- 2685 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
MERYEMİN CİNLERİ
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
MERYEM’IN CINLERI
Sabah aydınlığında açan Mayıs gülü gibi tazecik bir gelin olmuştu Meryem. Yaşı 18 var mıydı acaba ? Anasına göre tastamam 17 idi...Kayınvalidesi 18’i doldurmuştu diyor...Kocasına göre ise amaaannn her ne ise !...
Beyaz tüllü duvağının yüzünü kapayan annesi önce onu arka odaya sokup iyi bir dualamıştı, taze geline nazar eden çok olur diye. Erkek kardeşi upuzun kırmızı kurdeleyi 7 kez beline dolayıp açmış ve yine okuyup üflemişti bu arada. Sonunda kırmızı kuşak fiyakayla dolandı beline. Meryem kuşaklanınca daha bir kızarır oldu. Komşu kadın Hadiye Hanım madeni bir tavada tütsü yakmış başının üzerinden üç kez geçirmişti ne olur ne olmaz diye...Ailenin yaşlıları sıraya girip el öptürdüler Meryem’e ... "Hayır dua al ki yuvan huzurlu olsun" dediler. O telaşta Ablası koşa koşa geldi kızı içeri çekti ve nişan altınlarını taktı bir bir.."Amanın neredeyse unutacakmışız alem ne der !" diye söylendi.
Taş bebekler gibi süslenip boyanan Meryem’i almaya erkek tarafının büyükleri geldi. Kayınpeder başta elbet, Kayınvalide, kayınlar, Görümce ve iki Teyze. Onlar soluklanıp kahve içerken yengesi kırmızı tülbenti yetiştirip başına örtüverdi, "Al duvaksız gelin evden çıkarılmaz "diyerek...
Hele ki dedi Ulviye Yenge.. "Cinler periler gelini kollarmış alıp da götürelim diye...Al duvağı görmezmiş gözleri". "Aman Allahım sen esirge!" dedi Meryem’in anası... "İyi ki hatırladın Ulviyem".
Meryem kapı önüne biriken komşuların meraklı bakışları altında evin etrafında uçuşan cinlerden korka korka dışarı çıktı. Erkekler arabalara koştular, kadınlar ellerini açıp okudular... Ulviye Yenge eğilip kulağına fısıldadı "Korkma Meryemim dualarla çıkan gelin hayırlısıyla yerine ulaşır inşallah".Ama Meryem’in kalbi üç buçuk atıyordu. Bilmez miydi köyde bir gelin vardı, anlatmışlardı da... Evden çıkacağı zaman cinler vurulmuş güzelliğine...Aklını alıvermişlerde gelin gerdek gecesi dağlara vurmuş kendini..."Aman Allahım sen koru!" diye fısıldayıp geçti arabaya eteğini toplayıp.
Düğünü ora adetlerinin aksine evde veya düğün salonunda değil de kentin itibarlı oteli Altınsöz’de yapmışlardı. Otelin sahibi Mehmet Altınsöz Kayınpederin yakın ahbabı oluyordu "Hani içtikleri su ayrı gitmez "dediydi Meryem’in Kayınvalidesi Melek Hanım.
Meryem’in ailesinin maddi durumu oldukça kötüydü. Dört kız bir erkek olmak üzere beş kardeştiler, yani ille de erkek demişti babası...Annesi de bulana kadar doğurmuştu. Ama inşaat işçisi olan babaları bir kaza sonucunda ölünce çok zor durumda kalmışlardı. İki ablası da evli olan Meryem ve kızkardeşi Gülseren için de tek çare hayırlı bir kısmet bulup evlenmekti. Anneleri konu komşuya dert yanıp ağlardı her gün. Meryem ahdetmişti...Kim gelirse karşısına bir an önce evlenip gidecekti ama bir korkusu vardı içten içe...Çünkü daha önce bir kez nişanlanmış ve ayrılmıştı. Komşuları Hadiye ablanın dediği gibi "ya eski nişanlısı hacıya hocaya gidip de kısmetini bağlatmışsa..".Olmaz değil ya...Buralarda duyulmadık iş değil !.
Ne yapıp ettiler yakın köylerden birinde cinlere uğramış bir kadın buldular. Böylesi kadınlar cinlerine danışıp büyü olup olmadığını şıp diye bulurlarmış. Bir sabah Hadiye ablanın kocasının pikabına binip yola düştüler..."Sevabımız olsun gariplere" demişti Kazım amca...
Kadının evi tozlu topraklı bir kara delikti sanki. Çekine çekine girip yere çöktüler. Başı yemenili, rengi bozlaşmış dimili yaşı 35-40 arası zayıf bir kadın yerdeki pis mindere çöktü ve kapı ağzına doğru bağırdı;
- Kız misafirlere şeker tut çay getir ! ne bekliyon ben mi diyecem hepisini.
- Şinci diyin hele kime baktıracanız ?
