek tansiyon için ilaç kullanmak durumunda olan, ameliyat hatasından dolayı sağ böbreği on yıldır %32 oranında çalışan, böbreğinin durumunun yarın ne olacağı belli olmayan ben, o kadar özdeşleştim ki bu durumlarla bunları hastalıktan bile saymıyorum galiba garip…
Film çıktıktan sonra doktor kırık ya da çatlak olmadığını, ezildiğini, üzerine 2-3 gün basmamam gerektiğini, ağrı kesici ilaç ve jel yazdığını, günde üç-dört kez buz koymam gerektiğini söyledi. Tabi ben, bu duruma sevindim. Dokuz saattir, bir şey yapamıyor, sol ayağımın üzerine basamadığım için hareket edemiyor olsam da, aldığım her nefes için Rabbime şükrederek; “Olmaya devlet cihanda, bir nefes sıhhat gibi…”, diyor ve yüzümde aptal denebilecek bir gülümsemeyle oturuyorum oturduğum yerde, komşumun getirdiği yarım litrelik şişede dondurulmuş buzdan şişe ayağımın altında...
Komşularıma da teşekkür borçluyum bu arada, benle Acil’e geldiği hep yanımda olup işlemleri yaptırdığı, evimde çocuklarım için yemeğin yanına bulgur pilavı, bana çay yaptığı, eczaneye gidip ilaçlarımı alıp jelle ayağıma masaj yaptığı, diğer komşum biz hastanedeyken biz gelinceye kadar hazır olsun diye yemekler yapıp tencerelerle getirdiği için, çok çok teşekkür ediyorum hepsine, Allah razı olsun hepsinden…
İşte budur, bu dünyanın manası; iyi günde-kötü günde birlik-dirlik-beraberlik, acıları azaltır, sevinçleri çoğaltır. Ne mutlu bana, Allah’ım en zor anlarımda bile hayatı bir ucundan yakalama gücü enerjisi verdiği, dört elle yaşama sarılmamı sağladığı, böyle dostlarla muhatap ettiği için, binlerce şükürler olsun.
VE YİNE ŞÜKÜRLER OLSUN Kİ;
TÜM BUNLARI PAYLAŞABİLECEĞİM ARKADAŞLARIM, DOSTLARIM VE SİZ OKUYUCULARIM VAR. İYİ Kİ VARSINIZ, İYİ Kİ TÜM BUNLARI SİZLERLE PAYLAŞABİLİYORUM, ZAMAN AYIRIP OKUDUĞUNUZ İÇİN ÇOK TEŞEKKÜR EDERİM, ALLAH HEPİNİZDEN RAZI OLSUN.
SONSUZ SEVGİ VE SAYGILARIMLA…
07/06/2012 21:14
Perihan METİN