- 1376 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Yüzmeye Devam Et... Yaşama Tutun....
Kayıp Balık Nemo …Çok severek izlemiştim “Kayıp Balık Nemo” isimli animasyon filmini, kimi sahnelerde güldürüp kimi sahnelerde duygulandırmıştı beni…Filmin sonunda Nemo bütün tehlikeleri aşarak babasına kavuşuyor ve film mutlu sonla bitip adrenalinli sahnelerden sonra gülümsememizi sağlıyordu…
Geçenlerde palyaço balıklarının da içinde olduğu tam dört bin tür balığın hayatının tehlikede olduğu yazıyordu gazete.Nemo geldi aklıma, çünkü o da bir palyaço balığıydı!Demek Kayıp Balık Nemo’nun hayatı yine tehlike altındaydı… James Cook Üniversitesinin mercan araştırmaları merkezinden Prof Dr Philip Munday, "İklimdeki ısınmaya bağlı olarak su sıcaklığındaki artış nedeniyle birçok mercanın ölümüne tanık olduk, ancak asıl sorun mercanların yok olmasıyla balıkların gidecek başka bir yeri olmamasıdır." diyordu.Sonra da, küresel ısınma yüzünden mercanların ağır hasar görmesi durumunda mercan resifleri populasyonunun yeniden artması sürecinin kesintiye uğrayacağını ve genç balıkların su sıcaklığındaki değişimler ve okyanus sularındaki asitleşme oranından zarar görme riski bulunduğunu da ekliyordu…O kadar zorluğu atlatıp babasına kavuşan Nemo ölmeyi mi hak ediyordu?
Kenya’nın bağımsızlığının mimarı ve ulusal kahramanı Kenyatta anılarında der ki: “Benim halkımın toprakları vardı.Bir gün yukarı ülkelerden siyah cüppeli, bir elinde İncil, bir elinde haç olan birileri geldi.İncil ve haç’ı halkımın ellerine vererek gözlerimizi kapatıp dua etmemizi istediler.Bir süre sonra, gözlerimizi açtığımız zaman; bir elimizde haç, bir elimizde İncil ve yukarıda Tanrımız vardı; ama topraklarımız yoktu…
O tarihten bu yana siyah cüppeli adamlar aynı maske ile yeniden ama bu defa farklı farklı lakaplar kullanarak tekrar geldiler; sadece Kenya’nın değil, tüm gelişmekte olan ülkelerin kanına ekmek doğramak için… Bu sefer sadece toprak değildi elde etmek istedikleri, ayrıca para da istiyorlardı…Ham madde sömürüsü ve açık pazar bulmaktı amaçları ve son olarak buna küreselleşme, küreselleştirme dediler…
Küreselleşme teorikte çok yararlı bir şeymiş gibi görünüp, pratikte birçok gelişmekte olan ülkenin gelişmesini baskılayan ve ne yazık ki onları sömürge haline getiren bir sistemdir.Tanım olarak küreselleşme, farklı ülkeler arasındaki ekonomik ilişkilerin, her bir ulusal ekonominin diğerlerine bağlı olduğu bir dünya ekonomisi yaratma noktasına dek genişlemesidir.Yani görünürdeki amaç ulusallığı geçip uluslararası platformda ortak bir ekonomi yaratmaktır. Kulağa çok hoş bir şeymiş gibi geliyor…
Ağustos 2003’te İstanbul’da toplanan uluslararası Felsefe Kongresi, insanlığın milyonlarca yılda yarattığı uygarlığın, çağlar boyunca karşı karşıya kaldığı en büyük tehlikenin KÜRESELLEŞME olduğuna dikkat çekmiştir.AB’ye tam üyeliği olmadan 1995’te Gümrük Birliği Anlaşmasını imzalayan tek ülke Türkiye…Böylece Türkiye’de tam bir ithalat patlaması yaşandı; ihracatta ise her alanda bir düşme gözlendi, dış ticaret açığı oluştu ve verilen tavizler aldı başını gitti.
Küreselleşme kapitalist sistemle birleştiğinde, üretim araçlarının özel mülkiyetine ve her bir kapitalistin en yüksek kârı elde etmeye çalışmasına dönüşüyor ve dizginler küresel güçlere zorunlu olarak devrediliyor.Böylece gelişim olanaksız kılınıp gezegendeki insanların çoğunun yaşam standartları düşerken, küçük bir azınlığın muazzam ölçüde zenginleştiği bir durum gözümüze çarpıyor...
Küreselleşme bu nedenle savaşlara olan gereksinimi azalttı, küresel güç geliyor ülkenin sırtına vurup ekmeğini alıyor ve buna zaten süper güçlerin borç batağına düşmüş olan ülke sesini dahi çıkaramıyor.Belki sıcak savaşların geçmişte olduğu kadar sık tekrarlanmayacağına ve ölümlerin azalacağına sevinirken; ülke açlıktan, susuzluktan ve hastalıktan kırılıyor.Öykünün başı aynı ama hazin sonu hiç değişmiyor; yokluk yine yokluk…
Küresel ısınma, küreselleşme… Aslında sorunlar çözülmeyecek gibi zor değil, Kayıp Balık Nemo’nun ağlardan tonlarca balık arkadaşını kurtarmak için söylediği şarkı geliyor aklıma: “Yüzmeye devam et, yüzmeye devam et…”Zorlandığımız her şey aslında çok kolay, uygulamamız gereken ilke -yaşama tutunmak için yüzmeye devam et- ilkesi kadar doğal…Küçücük balık kadar yürekli olmakta işin sırrı…
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı’ndan hocam Prof. Dr. Ahmet Saltık’a bu konuda bana verdiği bilgiler için teşekkür ediyorum.Düşünceleriniz mürekkep iziniz olsun, Hoşça Kalın!...
YORUMLAR
Çevreye duyarlılık da sosyal adalet de doğulu toplumlarda "ilerlememizi istemeyenlerin lafları" diye algılandı. Oysa doğulular yani biz dünyayı emanet ömrü geçici bilir kimseyi kelebek kanadından çıkan rüzgar kadar bile olsa incitmeden göçüp gitmek için titizlenirdik. Yani bu iki kavram da aslında tam bizlik. Niye böyle olduk bilmiyorum.
Duyarlılığınız için sağolun. Ben de biraz duyarlı olmaya kalkışsam neden her sabah 1600 cc benzinli binek otomobilimle 25 km yol gidip akşam aynı yolu geldiğimi, neden en çok karbonmonoksit salan vasıta olan uçağı her fırsatta kullandığımı, neden arkası boş kağıtları çöpe attığımı ve böyle büyük küçük bir dolu ihmalimi kendime izah edemiyor ve çevre sorunu benim sorunum değilmiş gibi davranmayı tercih ediyorum. Ne diyeyim sözlerinizde çok haklısınız. Tekrar teşekkürler.