- 2311 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Seher Yeli Kars’tan Eser
“Yaz” diyor Koca Çınar!
Yazmak, bende-i hâkir için mesele değil...
Lâkin...
Yazı var; oturursunuz klavyenin başına, kelimeler kendiliğinden dökülür beyaz sayfalara... Güvercin misâli süzülür, yağmur suyu misâli akar giderler...
Yazı var; beyninizde kurgular ve klavye başına oturursunuz ama nafile, yüreğinizden kopan duygu seli kelimelerin birbirine karışmasını tetikler gibidir sanki, benliğiniz duyguların eline geçer, yazma kabiliyetinizi iflas ettirir...
İşte öylesine zor bir yazıdır bu...
***
İstanbul’un güneşli ve hafif esintili havasının hâkim olduğu bir öğleden sonrasında ve Haziran ayının birinci gününde buluşarak; bir gûşe-i güzidede oturuyoruz Dr. Beşir Doster ile...
Yetiştirdiği bütün evlâtlarının yüreğinde yüce kal’ası kadar ulu, ummanlar büyüklüğünde engin sevgilere mazhar olan Kars diyârının bir başka evlâdı, hemşehri gönüllerde hümanist esintilerle iz bırakmış, sevgi ve saygılarını kazanmış bir ulu çınar olan çok muhterem Dr. Beşir Doster ile, bu satırların yazarı bende-i hâkirin ilk buluşmasıdır bu...
Özellikle Kars’a dair yazdığı yazılarının müdavim okuru olarak, Kars’taki hekimlik yıllarından da ismen tanıdığım Beşir Bey ile, belki de kısmen farklılık arz eden siyâsî düşüncelerimizi hiç dikkate almadan, bazı ortak dostlarımızın da tanışmamıza vesile olmasıyla, buluşma kararı alıyoruz...
Ve nihayet kuzenim Yavuz Kılıç ile birlikte vuruyoruz yola, buluşuyoruz koca çınar Dr. Beşir Bey ile...
***
Elini öpmek için hamle ediyorum ama izin vermiyor. Israr ediyorum, “Hocam, müsaade buyurun lütfen!”... Hayır, ısrarıma rağmen öptürmüyor elini. Kendilerini çok iyi anlıyorum, zirâ bende-i hâkirin de düsturudur el öptürmemek!..
Oturuyoruz...
Masada hiçbir yabancılık hissi yok!
Bilakis, kırk yıllık dost gibi başlıyoruz sohbete...
Kırk yıllık ağabey-kardeş gibi yakınlık hissi duyuyoruz yek diğerimize... Bu, o kadar açık ki, konuşmanın veya sohbetin seyrini kontrole almak gibi, asla şu veya bu rutine bağlamak gibi bir ihtiyaç hissetmiyoruz!..
Doğup büyüdüğüz, bu yaşımızda hasretine yandığımız topraklara özgü deyimler, terimler, gelenek ve göreneklere ait bize has söylemler üçer-beşer kelimeler hâlinde dudaklarımızdan dökülüveriyor ve sohbet, adetâ Terelik Suyu duruluğunda akıp gidiyor...
***
Bir parantez açıp araya şu tespiti sıkıştırmak isterim izninizle:
Tarihin akışı içinde verdiği göçlerle gerek Kars şehir merkezini besleyen, gerekse de bugün yerleşik olduğu alanda çok şükür özünü koruyan, Eleyez (Yöresel olarak “Alagöz, Alayöz, Elagöz, Elayöz, Elegez” olarak da telaffuz edilir.) Dağı’nın Batı havzasında yaşayan Azerbaycan Türklerinin Türkçesi, ne Bakü, ne Gence veya Nahçıvan, ne Tebriz, ne Erdebil veya Urmu ne de İstanbul Türkçelerine benzer.
Küçük Kafkasların Güney Batı ucundaki son dağların en yüksek noktası olan Eleyez Dağı’nın dört bir yanında yerleşik Türk halkının (ne yazık ki bugün sadece Batı havzasında), kendine özgü vurgulamaları, usûlleri ve deyimleri olan özgün, kulağı asla tırmalamayan çok şirin bir lehçemiz var bizim.