Hadiye abla Meryem’i göstererek
- Bacım bu kız nişandan ayrıldı. O gün bu gün hayırlı bir kısmeti çıkmadı. Babası yok bir anası var, çok üzülüyorlar bir büyü falan mı yapıldı ki ?
- E olmaz mı !... Daha geçende bir taze kız geldiydi ona da eski nişanlısı büyü yaptırmış çözüverdik...Teşekküre geldiler söz kesilmiş.
- Ah inşallah bize de bir çare bulunur.
- Büyü müyü varsa bulurum fazlada para almam sizden ama muska yazmak gerekirse biraz tutar.
- Olsun bacım yapcaaz artık. Hele bir bakıversen!
Kadın önüne bir tas su koydurdu ve onlar acı çaylarını yutmaya çalışırlarken kendini yerden yere atmaya başladı. Hadiye abla hemen dışarı fırlayıp yardım aradı. Kadının kocası hiç telaş etmeden içeri daldı ve kadını yerden kaldırıp omuzlarını sarstıktan sonra başını çiçekli yastığa dayadı, yüzüne tastaki sudan serpti, sonrada "Korkmayın cinler alıp götürünce böyle oluyor şinci geçer" deyip dışarıya Kazım amca’nın yanına gitti. Gerçekten de az sonra kadının geriye kaymış olan gözleri normale döner gibi oldu ve derin derin soluk alıp iç geçirmeye başladı.
Meryem korkudan annesine doğru iyice büzülmüştü. Aman yarabbi diye düşündü nasılda uğramış kadın cinlere...Allahım sen esirge !
İyice düzelen kadın kızından bir bardak çay istedi ve anlatmaya başladı.
- Amaaannnn pek zor oldu pek !...Cinlerin padişahina sordum bir güzel anlattı. Hele de kızım senin eski nişanlın zayıf sarı suru bişey miydi ?
- He öyleydi Abla
Hepsi de şaşırmışlardı bu isabetli tahmine.
- Kızım bu adam sana büyü yapmış. Muska yazdırmış onu da bir taşın altına saklamış. Seninde senden sonra gelen kızın da kısmetinizi bağlamış ona göre. Cin şinci muskayı bulacak getirecek.
Gerçekten de yine kendinden geçen kadın bir süre inleyip bağırdı ve sonra elindeki minik paketçiği mindere atıverdi. Hepsinin gözleri fal taşı gibi açılmış bakakaldılar. Sonra muskayı tasın içinde harelenen suyla yıkayıp kağıdını yaktı ve külünü avluya savurdu ve iki yeni muska yazıp birini Meryem’e diğerini Gülseren’e taktı. Epeyce de para aldıysa da buna değmişti. Kadın Meryem’e ilk gelen kısmeti kabul edip evleneceğini söyledi. Dediği de oldu.
Büyünün bozulmasından sonra bir ay ya geçmiş ya geçmemişti ki Asımlar görücü geldiler. Meryem’in annesi Tefide Hanım komşuları Hadiye’nin kocası vasıtasıyla ailenin temiz ve güvenilir olduğunu öğrendi. Kaynına ve görümcesine danıştı, kardeşine sordu verimkar oldu. Meryem de istiyordu artık evlenmeyi...Evi barkı olsun yurdunu yuvasını bilsin, çeyizlerini sersin evini düzsün düzeltsin...Ah olur muydu ki ?
Asım, esmer buğday tenli Meryem’in aksine kumral ela gözlüydü. İki aile Meryemlerin salonunda toplanınca Asım’ın babası Meryem’in amcasına dönüp çocuklar bir görüşseler ne dersiniz diye sordu. Amca kaşlarını çatıp yüzünü buruşturdu ve
- Bizim ailede böyle adet yoktur ama zamana uymak lazım tabii diye onayladıktan sonra hanımına göz ucuyla işaret etti. Ulviye Yenge Asım’ı misafir odasına aldıktan beş dakika sonrada Meryem’i içeri yolladı. Ama içerde çok kalmayın diye de iyice sıkıladı.
Meryem utana sıkıla içeri girip fiskosun yanındaki iri gül desenli koltuğa ilişti. Asım hemen lafa girişti.
- Bak önce diyeyim ben kapalı istiyorum, yok kapanamam dersen devamını hiç konuşmayalım. Çok kıza baktım, açık olan bana uymadı, kapalı olanı da ben beğenmedim.
Meryem ahdetmişti, kim ne derse kabul edecekti.
- Öyle istiyon madem kapanırım.
- İyi o zaman mesele yok. Ben seni beğendim. Ama bir nişandan ayrılmışsın, bak ben bu işleri bilirim varsa bişi söyle !
- Nası bişi ?
- Hani olur ya gençlik hali
- Ayıp ediyon bana. Benim aile terbiyem müsait değil bizim namusumuz var.
- Tamam tamam baştan bilelim de
- Bak ben öyle pantolon falan giydirmem.
- İyi ya.
