TAVUK HIRSIZLARI
Ne bir uçan halı vardı, ne de bir kanadımız... Yüzüyorduk bir boşlukta. Uçsuz bucaksız göklerdeydik. Hafif hafif esen bir yelin sesini duyuyorduk. Rüzgârla göklerde uçuyorduk. ‘Hangi âlemdi?’ diyorduk kendi kendimize. Birden esen rüzgâr önümüzde oluyordu. ‘Ben buraları iyi bilirim’ diyordu bizlere. Gidiyorduk hep beraber bilmediğimiz yerlere...
Akşamdan, bize göz kırpan yıldızlara bakıyorduk. Kardeşimle beraber sırasıyla hiç durmadan yıldızları sayıyorduk. ‘Kim çok sayacak’ diyerek yarış ediyorduk. Sonra; ‘Ben yüz saydım, ben de iki yüz saydım...’ diyerek birbirimizi kandırıyorduk. O kadar çok yıldız vardı ki aslında sayamıyorduk. Daha sonra bir yıldız kayıyordu birden. Bu sefer başlıyorduk başka yıldızların kaymasını beklemeye. Bu arada kardeşim;
-Yıldızlar niye kayıyor abi? diye soruyordu.
Kardeşimin bu sorusunu cevapsız bırakmamak için bir an düşünüyor ve sonra hemen büyükannemin yıldızlar hakkında anlattığı bir hikâye aklıma geliyordu.
“-Bir yıldız kaydı mı birisi de bu dünyadan göçermiş” diyordum.
Kardeşim heyecanla;
-Şimdi birisi mi öldü abi? diyor, titreyerek konuşuyordu.
Ben kardeşimin korktuğunu anlayınca cevabı hemen başka türlü yorumluyordum;
-Yoo... Büyükannemin dediğine göre bir yıldız kayarsa, dünyaya birisinin gözlerini açtığı da olurmuş, diyordum. Kardeşim;
-Yani şimdi bir çocuk mu doğdu abi? diyerek adeta seviniyordu.
Kardeşimle beraber yıldızlarla konuşuyorduk sanki. Yıldızları sevmiştik. Ne kadar yüksekte idiler. Sanki yanımızdalar. Yıldızlar ne güzel. Hep yıldızlarla söyleşiyorduk. Yıldızlar bize göz kırpıyor, biz yıldızlara gülümsüyorduk. Ara sıra onlara el sallıyorduk.
Gözlerim birden buğulanır gibi oluyordu. Sanki bir el göz kapaklarımı yummaya çalışıyordu. Kardeşimle beraber bir yorganın içindeydik. Birden kardeşimin başı omzuma değmişti. Dalmış gitmişti sessizce. Kardeşim uyur uyumaz sanki yıldızlar da susmuştu. Sanki rüzgâr de gizlenmişti. Sessizlik çökmüştü birden. Kendimle yalnız kalıvermiştim.
Başımı hafifçe kaldırdım. Etrafıma iyice bakıyordum. Damın üzerindeki buğday sergileri sanki bizim gibi sessizce yerlerinde duruyorlardı. Yerimden biraz daha doğruluyordum. Çünkü yıkanmış olan buğday sergilerini bir bir saymalıydım. Hepsi de tamamdı. Kurutulmak için serilmiş olan buğday sergisini bekliyorduk damın üzerinde.
Başım sonra kendiliğinden yatağa düşüyordu. Ben de kardeşim gibi derin bir uykuya dalıyordum. Kardeşimle beraber düşüyorduk bir boşluğa. Birden yıldızlar önümüze çıkıyordu. Bizleri yurtlarına davet ediyorlardı.
*
Bir fırtına mı esmişti, bir gök mü gürlemişti, bulutlar mı çarpışmıştı? Neydi bu ses?.. Yıldızlar kaybolmuştu. Çok uzaklardan sadece bir yıldız, yanıp yanıp sönüyordu. Belki de o yıldız yeniden bizi bekliyordu.
Ne fırtına esiyor, ne gök gürlüyor ve ne de bulutlar çarpışıyordu… Ses hala geliyordu. Bu başka bir sesti. Uzun uzun geliyordu aşağıdan. Adeta bir feryat yankılanıyordu.