Parantezi kapatarak, kaldığımız yerden devam etmeye çalışalım efendim...
***
Çok konuşan ama yazmayan bir toplum oluşumuzun tespitiyle sürüp giden sohbetimiz bizi, Balzac’a, Fuzûlî merhuma kadar götürdü... Fransız edebiyatına vukfuyetiyle kendisine karşı büyük bir saygı hâli uyandıran Beşir Hoca’mızın, derin Fuzûlî bilgisi de fakiri mest etti doğrusu... Kendilerinden izin alarak derhal araya şu anekdotu sıkıştırma ihtiyacı duydum:
Bir tarihte bir dost, bende-i hâkire şöyle bir soru yöneltmişti: “Tarihî kişiliklerden veya günümüzün hemen her dalında öne çıkmış önemli figürlerinden en çok kimlere hayranlık duyarsın?”
“Efendim, beğendiğim, takdir ettiğim, saygı beslediğim çok insanın adını saymak mümkündür. Ancak, hayranlık duyduğum iki büyük şahsiyet vardır ki; biri Hz. Ali bin EbuTalip, diğeri ise Fuzûlî merhumdur!” diye cevaplamıştım...
Bu tespitimden, Beşir Hoca’nın da memnuniyet duyduğunu sezinledim...
***
Yaklaşık üç buçuk saatlik sohbete o kadar konu, o kadar çok kişi sığdırdık ki, hepsini hatırlamak ve teker teker yazmak mümkün değil...
Lâkin...
Kars’ın o eski yıllarını, her ikimizin de benliğinde ve hafızasında derin hatıralar barındıran İsktiklâl-î Millî Cadde’yi yâd ettik. Adının değiştirilmesine isyanımızı dile getirdik!..
Beşir Bey’in meşhur “EMİLER” yazısından bahisle merhum Artist Settar’dan, merhum Nevruz Gündoğdu’dan, merhume Gülçehre Hanım’dan ve benzeri diğer tarihî kişiliklerden konuştuk. Hepsini saygı ve rahmetle andık...
Bizden başka herkese yabancı gelecek “GAÇAGAÇ”ı konuştuk hep buğulu gözlerle...
Beşir Bey, merhum pederinin Gaçagaç zamanı Gümrü’den gelip Şahnalar’a yerleştiğini, o fırtınalı yıllarda köyde mukim Dokhoborların köyü terkettiğini, yalnız kalmaktan korkan babasının, gerek Şöreğel gerekse de Ağbaba bölgesindeki kimi köylere giderek yeni komşular getirdiğini ve on yıl boyunca Şahnalar’ın muhtarlığını yaptığını anlattı...
Hoca bunları anlatırken; aklıma geldiği hâlde söyleme fırsatı bulamadığım, Şâir Dîlgam’ın o dönemlerin bir önceki fırtınalı göçlerini anlatan meşhur şiirinden şu dörtlüğü iznizle buraya yazıyorum:
“Göçtü İslâm Eli, geldi Malakan,
Dokhobor elinde yazılı ferman,
Açılmaz güllerin Dîlgam ağlar gan,
Ahir encâmında bed olan dağlar.”
***
Sert iklimin ve yalçın kayalarla berkitilmiş başı çenli-dumanlı dağların mert evlâtlarının nâm saldığı Kars diyârının sevdalısı bu iki evlâdı, bugün hasretiyle yandıkları o diyârdan konuşmaya devam ettiler elbette...
Bir ara Kar(s)’ın Çocukları nâm şiirimden bahsederek, o şiirin dayım Okçuoğlu Abbas Erdoğan’ın şahsında, onun kuşağına ithaf ettiğimi anlattım. Ve izin isteyerek ve de özellikle günümüzde başkalarının sayesine sığınanları, onun bunun himmetinden faydalanan himmetlilerin(!) makam ve mevki aşklarına vurgu yaparak şiiri okudum.