- E senin soracağın bişi yok mu ?
Meryem ona fazla bir şey soramadı çünkü Yengesi kapıdan el edince çıkmak zorunda kaldı. Fazla içerde kalırsa erkek tarafında bir şüphe uyandıracağını biliyordu. Bu kız amma da hevesliymiş derlerdi.
Cinci kadının dediği gibi olmuş muskayı taktığının 2. ayında nişanlanmış, 3 ay sonra sıcak bir Ağustos günü evlenmişti Meryem.
Gerdek gecesi çok ama çok korktu Meryem... Yok hayır kız çıkacağından emindi, ondan değil !...Ama kocasının yerine bir cinle gerdeğe girmekten korktu. Öyle olursa eğer aynı muska yazan kadın gibi dellenirdi. Bu korkusunun sebebi, Asım’ın vücudunu kaplayan kılların kısık gece lambasının ışığında kıvrım kıvrım görüntüsüydü.
Bir de banyodan gelirken sanki çarpık yürüyormuş gibi geldi Meryem’e. Geçen yıl evlenen arkadaşı Aysel anlatmıştı. Gerdekte bazen gelin çok güzel olursa cinler beğenir güveyi alıp götürüp yerine kendileri gerdeğe gelirlermiş. O zaman da ayağına bakacakmışın. Cinse eğer ayakları ters, yürüyüşü çarpık , vücudu kıllarla kaplı olurmuş.
Korkarak yatağın üstüne astıkları üzerlik tohumuna bakıp besmele çekti Meryem. Üzerliği yeni gelin odasına mutlaka asarlardı, şeytanın şerrinden korusun diye. Geceliğin içine gizlediği muskasını yokladı. Yastığın altına koyduğu nazarlık da yerindeydi, komodinin üzerindeki dua kitabı da öylece duruyordu. Okudu okudu üfledi kocası veya yerine geçen cin soyunurken.
- Ne o kız ! dedi güvey
- Cin görmüş gibi ne bakıyon ?
Meryem iyice büzüttü dantelli beyaz yorganın altına. Muskayı zorlukla aldı gecelikten ve avuçlarında sıktı iyice. Öyle ki bacaklarını arasında bişiler oynaşıp, içi dışına çıkıyormuşcasına acıdığında da elinde muska vardı ve okuyup üflüyordu ha bire...Hiçbir şey anlamadı Meryem ama galiba amin kısmına gelmeden olmuştu ne olmuşsa, zira amin dediğinde fark etti çarşafı boyayan kırmızılığı.
Ertesi sabah kahvaltıda kayınvalidesini de ağırladı Meryem. Erkenden kalkmışlar, alelacele banyo yapıp tam tekmil giyinmişlerdi karı koca. Meryem, kendisine yeni alınan uzun gri bir etek ve lacivert gömleği geçirmişti sırtına...Saçlarını da iyice bastırarak taramış yanlardan da tokalamıştı. Omuzlarına inen saçlarına alıcı gözüyle bakan kocası "Bu saçını da uzat ne böyle uzun desen uzun değil kısa desen kısa değil" diye çıkışmıştı.
Meryem hemen yeni evinin mutfağına siftah giriş yapmış ve patates kızartmış, yumurta haşlamış, domates dilimlemişti. Annesinin özenle buzdolabına yerleştirdiği kayısı ve çilek reçellerini Hadiye ablasının hediyesi olan minik pembe reçellliklere doldurmuştu. Yepyeni porselen takımlar içindeki çiçek gibi sofrayı geriye çekilerek izlerken kapı çalmış ve yeni gelin Meryem koşarak kayınvalidesini karşılamaya gitmişti.
Melek Hanım Kayınvalide olmanın verdiği gurur ve üstünlükle içeri girdi elini önce gelinine sonra da oğluna öptürdü. Ayakkabılarını çıkarıp gelinin saygıyla uzattığı rugan terliklere ayaklarını sokar sokmaz evi gezme bahanesiyle yatak odasına doğru yürüdü. Meryem Hadiye ablasının öğütlerine uyarak yatağı toplamamış özellikle açık bırakmıştı. Yine de sanki utanmış gibi "Anne kusura kalmayın yatağı toplayacak vakit olmadı da" dedi. Melek Hanım her şeyi usulünce ortaya koyan beyaz dantelli yatağa göz ucuyla baktıktan sonra memnun bir sesle,
-Zararı yok kızım elbet daha yeni kalktınız diyerek mutfağa yöneldi. Mutfak masasının dolu görüntüsü de onu yeterince tatmin etmiş olmalıydı ki artık iyice ağzı kulaklarında,
-Hımm aferin ne güzel sofra hazırlamışsın!
-Buyurmaz mıydınız Anne çay soğuyacak!
Asım’da karısının beğenilmesinin verdiği gururla yüzü ışıldayarak atıldı
-Otur anne Otur
-Oğlum pek gecikmesem Yusuf beni almaya gelecekti.
