Venedik Fatihi
Gemi limana yaklaştı. Süvariden son talimatları alıp hadi yallah karaya çıkacaktı.İlk seferiydi, bugüne bugün üçüncü kaptan breh breh. Bir kez daha aynaya baktı. "Bu kazak olmamış, dur şu önü yazılı olanı giyeyim, daha havalı olur." Aceleyle değişti. "Tüh, saçları da bozduk şimdi kazak giyelim derken" Elinle itina ile düzeltti saçlarını, göz alıcı baktı kendine. "Sana pas vermeyecek kızın ben ..... Anam bee, güzel anam,hasreti burnumda tutan tombişim. Ne evlat doğurmuşsun, şu alıma çalıma bak. Daha ne olsun. Ohh! Maaşı da aldık cep dolar dolu. Ulen tüm venedik kızlarını peşimden koşturmazsam bana da Şahin demesinler."
Süvari dört saat izin verdi. "Bir dakka gecikeni gemiye almam,hal ve hareketleriniz bir Türk denizcisine yakışır olsun." Son sözleri idi. Karaya zor attı kendini.
Geçtiği yerlere dikkat ederek hızlı hızlı yürümeye başladı. Dönüşü var bunun bir de kaybolurum endişesi içindeydi.Çarkçıbaşı biliyordu Venedik’i. Gece ona sormuştu utana sıkıla.
"Ya işte bir kızla tanışıp birşeyler içecek bir yer."
Accademia Köprüsünden galerilerin olduğu yere vardı. Lüks mağazalarla dolu Marzo Caddesi’ne hayranlıkla baktı. " Dönüşte burdan anneme bir hediye alırım" diye düşündü.San Marco Meydanı’nı ve Bazilika’yı geçerek Rialto ’ya geldi. Bir kafe bara girdi. Yanında erkek oturmayan kızların olduğu masalara yakın bir masa arandı.
Aman Allahım orda işte.Hem yüreği ağzına geldi hem çarpılmış gibi oldu.Tek örgülü,önleri dalgalı sapsarı saçlar,yarı yay kaşlarının altında kırpışan kirpikler,kirpiklerin her kırpışmasında bahar yelinde savrulan uçuşan söğüt yeşili gözler.Yandaki masaya yönelmişken kızın gözlerini yakaladı.Kız değil de, cennetin yeşil sislerini aralayıp bir huri baktı, oylum oylum yandı yüreği.Oturmasa düşecekti,başı döndü.Oturduğu halde hala kızın acaip bir buhurdan tütüşünde bakan gözlerinin beyninde dumanlandığını hissediyordu.
"Oğlum Şahin topla kendini, ne bu telaş. İş bundan sonra. Şimdi sen ilgilenmiyor gibi yap, bir bira söyle içince cesaret de gelir. Gider masaya davet edersin. Ya sakin ol, bunlar ecnebi aslanım, abisi, dayısı, amcası, anası, danası görecek de kızacak dertleri yok."
Garsonu görünce varlığını kıza hissetirircesine yüksek sesle " Waiter! One beer please" deyip bir bira istedi. "İngilizceni yiyeyim senin.Kız duydu mu acaba. Beğendi mi ki sesimi."
Birayı bir solukta içti. Az biraz kendine geldi. Heyecanı yatıştı. Kendine cesaret veriyordu. "Hadi aslanım günlerdir hayalini kuruyordun, git işte iki kişiler yanındaki muhakkak ya yeğeni ya da kardeşi. Davet et. Gelirse gelir, gelmezse bak vakit geçiyor. Koca Venedik’te kız kıtlığına kıran mı girdi? Başkasında denersin şansını"
Usulca ve kibarca kalktı. Sesini ayarladı:
"I’m sorry do you come on my desk they invite"
Geldiğini görmüşlerdi. Ne diyeceğini bekliyorlardı. Birbirlerine baktılar.Ne dediğini anlamadıkları belliydi." "Ah eşşek kafa,hani yabancılar ille ingilizce bilirdi. Bak bilmiyorlar işte. Hay senin aklına şaşayım, yanına bir italyanca sözlük alsana be mübarek."
Bir yandan da aynı sözü tekrarlayıp gol atmış futbolcuların bebek sallaması gibi masadan masaya anlamsız hareketler yapıp güya davet ediyordu. Bildiği tüm ingilizce kelimeleri sıralamaya başladı. Şaşırmış, heyecanlanmış bunalmıştı. Zaten çok utangaçtı. Yüzü ne haldeydi kimbilir. O böyle debeleşirken küçük kız:
"Emine abla! Ne diyor bu gâvur yaaa."
......
"Şahinim,Venedik fatihim benim,çocuklar uyudu, ben de yatacağım, sen yatmıyor musun daha?"
"Yatarım birazdan. Gemicilik günlerimden kalma hatıraları okuyordum günlükten."
"Hadi canım iyi geceler, ben yatıyorum."
"Emine! Yatmadan bir kahve yapar mısın bana, biraz daha oturacağım ben."