-Muhtaaaaaarrr … Muhtaaaaaarrr…
Birisi belli ki köyün muhtarını arıyordu. Birisi acı acı bağırıyordu. Sanki birisi ölmüştü. Sanki birisi yanıyordu. Ses gittikçe her tarafı sarıyordu. İncecik bir ses, arka arkaya fırlayan oklar gibi her tarafa yayılıyordu. Bu ses daha kimsecikler uyanmamışken, benim bağrıma saplanan oklar oluyordu.
Bir kadın, yattım damın avlusu dışında, duvara yaslanmış duruyordu. Hıçkırıklarla karışık, başımı yukarıdaki bir pencereye cevirmiş durmadan bağırıyordu.
-Muhtaaar… Muhtaaar… Kalk muhtar, kalk! Ne olur kalk!.. diyerek acı acı sesleniyordu.
Aradan çok geçmedi. Yukarıdaki pencereden muhtar, başını ileri uzatarak;
-Ne var be kadın? Ne oldu? Nedir bu telaşın?..
Kadın sadece bakıyor ve hıçkırıyordu. Ve bu arada da hıçkırarak dizlerine vuruyordu.
-Tavuklarım muhtar, tavuklarım… Hepsi de yok. Çalmışlar muhtar!.. Tavuklarımı çalmışlar!.. diyordu. Muhtar;
-Tamam tamam... Gel sen hele buraya, bir dinlen. Ben de hazırlanayım, der.
Muhtarın eşi evden dışarıya çıkar, tavukları çalınan kadını karşılamak üzere avluya kadar iner. Çünkü avlu çatal kapılıdır ve arkadan kilitlidir. Ayrıca avluda muhtarın çoban köpeği bulunmaktadır. Kadın, eve geldiğinde muhtar hazırlanmıştır bile. Birazcık evin salonunda otururlar. Kadın yeniden olanı biteni anlatır. Muhtar, hemen yeğenini çağırttırır. Yeğeni gelir gelmez;
-Buyur emmi! Beni çağırttırmışsın, hayırdır inşallah, der. Muhtar;
-Yeğenim! Bana hemen, çok acele en yakındaki bekçiyi evinden al getir, der.
Muhtarın yeğeni hemen gider ve bir süre sonra köyün bekçisiyle gelirler. Muhtar, köy bekçisine, gelir gelmez emir verir;
-Hemen bütün azaları, bulabildiklerini alıp getireceksin. Buraya değil, köy odasına gelsinler. Kimseye bir şey söylenmeyecek, der.
Köy bekçisi o kadar hızlı hareket etmiştir ki aradan on beş yirmi dakika sonra tekrar muhtarın yanına gelir ve;
-Azalar odada sizi bekliyorlar, muhtar, der.
Muhtar bunun üzerine hanımına dönerek;
-Hanım! Sen Döndü Bacıyla şimdilik burada kalın. Çünkü birazdan Döndü Bacıyla tekrar işimiz olacak, der ve odaya doğru gider.
Köy Odası muhtarın aynı zamanda özel yani şahsî odasıdır ve aynı avlu içerisindedir.
İçeride muhtar, dört aza, köy bekçisi ve bir de muhtarın yeğeni neler konuşmuşlardır bilinmez. Lâkin çok gizli bir karar almışlardır ki kısa bir süre sonra hızlıca odadan çıkarlar. Muhtarın yeğeni odada kalır. Muhtar, azalar ve iki bekçi, hırsızlıkla uğraşan köyün birkaç gencini gizlice evlerinde kontrol ederler.
Bu sıralarda artık sabah ezanının okunacağı vakit yaklaşmıştır. Yavaş yavaş köyün ihtiyarları ve diğer namaz kılmaya hazırlananlar câmiye gitmek üzere yollara düşmüşlerdir. Tabi hiç kimsenin henüz tavuk hırsızlığından haberi yoktur. Yavaş yavaş hareketlilik başlamıştır. Bu arada şüphelenilen bütün yerler aranmaya devam etmektedir. Arama işi çok süratli ve gizli yapılmasına rağmen gün yine de doğmuştur. Günün doğmasıyla birlikte muhtar, azalar ve bekçiler aradıklarını bulmuşlar ve çoktan odaya suçluları getirmişlerdir.