-Gelsin ne olacak o da bir çayımızı içer. Hem niye yukarı çıkmadı Yusuf ?
-Oğlum bilmez misin dükkanda işleri var. Yusuf Ağabeyim evlendi diye daha bir sarılır oldu işlere. Eh sıra ona da geliyor tabii.
Ana oğul gülüştüler, Meryem’in hizmeti de tam not almıştı anlaşılan.
Meryem o günün akşamına doğru tekrar giyindi kuşandı el öpmeye gitmek için. Tam kapıdan çıkacakken kocası yakaladı kolundan ve odaya çekti.
-Kız bu ne hal ört bakayım başını.
Meryem telaşla ipek başörtüsünü bulup iyice bağladı sıkı sıkı. Agustos sıcağında terledi...Bunaldı...Sıkıldı...Ama kocasının kartal bakışlarının altında çıkaramadı sesini...Sustu. Hem kendi kabul etmemiş miydi kapanmayı... Ne olursa olsun katlanacaktı.
Meryem bir kapandı tam kapandı. Kocası evden çıkmasını istemediği için alışverişi kendisi yapıyordu. Kapı çalınırsa başını örtmeden açmak yasaktı. Bir kez unutup kapıya koşmuş ve kocasıyla kardeşinin önünde kalakalınca kıpkırmızı kesilmişti. Asım hiç renk vermedi ama Yusuf gidince iyice bir azarlamıştı; "Bir daha görürsem boşarım seni" diyerek gözünü korkuttu Meryem’in. Korkusundan gecelerce uyamadı. Meryem ya boşarsa diye...Bile isteye örtünmüştü... Asım baştan koymuştu şartını, o da kabullenmişti, diyecek lafı yoktu.
Düğününden 6 ay sonra midesi bulanmaya, başı dönmeye başlayınca mecbur doktora götürdüler Meryem’i. Hamile olduğu anlaşılınca kayınvalidesiyle alışverişe çıkma hakkını da elde etmiş oldu. Kocası bütün parayı kayınvalidesine emanet etmiş olduğundan alışveriş boyunca Meryem’in hiç fikri sorulmadı dense yeridir. Her şeyi gönlüne göre aldı Melek Hanım...Gelini gençti...Cahildi ne bilecekti kumaşın güzelini, malın iyisini, hesaplısını...
Hamile kaldığının haberi duyulunca iyice Meryem’in Annesi ve Hadiye Abla iyice telaşlanıp kurşun dökmüşlerdi Meryem’e. Ne de olsa kem göz vardı...Bir değerse Alimallah !..Kurşunda ne patlayıp çatlamıştı hani...İki kez dökmek zorunda kalnı Hadiye Abla...İşi sağlama almak için bir de evi tütsüledi...Ne olur ne olmaz..Kötü ruh, cin, şeytan kaçıp gitsin diye.
Cin, şeytan kaçtı m bilinmez ama Meryem’e bir korku geldi. Karanlık odalara giremez oldu. Gece lambaları yaktı her tarafta, bu sefer kocası söylenmeye başladı;
-Kız sen deli misin ? divane misin ? bu ne bayram feneri gibi her yeri donattın ?
-Karanlıktan korkuyorum ne yapayım.
-Manyak ne varmış korkacak evde ?
-Bilmem ki Hadiye Abla belki yatır varsa diyor
-Deli karılarla konuşa konuşa kafayı yiyeceksin. Ne yatırı be bu ev yeni inşaat.
-Olsun toprak yeni değil ya. Belki eskiden...
-Yahu aklını başına devşir bak boşarım seni hiç gözünün yaşına bakmam. Gençliğine acımam ona göre
Asım böyle deyince susardı Meryem, ama Aysel anlatmıştı; Eski evlerinin altında yatır varmış geceler boyu uyutmazmış kimseyi...Takır tukur sesler yapar rahatsız edermiş. Sonunda evi satmak zorunda kalmışlar.
Meryem evde yalnız kalmaktan iyice bunalır olmuştu işin aslı buydu belki. Bazen Annesi ve Gülseren gelirlerdi, Hadiye Abla da işi yoksa katılırdı onlara. O zaman yüzünde güller açardı Meryem’in. Ah bir de Gülsereni küçük kaynına yapsa. Yusuf deli dolu ama sevimli bir çocuktu bir punduna getirip Gülserenle ikisini tanıştırmıştı ama daha ciddi bir şeyler olmamıştı. Ne güzel olurdu iki bacı elti olsalar...Yalnızlığı hafiflerdi biraz...Bu cinli perili acayip evde öylece oturmaktan kurtulurdu.
Çocukluk arkadaşı Aysel geldiginde de çok sevinirdi Meryem. Aysel’in kocası açık fikirli biriydi, giyimine karışmazdı. Bir sürü dedikodu anlatırdı Aysel, oyalardı Meryem’i...Ama yalnız kalmasına o da tepki göstermişti...Hamile kadın evde yalnız konmaz demiş, üzülmüştü Meryem’in haline.