Sert iklimin mert çocuklarını anlatmaya çalıştığım şiirin şu bölümlerinine gözyaşlarımı da kattım:
“Uzun boylu, karayağız delikanlılar çıkar hah işte bizim buralardan!
Atalarına lâyık, adam gibi adam!..
Kimisinin bıyıkları daha yeni terlemiş;
Yıldırım gibidir.
Yaydan çıkan ok gibi fırlar,
Bir çukura sıkışmış köylerinden, dört dağın arasından...
Düşer Ankara’nın göbeğine.
Alın teri, göz nuru, elinin emeğiyle;
Aslan gibi yüreğiyle,
Gelmiştir oturduğu makama, kadem koyduğu mevkiye...
Asla yapışmadan kimsenin eteğine,
Muhtaç olmadan birilerinin himmetine...
Başları dik, alınları aktır.
Kazançları, analarının helâl sütü gibi pür-ü pâktır...”
***
Başlarda da dediğim gibi, zor bir yazıdır bu. Her konuşulanı akılda tutmak, bire bir nakletmek mümkün değil...
Duygu dolu bir buluşma oldu... Geçmişimizi anlattık karşılıklı... Beşir Bey’in merhum pederini, kayınpederi merhum Hacı Ahmet Aküzüm’ü, merhum Hacı Ahund Malik’i, merhum dedem Hacı Hüseyin’i, merhum pederim Kerim Kılıç’ı ve diğer kimi büyüklerimizi rahmetle yâdettik...
Günümüz gençliğinin adını dahi bilmediği Hacıabbasoğlu hanedanından bahis açıldığında, Beşir Bey : ”Kâlbayı Mehemmed’i gördüm ben” dedi...
Bendeniz de Kâlbayı Mehemmed ile dedem Hacı Hüseyin arasında geçen tarihî bir hadiseyi anlattım ve söz dönüp dolaşıp onları da anlatarak acılarımızı harmanladığım “Haray! Ellerim Haray!” başlıklı şiirime geldi.
Bir-iki kıta okumak niyetindeyim ama Beşir Bey, tamamını oku dedi. “Hocam Can, çok uzundur” falan dediysem de fayda etmedi ve tamamını okuttu...
Sonlara doğru gözyaşlarımı da katarak şu kıtaları okudum:
“Amma gelin görün devran ne döndü
Neçe hanedanın nesli süründü
Hac-Abbasoğlu’nun ocağı söndü
Hani ata-dede, nerdedir baba?
Otur geçmişine ağla Ağbaba!
Çok kötü verdik biz, bu imtihanı
Kiminin serveti, kimini canı
Keher kısrakları binenler hanı
Kızakların özü yitti, adı var
Bu dünyanın ne tuzu ne tadı var
Ayrılık bezminin cemine dolduk
Hasret bahçesinin gülüydük, solduk
Arzu’dan, Aslı’dan, Leyli’den olduk
Biz, Mecnun’u getirmezken dillere
Peren peren oluf düştük çöllere
Gocalığın birce belin gıraydım
Cavanlığın günlerine varaydım
Eleyez’in zirvesinde duraydım
Bağıraydım “Haray! Ellerim haray!
Lal olufdu şirin dillerim haray!”
Başımı yüzüne döndürüp baktığımda; seksen bir yıllık o koca çınarın taptaze ve yemyeşil yapraklar misâli yanaklarında hüznün yağmur damlacıkları süzülüyordu...
***
Evet, çok kötü verdik biz bu imtihanı...
Ama her şeye rağmen;
İyi ki varsınız Beşir Hocam!..
Çok şükür ki varsınız Hocam Can!..
Cahit Kılıç
İstanbul, 02 Haziran 2012
Kar(s)’ın Çocukları : www.edebiyatdefteri.com/siir/514608/karsin-cocuklari
Haray! Ellerim Haray! : www.edebiyatdefteri.com/siir/534270/haray-ellerim-haray.html
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.