Köyün en hırsızı ve hiç söz tutmayanı kabul edilen bir genç ve yanında da kendisine eş bulmuş yani olayı gerçekleştirmek için yardımcı olarak seçmiş olduğu, kandırdığı bir arkadaş... Lâkin suç ortağı olmuş birisi... Bir türlü hırsızlık huyundan vazgeçmeyen genç hâlâ yalanlara ve kabullenmemeye devam ederken, kandırılmış genç her şeyi itiraf eder ve baştan itibaren olanları anlatır.
Zavallı kadının beş tavuğu vardır. Malı mülkü sanki o tavuklardır. Fakir ve aynı zamanda dul bir kadındır. Üstelik dört tane küçük yaşlarda yetim kalmış, bakıma muhtaç çocukları da vardır.
Gençler, tavuğun dördünü ahırda yakalar yakalamaz oracıkta hemen kesmişler ve küçük birer çanta içerisine koymuşlar. Doğruca meşhur hırsızın evine giderler. İki tanesini hemen yolarlar ve pişirmek üzere hazırlarlar. Diğer ikisi de daha sonraki bir günde yenmek üzere saklanmıştır.
İşte, tavuklar yenmek üzereyken kapı çalınır; içeri muhtar, azalar ve bekçiler girerler. Meşhur hırsızla suç ortağı genç böylece suçüstü yakalanırlar.
Muhtar olayı çözmüştür. Bu arada gençlere de bir ders vermeyi plânlamıştır. Tavuklar ödetilecektir; bu muhakkak yapılacaktır. ‘Fakat, muhtar ne yapacaktır?’ henüz kimseye fikrini söylememiştir. Bu sırada azalardan biri;
-Muhtar! Bunları bir iyice dövelim. Tavukları da ödetelim, gitsinler, der. Bir diğeri;
-Muhtar! Bunların yaptıkları kırkı geçti. Bunlar adam olmayacak. Gönderelim karakola, ne halleri varsa görsünler, der. Muhtar;
-Hepiniz de haklısınız. Ancak, yine de bunların hapse gitmesiyle, belki ileride bir işe girmeleri filan engellenmiş olur. Ben bunlara öyle bir ders vereceğim ki, değil hırsızlık yapmak, bir daha evlerinden dışarı çıkamayacaklar, diye karşılık verir. Merakla, azalardan birisi sorar;
-Muhtar! Söyle de biz de bilelim, der. Muhtar;
-Acele etmeyin. Bileceksiniz de, göreceksiniz de... der. Arkasından bekçinin birisine;
-Şu pişmiş olan tavukları getir, der.
Bekçi, hırsızlarla beraber bir sofra bezinin içerisinde olan pişmiş tavukları getirir.
Muhtar, bekçiye bir uzun ip getirmesi için hemen yan taraftaki evine gönderir. Bekçi ipleri getirir. Tavukların içerisinden ipler geçirilerek hırsızların boynuna bağlanır. Azalar ve bekçiler hem hayret ederler hem de bu komik duruma gülüşürler. İçlerinden biri muhtara sorar;
-Boyunlarında tavukla, ne yapacaklar?.. der. Muhtar;
-Bütün köyün içinde, elleri bağlı ve ikisi de ayrıca birbirine bağlı vaziyette gezdirilecek. Anladınız mı?... der.
Hırsızlar boyunlarında tavukla, bekçiler ve azalar yanlarında uzun bir aradan sonra, öğleye doğru odadan çıkarlar.
Çok yalvarırlar, hatta ağlarlar…
-Bizi böyle çıkarmayın. Bizi böyle gezdirmeyin... derler durmadan. Fakat karar verilmiştir.
Tavuk hırsızları bütün köyün içinde, bütün köylünün önünde rezil bir vaziyette gezdirilirler.
EKREM GURER
________ SON ________
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.