Aysel bir gelişinde nazarlık getirip boynuna taktı Meryem’in..."Dualıdır seni zırh gibi korur" dedi. Gerçekten de o günden sonra içi ferahlar gibi oldu genç kadının.
Melek doğduğunda bir bilezik taktı Asım karısına. Oğlan değildi ama olsun gençti ikisi de oğulları da olurdu nasıl olsa. Kayınvalidesi de ince bir bilezik getirmişti, bebeğe de altın. Kayınpederi ise kalın bir burma almıştı, gerine gerine taktı gelinine. Ne de olsa Melek ailenin ilk torunuydu. Hastanede Yusuf ile Gülseren tesadüfen karşılaşmış eni konu sohbet etmişler ve de Meryem’i bir kez daha umutlandırmışlardı. Yusuf herkesin resmini çekmiş, sonra da Gülseren’e resim çekmeyi öğretme bahanesiyle yanaşmıştı. Meryem iyice sevindirik oldu...Ah şu Yusuf’u bir ikna etse de sözü kesiverseler.
Asım ve kayınvalidesi Meryem’i eve getirdikten sonra tüm aile toplanmış, lohusa şerbeti kaynatılmış ve bebek mevlüdü okutulmuştu. İki arada bir derede fırsatını bulup Gülsereni odaya çekti Meryem.
-Söylesene Yusufla aranız nasıl ?
-Bilmem ki Abla geçenlerde çiçek getirmiş bana kapıdan verip gitti.
-Bak sen hiç söylemiyon, yoksa meyli var mı sana kız ?
-Ne biliiim !
-Sen beğeniyon mu ?
-Hoş çocuk. Başını öne eğince Gülseren anlayıverdi Meryem kardeşinin gönlü olduğunu.
Lohusalığı sevmişti Meryem. Ev hiç olmadığı kadar neşeli, kalabalık, insanlar anlayışlı ve tatlı olmuşlardı. Nazına oynanıyor, yemekler yapılıyor, Melek bebek elden ele geziyordu top gibi. Ama çabuk bitti bu saltanat. Daha lohusalığı çıkmadan ev boşalıvermişti, Asım "kalabalıktan hoşlanmam" diyerek yollamıştı hepsini evine. Bu işe en çok Hadiye abla bozulmuş, "Lohusa kadın evde yalnız konmaz, al basar, enkebit basar maazallah" diyerek Meryem’i uyarmıştı.
Meryem de çok korkuyordu ama Asım anlamıyordu ki...Ağrın yok sızın yok senden ağır iş bekleyen yok otur evinde kafanı dinle deyip işine gitmiş, çalar saatin tik taklarından başka ses duyulmayan evde lohusa Meryem’i yalnız bırakmıştı.
Eh bu durumda olacağı da buydu...Akşamına enkebit bastı Meryem’i.
Akşam üzeri bebegi emzirip kendi de yanına uzanıvermişti. Içi iyice geçtiginde yerden tüylü bir hayvan kalkmış, zıplayıp yüzüne yapışıvermişti. Enkebit insanin yüzüne oturunca tutup atamazsan boğup öldürürmüş insanı. Meryem’de ölecek gibi oldu, nefesi kesildi, boğazından hırıltılar yükselmeye başladı, son bir hamle ile kuyruğundan yakalayıp fırlatıverdi enkebit belasını. Yataktan kalkti koşa koşa pencereyi açip soluklandi. Sonra da hemen Annesine haber yolladı komşunun oğluyla. Annesi damadından çekindiği için gelmedi eve ama aklı kızında kaldı kadının. Sabah koşarak eve geldi, Hadiye abla ve Gülserenle. İki kadın iyice okudular Meryem’e.
Enkebit bir daha basmadıysa da bu sefer al bastı genç kadını. Bu enkebitten de kötüydü, zira alıp götürdüler Meryem’i. Belki bebeği de.
Yine bir akşam üzeriydi...Mutfağa su almaya gitmişti Meryem...Melek uyuyordu yeni karyolasinin masum beyazliginda. Lake mutfak masasında üstü dantel bir örtüyle kapatılmış şekilde duran kesme sürahiyi tam eline almişti ki balkon kapisi açılıverdi ve ortalık kararır gibi oldu...Sert bir rüzgar esti içeri...Meryem şaşkinlikla kapiya bakarken bir alay insan doluşmaya başladı mutfağa. Ellerinde tef, davul, düdük olan bir sürü yüzü kararmış kadın ve erkek tef çalıp oynayarak geldiler ve Meryem’in etrafında bir halka oluşturup dönmeye, göbek atmaya başladilar. Meryem korkudan donup kalmıştı adeta...Sesi solugu kesilmişti. Kadınlardan birisi bir sürü çıngırak asmıştı boynuna çınlaya çınlaya geldi tuttu kolundan Meryem’i sürükleye sürükleye götürdü....Diğerleri de bağıra çağıra, oynaya zıplaya peşlerine düştüler. Meryem ağlaya ağlaya sordu "Nereye götürüyorsunuz beni " diye. Cin kadın sapsarı dişleriyle sırıtıp omzuna vurdu Meryem’in ve ;
-Düğüne gidiyoruz evleneceksin dedi
-Ama benim kocam var
-O sayılmaz oğlumla evleneceksin zaten Melek de bizdendi. Doğumda seninkini aldık bizim çocuklardan birini koyduk yerine
Akşam Asım eve geldiginde mutfakta boylu boyunca uzanıp kalmış buldu Meryem’i. Yanında olanca ışıltısıyla sürahi duruyordu, minik dantel örtü de tepesinde.
Konu komşu eve doluştular. Sonrada Kayınvalidesi Melek Hanım, Annesi, Hadiye Abla, Gülseren, Görümcesi, Yengesi toplaştılar başına ahlayıp vahlayarak. Sabit bakışlarla tavana bakıyordu Meryem, bakıp bakıp gülüyordu kendi kendine. Kolanyalarla ovdular, şekerli sular içirdiler, nefesi kuvvetli Münire Nineye okuttular, tütsü yapıp başından geçirdiler, Hadiye abla kurşun döktü bir kez daha ama bir işe yaramadı, hep öyle tavana bakıyordu Meryem.
Sonunda Asım gitti camiden bir Hoca getirdi. Hoca Meryem’e bakınca hemen anladı durumu. "Vah vah yazık olmuş geline cinler alıp götürmüş, al basmış garibanı" dedi ve kocasına çıkıştı;"Behey oğlum ! lohusa gelin evde yalnız konur mu ?". Asım’ın bir sıkıntısı da Meryem’e başını örttürememişlerdi. Onlar bağlıyor, Meryem açıveriyordu gülerek. Hem de ne gülme gözlerinin içi parlıyordu. O yüzden Asım utana sıkıla,
-Hocam kusura kalma başını da bağlatamadık dedi.
-Oğlum baş bağlamanın sırası mı kadın elden gidiyormuş az kalsın. Hele susun bakayım hepiniz.
Numan Hoca önce okuyup üfleyerek etrafını çevirdi kendisinin cinler zarar vermesin diye...Geniş bir halka çizdi. sonra bir tas su istedi. Gülseren koşturdu suyu. Hoca evlenmemiş bir kız veya oğlan çocuğu baksın suya dedi. En münasibi yine Gülserendi. Hemen başını bir mevlüt örtüsüyle örtüp oturttular tasın başına. Hoca okudu gözlerini kapatıp, sonrada "Bak kızım suya ne görüyorsun dedi".
-Bir sürü adam toplaşmış kalabalık ve yüzleri kapkara
-Sor kızım ne istiyorlarmış ?
-Meryem’i aldık götürdük diyorlar.
Tövbe tövbe diye bağırdı Melek Hanım.
-Sus kadın ! dedi Hoca
-Söyle kızım bu Hatunun burada kocası var çocuğu var söyle bıraksınlar garibi.
-Olmaz ! siz bırakın diyorlar.
Hoca suyu kaldırttı Gülseren’e de okudu sonra dışarı yolladı. Sakalını sıvazlayıp yatakta yatan Meryem’in etrafında döne dolaşa okudu üfledi, dışarı çıkıp su istedi. Çiçekli berjere oturup suyunu içti ve başını salladı.
-Bu iş zor görünüyor.
Melek Hanım atıldı.
-Aman hocam ne olur kurtar ne lazımsa yaparız.
-Hanım cinler götürmüş gelini. Her gün okunması lazım. Bir kurban kesilmeli, fakirlere dağıtılmalı. Bizim köyde ermiş bir Hoca var onu bulalım bari, bu işleri iyi bilir, kaç gelini kurtardı böyle.
-Olur hocam ben alıp getiririm dedi. Asım.
-Asım oğlum o zaman sana düşen iş her gün beni ve İzzet Hocayı alıp getireceksin okumaya.
-Tamam hocam.
-Bir de evde yalnız bırakmayın. Huyuna suyuna gidin bunaltmayın.
Hocaların günlük okumasıyla düzelir gibi oldu Meryem. Evde annesi ve Gülserenle kalıyordu çoğu zaman. Asım ses çıkarmaz olmuştu gelen gidene. Numan Hoca Gülseren’de bir hikmet görmüştü, Kuran kursuna aldı kızı. Her gün başını örtüp kursa gidiyordu istekle Gülseren. Asım sağda solda;
"Baldızım kendi isteğiyle başını örtüp gidiyor Kuran’a, bizim Hatun da cinlere karıştı diye dert yanıyordu ".
Meryem iyi gibi olduysa da bir garipti yine. Başını örtmez olmuştu. Öyle eve falan da kapanmaya gelmiyor,"Offf içim daraldı aman" diye bağırıp dışarı atıyordu kendini.
Bir kez bağ yolunda buldular onu. Kendi kendine konuşarak yürüyor, elinde bir üzüm salkımı, yaka bağır açık geziniyordu. Asım dayanamadı iyice bir dövdü,
"Ben bu hocaların ne yaptığını anlamadım. Değişen bir şey yok diye bağırdı evler dolusu".
Dayak mayak işe yaramıyor, Meryem yine kaçıp kaçıp bağlara vuruyordu kendini. Eve kilitlemeyi düşündülerse de hemen vazgeçtiler...O kadar canhıraş bağırıyordu ki "Gelip beni alacaklar açın kapıyı" diye... Mecburen salıyorlardı dışarı.
Hele birgün hepsinin aklı başından gidiyordu. Meryem bir punduna getirmiş, Melek’i de alıp gitmişti. Asım arabaya doldurdu hepsini bağ yolundan başlayarak aradılar akıllarına neresi geliyorsa. Sonunda bağların bahçelerin çok ötesinde Kilise kalıntısına giden eski bir yolun çatallandığı yerde buldular. Çeşmenin dibinde yol ağzına çökmüştü Meryem, nereden bulmuşsa eski püskü bir kazana su doldurmuş, çalı çırpıdan yaktığı cılız bir ateşin üstüne oturtturmuştu kazanı, içine de cıscıbıl soyduğu Melek’i koymuş, bağırıyordu;
-Cinleeerrr ! gelin bakın ! aydaşınızı pişiriyorum, alın aydaş bebenizi verin benim bebemi !
Bir an öylece bakakaldılar hepsi, sonra ilk toparlanan Melek Hanım oldu, koşa koşa gidip bebeği kucağına aldı. Asım Meryem’in kolundan tutup sürükleyerek soktu arabaya.
Meryem’in Annesi o sıralarda hatırlayıverdi, Meryem’in kısmetini çözdürmek için gittikleri kadını. Hemen doluşup arabaya gittiler. Kadın yine suya baktı, yine ayılıp bayıldı ve yok Anam bu iş al basması değil büyü var büyü diye teşhisini koydu. Büyüyü de Meryem’i kıskanan bir arkadaşı yapmış dedi. Hepsi bir rahatlayıverdiler sanki. Zira kadın ben bu işi çözerim ama birkaç gün sürer demişti. O hafta köye gidip gidip geldiler. Bu arada Melek bebeğin başına Gülserenle Meryem’in Görümcesi Dilek’i koymuşlardı. Evin dışarı işini de Yusuf yapar olmuştu.
Adı Zehra olan cinci kadın önce kocaman bir cevizi köydeki en eski mezarın toprağına gömmüş, gecede mezarlıkta yatmıştı. Sabah ezanıyla kalkıp cevizi de alıp eve geldi kadın. Sonra da kara bir tavuğa zorla cevizi yutturdu. Tavuk debelenirken koparıverdi boynunu ve elini sokup yüreğini çıkarıp kanlı kanlı Meryem’e yutturdu. Üstüne de kusmasın diye bir bardak şerbet içirdi. Tavuğu mezarlığa götürüp gömdükten sonra, bir parça sabunu Meryem’e verip hadi kızım sana görünen cin adamın suretini yap dedi. Meryem uğraşa uğraşa bir bebek yaptı sabundan. Sonra da tastamam 100 tane toplu iğneyi batırdı sabun bebeğe, iş bitince Zehra kadın kimsenin bilmediği bir yere gömdü bebeği.
Melek Hanım’ın sonradan anlattığına göre hepsinin içine bir hafiflik çökmüştü...Meryem’in de yüzüne renk gelir gibi olmuştu. Hatta uzun süreden beri ilkkez;
-Anne içim açılıverdi sanki deyip, size de çok sıkıntı verdim gibisinden bir şeyler söylemişti.
Sevine sevine döndüler eve.
Meryem bir süreliğine düzeldi , Asım’ a güzel yemekler yaptı, Melek bebeğe yelekler ördü, kabul günlerine girdi kayınvalidesiyle, karşı daireye yerleşen Öğretmen Hanımla ahbap oldu iyicene. Asım biraz kızdı bu yüzden ona o kadın bize uymaz diye. Bu arada Gülseren Yusufla nişanlandı, Yusuf Asım’ın tersine giyinip kuşanmasına karışmadı Gülseren’in. Dilek’e iyi bir aile talip oldu, söz kestiler. Melek Hanım, Dilek’e çeyiz hazırlama işine verdi kendini, hele de Meryem sandığını açıp kendi çeyizlerinden birşeyler verince, müstakbel gelini Gülseren tığ işiyle bir örtü örüp getirince pek bir sevindi, "Nikahı uzatmayalım Gülseren gibi gelin bulunmaz" dedi.
Ama...
Bir sabah Asım Meryem’i yanında bulamadı. Kayalara oyulmuş eski bir kilisede geceliğiyle otururken buldular onu ve bu kez pes etti bütün aile. Meryem’in arada bir kendini dağa bayıra vurmasına alıştılar, çevrede bağı olan köylülerde tanıdıkları için Meryem gelini koruyup gözetir oldular. Aslında köy halkınında maskotu olmuştu Mereyem, yaşlı kadınlar yanına gelip elleriyle beslerlerdi üzümle, pekmezle, tandır ekmeğiyle...Yolda bir yabancı bilmeden sataşsa hemen koşup o kendini bilmezi iyice bir benzetirlerdi köyün gençleri...Meryem Ablaları tanrı misafiriydi onlar için. Köy halkı alışıktı böyle durumlara. O yüzden Meryem’in ailesinin telaşına karşılık onlar son derece rahattılar...Olurdu arada bir genç gelinlere musallat olurdu ecinniler, kırklar yediler..."Eğer temiz kalpliyse" dedi köyün ihtiyarlarından biri "ona görünüyorlardır, aman incitmeyin."
Toprağın sakin insanları her şeyi doğanın verdiği bir sükunetle ve bilgelikle karşılar, yağmuru, seli, susuzluğu, kıtlığı nasıl kendilerine özgü bir tevekkülle kabul ederlerse meczubları da öyle kucaklarlardı. Zamanla Meryem’in gezinip durduğu eski kilise yoluna Meryem yolu demeye başladı ora ahalisi.
Bir gün hepten ortadan kayboldu Meryem Gelin...Ailesi ah ile vah ile dövünürken...Köyün yaşlıları Meryem’i son kez gören bir genç kızın anlattıklarını dinleyip başlarını salladılar .
17 yaşında kalbi temiz bir taze olan Hatice bağdan dönerken akşam alacasında rastlamıştı Meryem Ablasına...Bembeyaz giysiler içinde ağır ağır yürüyormuş yannda da nur yüzlü bir dede...Hatice’yi görünce melekler gibi gülümseyip el sallamış sonrada kuş gibi süzülüp gitmiş.
Kırklara karışmış dediler Meryem için...
Kırklara karışmış...
Meryem’e ne oldu kimse bilemedi...Önce biraz aradılar sonra vazgeçip bıraktılar işin ucunu. Asım evlendi tekrar bu kez akrabasından bir kız aldı. Yusuf Gülseren’den vazgeçti Melek Hanım’ın telkinleriyle. Gülseren, Numan Hocanın oğluna vardı imam nikahıyla. Meryem’in komşusu Öğretmen Nevin "Şu kızı bir doktora göstermediler, başını yaktılar" diye söylenip durdu günlerce.
Bugün Meryem’in memleketi olan Orta Anadolu kentinin hemen dibinde kurulmuş, kayaya oyulmuş evleriyle ünlü o köye veya herhangi bir Anadolu kasabasına giderseniz eski bağ yollarında veya kuytularda gizlenmiş kaya kovuklarında ya da ıssız patikalarla yol kavşaklarında özgürce gezinip duran meczup kadınlara rastlarsınız . Kimi bir cevizin dibinde uyuklar, kimi çer çöp toplar sagdan soldan, kimi köylülerin verdigi ekmegi dişler sesizce. Garip bir mutluluk ve huzur yansır yüzlerinden. Doganin iyileştirici gücünü içlerine alan bu kadınlara acımayın, zira yöreye özgü bir çiçek ya da böcek gibi benimsenmişlerdir, kutsal bir armağan gibi korunurlar, ve yapabilirseniz dinleyin onları... Garip bir bilgelikleri vardır.
dimi: Orta anadolu’da özellikle Nevşehir’de kadinlarin giydigi geniş körüklü şalvara verilen isim
aydaş: Eski Anadolu hurafelerine göre cinler veya şeytan yeni dogan bebegi kaçirip yerine kendi çocugunu yani aydaşi koyarmiş. O zaman kadinlar yol agzina temsili bir kazan koyup bebegi içine oturtup aydaş pişiriyorum diye bagirirlarmiş. Cinler korkup kendi çocuklarini alip bebegi iade ederlermiş.
YORUMLAR
Levant öykücüsü
Kesinlikle çok güzel bir öykü. Anlatımınızı da çok beğendim. Yalnız bir noktada takıldım. Anlatıcı kahramanları tanıyormuş gibiydi. Finalde anlatıcının kahramanlarla yakınlığını görmemiz gerekirdi bence.
Fırsat buldukça diğer yazılarınız da okuyup sizi takip edeceğim inşallah. Bana göre günün en başarılı çalışması olan bu öyküyü seçkide görmek dileğiyle.
Sevgiler.
Hamuş-71
Aynur' um senin forumdaki önermen üzerine gelip öyküyü okudum.
Sana güvenim tamdı yanılmayacağım(n)ı biliyordum.
Bu anlamda sana teşekkür ediyorum canım benim.